Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Vazgeçilmek kime dokunmaz ki? Kadına biraz daha fazla demek doğru değil. Gözden çıkarıldığı için canı sıkı yanan erkekler görmüşlüğüm var. Ama buna en çok da kadınlar maruz kalıyor dersem yanlış olmaz. Sonuçta, kariyerini, dünyalığını yapıp 50’sinde “Ben artık başka bir hayat, farklı heyecanlar yaşamak istiyorum” diyerek, misal 25 yıllık kocasını bırakıp 25 yaşında bir erkeğe giden kadına çok sık rastlanmaz. Hamile kaldığı için terk edilen kadınlar sonra. Erkeklerin böyle bir derdi de olmaz.

Bir gün gelir, o çok sevdiğin adam bırakıp gider. Gitmek de ilişkiye dair elbet. Ama yaşlandık diye, hamile kaldık, anne olmak istiyoruz diye vazgeçilmek? Dokunur dediğim gibi. Hoş, ayakları yere basan, kendini bir erkek üzerinden tanımlama hatasına düşmeyen kadın için, üstesinden gelinemeyecek sorunlar değil bunlar. Ama kadın, sadece bir evlilik/ilişki içinde var olabiliyorsa işi zor. Bu bugün için de böyle, dün için de böyleydi. Alfonso Cuaron’un yeni ve ‘görkemli’ filmi “Roma”da olduğu gibi. Sofia ve Cleo’nun hikâyelerindeki gibi...

Haberin Devamı

Cuaron’un başyapıtı olarak değerlendirdi pek çok sinema eleştirmeni filmi. Venedik’ten bu filmle aldığı Altın Aslan’ın yanına Oscar heykelciğini ekleyeceğine de kesin gözüyle bakılıyor.

Film, 1971 Meksika’sında geçiyor. Cuaron’u yetiştiren iki kadının hikâyesini anlatıyor. Üç erkek bir kız çocuğu sahibi üst orta sınıf mensubu Sofia ve evin hizmetçisi Cleo’nun hikâyelerini...

Sofia’nın kocası, başta anlattığım erkek modeli. Evlilikten de, kendini çocuklarına adamış, yaşlanma yoluna girmiş karısından da sıkılmış. Sofia’nın karşısında buzdan bir duvar. Kadın yaklaşamıyor bile. Zaten bir süre sonra da çekip gidiyor kardan adam, genç sevgilisiyle. Diğer yandan Cleo, evdeki diğer hizmetçinin tanıştırdığı bir erkekle ilişki yaşamaya başlıyor. Derken bir gün hamile kaldığını öğreniyor. Sevgilisine sinemada bunu söylüyor. Sevgili filmin bitmesini beklemeden, tuvalete gideceğim bahanesiyle sırra kadem basıyor.

İki kadın da yara bere içinde. Biri dört çocuğuyla diğeri karnındaki bebekle ne yapacağını bilemez halde kalıyorlar. Vazgeçilmiş kadınlar olarak, birbirlerine tutunuyorlar. Sınıf farkının gereklerini (!) atlamadan. Hizmetçisin hizmetçi kal! Sofia Cleo’ya bunu hep hissettiriyor.

Haberin Devamı

Filmin kısa özeti bu. Bu kadar sade bir hikâyeden böylesine görkemli bir film çıkarmak da Cuaron’un başarısı. Kadınların iç dünyasını öyle bir zenginlikle anlatıyor ki hayran kalmamak mümkün değil. Zarafetine, duyarlılığına. Filmden renkleri çekerek, iki kadının siyah beyaz dünyasında dolaştırıyor bizi. Keyifli bir gezi değil ama içine hayatı da eklediğinden ağırlaştırmıyor konuyu. Meksika sokaklarını filme yayıyor. Ev içi televizyon keyfini. Diğer kadınları. Kadınlar arasındaki dayanışmayı. Son derece zekice işlenmiş metaforları ise filmin büyüsünü artırıyor. Sofia’nın garaja sokmakta zorlandığı büyük araba ve sonrasında onu satıp küçük bir araba alması, böylelikle rahat bir şekilde garaja girmesi üzerine roman yazılabilir. Kimi kilit sahneler insanı şiddetle çarpıyor. Bir doğum sahnesi var ki bu kadar etkileyici olanına daha önce hiç rastlamadım. Hiç bu kadar canım yanmadı bir filmde.

Haberin Devamı

“Roma”da çocuklar çok özel bir yere sahip. Zira çocuklar sadece anneleri için değil, onların bakımlarıyla ilgilenen Cleo için de çok kıymetli. Her ikisini de onlar bağlıyor hayata. Tam da bu noktada anne olmak meselesi giriyor devreye. Anne olmanın kadına verdiği gücün, kadın onu doğru kullandığı takdirde hayatında nasıl dönüşümlere neden olabileceğini ustalıkla anlatıyor Cuaron. Ama öyle onların hayatlarından sahne çalarak değil, onlara bir hayat inşa ederken. Ve ayrıca bir vurgusu daha var: Çocuk doğurmuş olsun ya da olmasın, kadının kendini doğurabilmesi.

Velhasıl, çok özel, çok güzel, çok sıcak, şahane bir film “Roma”. Filmin geçtiği mahalleden adını alan.
O mahalleye gitmek lazım.