Prof. Dr. Erol Ulusoy

Prof. Dr. Erol Ulusoy

erolulusoy@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Vatandaş 2 haftalık süre dolmadan 10 gün içinde üst mahkemeye istinaf yoluyla itiraz ediyor. Ne görsün!.. ‘İstinaf başvurusu’ süresinde değil diye reddedilmiş.

Vatandaş ne yapsın, kime inansın, kime güvensin! Elinde mahkeme kararı var. Kararda iki hafta içinde bir üst mahkemeye istinaf başvurusunda bulunup karara itiraz edebileceği yazıyor. O da iki haftalık süre dolmadan on gün sonra karara istinaf yoluyla itiraz ediyor. Bir de ne görsün, karara karşı istinaf başvurusu süresinde değil diye hiç incelenmeden reddedilmiş.

Haberin Devamı

Olayın aslı şöyle: Borçlarını ödeyememiş olan bir tacire karşı alacaklılar, iflas davası açıp, borçlu tacirin iflasını istiyor. Mahkeme borçlunun iflasına karar veriyor. Kararında da açıkça, davalının iflas kararına karşı bir üst mahkemeye istinaf başvurusu yapıp itiraz edebileceğini, başvurusunu kararın tebliği tarihinden itibaren iki hafta içerisinde yapabileceğini belirtiyor.

Başvuru reddediliyor

Borçlu, iki haftalık süre dolmadan karara itiraz edip bir üst mahkemede istinaf başvurusu yapıyor. İstinaf mahkemesi, başvuruyu, süresinde olmadığı gerekçesi ile reddediyor. Mahkemenin iflas kararının doğru olup olmadığını hiç incelemiyor. Gerekçesi, iflas davalarında mahkeme kararlarına karşı istinaf başvuru süresinin, mahkeme kararında olduğu gibi iki hafta değil, kanunen sadece on gün olmasıdır.

İcra ve İflas Kanunu istinaf başvurusu süresini genel olarak iki hafta olarak düzenlemiştir. Ama özel bir hükümde de açıkça, iflas davalarında verilen kararlara karşı istinaf başvurusu süresini daha kısa, on gün olarak düzenlemiştir. Kanundaki bu on günlük özel ve istisnai süre gerçekten kesindir ve mahkemeler dahi bu süreyi ne kısaltabilir ne de uzatabilir.

İflas kararına karşı istinaf başvuru süresi on gün olmasına rağmen iki haftaya uzatılmış gibi görünmektedir. Kesin olan bir sürenin mahkeme kararı ile uzatılması ise mümkün değil. Ama bunu vatandaşın da bilmesi mümkün değil.

Kanun hükmü geçerlidir

İkisi arasında tezat varsa, tabii ki kanun hükmü geçerlidir. Mahkeme kararları da kanuna aykırı olamaz. Bir taraftan Hukuk Muhakemeleri Kanunu mahkemelerin gerekçeli kararlarında kanun yollarının ve sürelerinin yazılmasını zorunlu kılarken, bunların doğru yazılmış olacağından hareket etmektedir. Yani mahkeme kararlarında kanun yolları ve süresinin hiç yazılmaması, karar için bir bozma sebebidir. Ama yanlış süre yazılması kararın bozma sebebi olmadığı gibi, hak kaybına neden olucu sonuç da doğurabilmektedir.

Haberin Devamı

İstinaf veya temyize başvurma olanağının bulunup bulunmadığını ve süresini yazmak zorunda olan mahkeme, süreyi yanlış yazarsa, vatandaş bunu bilmek zorunda mıdır? Mahkemenin yanlış yazdığı sürenin doğrusunu vatandaş nasıl bilsin? Vatandaş, bunu bilmek zorunda isem, kararda yazılması neden zorunlu hale getirilmiş diye soruyor! Hukukta alacağımız daha çok yol da var, yolcu da!

Çocuk için ödenecek İŞTİRAK NAFAKASI

Boşanmalarda, çocuk için ödenecek nafakanın hukuki adı, iştirak nafakasıdır. İştirak nafakası ödeyecek olan boşanmış eş, çocukla birlikte yaşamaya başlarsaiştirak nafakası ödeme borcu da kalkar.

Vatandaş ne yapsın

Haberin Devamı

2012’de bir çift, boşanır ve iki müşterek çocuğun velayeti anneye verilir. Mahkeme her bir çocuk için babanın 250’şer TL iştirak nafakası ödemesine karar verir. Baba 2013 Haziran ayına kadar çocuklar için aylık toplam 500 TL iştirak nafakası öder. Çocuklar haziranda babalarının yanına taşınır ve annelerine dönmezler. 2014’te mahkeme çocukların velayetini anneden alıp babaya verir.

Baba, çocukların kendi yanında yaşamaya başladığı 2013 Haziran’ından beri çocuklar için iştirak nafakası ödemeyi kesmiştir.

Ancak anne, velayetin kendisinde olduğu 2013 Haziran ayından velayetin babaya verildiği 2014 Haziran’a kadar geçen 1 yıl için toplam 6 bin TL iştirak nafakasının ödenmesi için icra takibi başlatır. Yargılama sonucu verilen karar şöyledir:

İştirak nafakası ödeyecek olan eşin nafaka ödemekle sorumlu tutulabilmesi için çocuğun velayetin bulunduğu annenin yanında bulunması gerekir. Çocuk iştirak nafakası ödeyecek olan babanın yanına taşınır ve onunla yaşamaya başlarsa, zaten çocuğun bakım giderlerini üstlendiğinden, çocuğun yanında yaşamadığı anneye bir de iştirak nafakası ödemesine gerek yoktur.

Çocuğun geçici olarak tatillerde, izin günlerinde ‘baba’nın yanında kalması durumunda ise kanaatimce iştirak nafakası kesilmez. Örneğin çocuk her yaz bir ay ‘baba’da kalsa dahi, baba bu bir ay için de iştirak nafakası ödemek zorundadır. Çünkü bu durum geçicidir, sürekli birlikte kalma, baba ile sürekli yaşama anlamına gelmez.

İlk söz son söz olsun: Hukuk mantıktır ama, mantık hukuk değildir!

Bedelli askerlik dönemindeki sigorta primi

Bedelli askerlikle ilgili yasal değişiklikler dünkü Resmi Gazete’de yayımlandı ve yürürlüğe girdi.

Vatandaş ne yapsın

Geçen haftaki yazımızda, düzenlemenin özellikle yol izni ile ilgili eksikliği dikkat çekmiş.

Bedelli askerlik süresi 21 günlük temel eğitim süresi şeklinde geçiriliyor. Bu 21 günlük süre boyunca bedelli askerlik yapacak olanlar, memur iseler aylıksız, işçi iseler ücretsiz izinli sayılıyorlar.

Borçlanacak

Bir kimse aylıksız veya ücretsiz izne çıktığında, çalışmadığı için, kurumu veya işvereni ne Emekli Sandığı keseneklerini öder, ne de sosyal sigortalar primlerini. Bu süre boyunca kişinin emeklilik sigortası işlemez.

Bedelli askerlikten yaralananlar da ücretsiz veya aylıksız izinli sayıldıkları 21 günlük süre boyunca emeklilik sigorta pirimi yatırılmadığından, bu süreleri emekliliklerine saydırabilmeleri için ayrıca borçlanmaları gerekecektir.

Ortaya da böylece tuhaf bir durum çıkmış olmaktadır: 21 gün ücretsiz veya aylıksız izinli sayılmak için 15 bin TL bedel ödeyenler, bu süreyi emekliliklerine saydırabilmek için ayrıca borçlanıp bir ödeme daha yapmak zorunda kalacaklardır.

Bu yönteme dikkat!

Bedelin ödenme usul ve esaslarını Milli Savunma Bakanlığı belirleyecektir. Milli Savunma Bakanlığı’nın, bedelli askerlik süresince işveren veya kurumları tarafından ödenmeyen sosyal sigortalar emeklilik sigorta kesenek veya pirimlerini, tahsil edilen bedelden ödemeye karar vermesi, yeni düzenlemeye aykırı olmayacaktır.

Bu yöntem hem bedellileri rahatlatır ve onlara bir güvence verir. Hem de zaten ağır iş yükü altında nerdeyse insanüstü bir gayretle çalışan SGK personelini ek bir iş yükünden, borçlanma hesaplaması ve bunların takibi yükünden kurtarır.