Naim Dilmener

Naim Dilmener

ndilmener@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Memleketin gelmiş geçmiş en “yaratıcı”, en “naif”, en “masum” müzisyenlerinden Bülent Ortaçgil’in, her devre ve dönemi hayranlarının ilgisini çekmiştir. Dolayısıyla “Çekirdek” dönemi de.
Hatta belki en çok bu.
Çünkü Ortaçgil’in bir başka yorumcu-müzisyen (ama biraz “asabi”) Fikret Kızılok ile giriştiği ortak çalışmaların büyük bir kısmı, yalnızca “kaset” üzerinde yayınlanmış ve bu halleri-biçmleri dahi, kolay bulunmaz olmuştu.
İşte nihayet şimdi, Çekirdek’in kuruluşunun üzerinden 25 yıldan fazla bir zaman geçmişken, o günlerin-o dönemin en öne çıkmış “ürün”lerinden biri olan “Pencere Önü Çiçeği”, müzik piyasamızın en cesur, en alternatif, en bağımsız firmalarından Piccatura tarafından yeniden yayınlandı. CD olarak, elden geçirilmişe benzer temiz kayıtlarla.
Başında Mustafa Kaynakçı’nın bulunduğu Piccatura, yukarda sıralanan “en”lerin hepsini fazlasıyla hak eden bir firma.
Bilen bilir; bu firma yalnızca yayınladığı kendi albümleriyle değil, sahip olduğu perakende dükkanlarda bulundurduğu çeşidi-stoku ile, arka arkaya birkaç kuşağı ciddi bir biçimde etkilemiş bir “kurum”.
Mustafa Kaynakçı ve yanında yetişen tezgahtarlar ordusu, yıllar yılı bıkmadan usanmadan “şu albüm-şu grup-bu şarkıcı” diye diye tavsiyede bulundular, kapıdan içeri adımını atmış her müşteri, her müziksevere.
En son da Pinhani’yi patlattılar biliyorsunuz. Pinhani’den Sinan Kaynakçı, zaten Mustafa Kaynakçı’nın oğlu! Yedi kat yabancının bile müzik zevkini-kulağını eğitmiş Mustafa’nın elinden, Sinan kurtulacak değildi ya.

Uyusun da büyüsün
Bostancı-Çatalçeşme’de 12 Eylül’ün en insafsız, en acımasız, en hain günlerinde kurulmuş olan Çekirdek Sanat Evi, en azından ilk başlarda, her zaman “dediği dedik” olmuş Kızılok’un, aklından

Pencere önü dikeni
geçirdiklerini sahneye ve (tam da döneme uymuş bir “naylon format” olan) “kaset”e dökebilmek için oluşturulmuş bir “formül” gibi gözükmekteydi.
Yine en azından bu ilk başlarda, Ortaçgil’in varlığı Kızılok kadar gerekli ya da şart gibi görünmüyordu.
Taş çatlasa 35, bilemediniz 40 kadar dinleyicinin sığabildiği Çekirdek’in sahnesi, boydan boya Kızılok’un zapt-u-raptı altındaydı.
O konuşuyor, o açıklıyor, o sayıyor döküyordu.
Öyle çok “O”ydu ki her şey, ancak sıra müziğe geldiğinde Ortaçgil’in varlığı hatırlanıyor, ancak o zaman sahnede 1 değil, 2 kişi olduğu görülüyordu.
Ama bir görünüyor-pir görünüyordu Ortaçgil; çünkü Kızılok’un çenesi kuvvetliydi, onun ise aklı-ruhu-gitarı.
O zamanlar her hafta sonu Çekirdek’in önünü hem bir “bayram yeri”, hem de bir “anti cunta” ortamına çeviren müzikseverlerin, en azından bir kısmının kafalarından geçirdikleri bu ve buna benzer “tesbit”leri, zaman haklı çıkardı.
Ortaçgil olmasaydı, Kızılok oralarda belki yine esip gürleyecekti; ama müzik adına kayda değer, yani yıllara meydan okuyabilecek şarkıların-albümlerin çıkma sebebi Ortaçgil’dir.

Şarkıdaki kötülük
Ortaçgil bir müzisyen, bir yaratıcı olarak yapılmak istenen denemeleri yönlendirmek, onları kayda değer biçimlere ulaştırmakla da kalmamıştır. “Bir insan” olarak, Kızılok’un kolay denetlenemez “asabi yapı”sını da frenlemiştir.
Frenlenmezse, Kızılok’un nelere yol açabileceğini, albümün en “karanlık” noktası olan “Şarkıdaki Maymun” bile göstermeye yeterli.
Kızılok (ya da Çekirdek’ten herhangi bir kimse) bunu alenen ikrar etmemiş bile olsa, bu şarkının bir “Ajda Pekkan eleştirisi” olduğu, albüm yayınlanır yayınlanmaz anlaşıldı, derhal bunun altı çizildi. Anlatılanların bir kısmı, zaten çok kolay anlaşılabilecek (“Bir papağan, süper renk ve biçimde” ya da “Bir günah gibi, her bilinçsiz kafada günah gibi” ve benzeri) cümlelerin, gizlerini çok kolay ele verecek “simge”lerin sağına-soluna-önüne-arkasına yerleştirilmişti.
Ama (Kızılok hayranları-Ajda Pekkan düşmanları dahil) büyük bir kısmımız da şuna akıl-sır erdirememiştik: “Bir yorumcu, nasıl olur da, hayat boyu tek takıntısı iyi şarkı söylemek olmuş bir meslektaşına, bütün bunları reva görmüş olabilirdi?”
Ortaçgil olmasa, daha çok şey kırılır, daha çok çam devrilirmiş o Çekirdek’in çatısı altında. “Entelektüel”in “siyaseten” işlediği günahlar (ya da “siyaseten yanlış”ları) ise yıllardır şarkıdan taşıyor. Bu şarkının didiklenmeme, ayıbının yüze vurulmama nedeni muhtemelen “geçmiş zaman” olmalı; ya da daha önce yapılmış-yaratılmış olanlara yüz-su hürmeti!
Bir “arşiv belgesi” bu sonuçta; biraz da bir “günah” belgesi.