Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları

“Çığlık çığlığa” yarı final, beklendiği gibi Sharapova’nın oldu. Rus tenisçi, geçen yıl küstürdüğü Türk seyirciyi bu yıl avucuna aldı ve hırsla oynayarak rahat kazandı.
Victoria Azarenka bu kez kaybetti.
Maçtan hemen sonra ve “Dünya 1 Numarası” kupasını almadan önce görüştük ““Adı zafer olan kız”la...
Önceki günkü maçında çok yorulmuştu.
“Bu tür turnuvalarda rekabet çok sert. Isınma şansı yok. İlk maçtan itibaren çok iyi oynamak zorundasınız” dedi.
Ama koşullar herkes için aynı olduğundan, yenilgisine bunu bahane edemeyeceğini de ekledi. Rakibi Sharapova’nın iyi oynadığını teslim etti.
Neye gülüyordu?
Son setin son molasından sonra, üstelik hayli gerideyken korta kahkahalar atarak geldi. O kadar ki, servis atılacağı sırada bile gülüyordu. Neye güldüğünü sordum:
“Amerikalı komedyen Chris Rock’ın bir esprisi geldi aklıma” dedi. Ama “Görmek lazım” diye espriyi söylemedi.
Yılın son turnuvasında, epey yıpranmış halde olduğu belliydi.
“Artık sadece tenisten uzak bir tatili düşünüyorum” dedi. Adeta tenisten soğumuş gibiydi:
Finalden bana ne?
“-Final maçı ne olur?”
“-Bilmiyorum”
“-Umursamıyor musun?”
“-Biraz öyle...”
“-Seyretmeyecek misin?”
“-Hayır!”
Herkesin merakla beklediği maç, onun için şimdiden bitmişti. Bu turnuvadan, en çok Türk seyircisinin inanılmaz desteğini hatırlayacağını belirterek gitti.

Haberin Devamı

Williams’ın hikâyesi

Diğer yarı finale gelince... Radwanska’yı 2008’de, İstanbul Cup’ta şampiyon olduğu yıl izlemiştim.
19 yaşındaydı. Ve azmiyle “Gelecek benim” der gibiydi.
Ancak dün o da Serena Williams karşısına enkaz halde çıktı ve adeta rakibine final için antrenman yaptırdı.
2008 turnuvasında beni asıl etkileyen, maçların yapıldığı Tekstilkent’in lokantasında yalnız oturan Richard Williams’tı.
Kızları Venüs ve Serena’yı bizzat yetiştirmiş, dünya tenisinin zirvesine yerleştirmişti. Gidip kendimi tanıttım, elini sıktım.
Tenisin “beyazların sporu” sayıldığı dönem, gettoda yoksul bir tenis antrenörüymüş.
1984’te bir gün o, beyazlara ders verirken kenarda bekleyen 4 yaşındaki kızı Venüs, raketi alıp toplara vurmaya başlamış. Babası durdurmaya çalışınca ağlamış. O gün Richard eve gidince eşine, “Göreceksin, bu çocuk şampiyon olacak” demiş:
“Onda bir şampiyona gereken her şey var: Hırs, direnç, güç, bilinç...”

O günden sonra Venüs ile bir yaş küçük kardeşi Serena’yı turnuvalara götürmeye başlamış.
Kaliforniya’da bir turnuvada beyaz çocukların arasında iki siyah kızı görenler “Bunların ne işi var burada” diye söylenmiş. Bu laf, iki kız ve babaları için dönüm noktası olmuş:
O günden sonra “dünyanın en berbat gettosu”ndan bu küçük sarı toplara tutunarak çıkmaya karar vermişler.
Sonuç?
18 yıl sonra kadın tenisinde Serana dünyanın 1 numarasıydı; Venüs 2 numarası...

“İyi tenis oynamak için ille zengin ve beyaz olmak ya da gösterişli bir kulüpten yetişmek gerekmediğini kanıtladık” diyordu baba Williams; “Taşrada bir beton korttan da dünya çapında bir isim yetişebilir.”
Masasında tek başına yemek yerken elini sıktığım adam, dünyaya bunu öğretmişti.
Ne güzel bir başarı hikayesi...

Serena, 2010’da Münih’te bir restoranda kırık bir bardakla ayağını kesti. 18 dikiş atıldı. Ertesi gün o halde bir gösteri maçına çıkınca kesik, yaraya dönüştürdü. Yara yerinde oluşan pıhtı, akciğerine yürüyünce de ameliyat oldu. O yılın diğer turnuvalarına katılamadı ve tahtını Wozniacki’ye kaptırdı. Oynayamadıkça 26’ncılığa kadar geriledi. Bir maçta çizgi hakemine küfredince hepten gözden düştü.
Ancak bu yıl Wimbledon ve Amerikan Açık’ı kazanıp zirve mücadelesine iddiayla döndü.
Tahtı devralan Wozniacki mi?
Onu, THY reklamında maç arası dolma atıştırırken görüyoruz sadece... Çok mu yedi nedir; ilk 10’da bile yok şimdi.
Dün de yazmıştım; tenis için iyi raket, iyi kulüp, iyi korttan önce, “hırs, direnç, güç, bilinç” gerekiyor.
Buna sahip iki raketin finalini izleyeceğiz bugün...
Biri Sibirya steplerinden, diğeri Amerikan varoşlarından geliyor.
İstanbul, sonucu heyecanla bekliyor.

Haberin Devamı

‘Zafer’ adlı kız yenildi