Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bilimin çaresiz bir hastalığın ilacını bulması nasıl umut oluyorsa insanlara, Video Assistant Referee (VAR) video hakemliği teknolojisi de, öyle heyecanlandırdı futbolun paydaşlarını!
Daha önce defalarca yazılıp çizilmesi, Türkiye Futbol Federasyonu, Merkez Hakem Kurulu ve Kulüpler Birliği Vakfı tarafından değişik platformlarda anlatılmasına karşın, transferin suni ve kaygan zemininde patinaj yapan medyanın ilk gündemi, bir anda VAR oldu.
Üzerinde konuşulması, tartışılması, fikir beyan edilmesi elbette güzel. Belki aralarından, Uluslararası Futbol Birliği Kurulu’nun (IFAB) ufkunu açacak dâhiyane öneriler bile çıkabilir!
Lakin, Türk futbolunun en büyük sıkıntısı hakemlikmiş gibi bir algı yaratmak, kulüp başkanından futbolcusuna, teknik direktöründen medyasına, iç içe geçmiş sorunlar yumağına da çözüm üretilmesi gerçeğini, ortadan kaldırmaz.
Hakem, diğer unsurları gibi oyunun önemli aktörlerden biri. Hataları en alt düzeye indirme çabaları, yeri geldiğinde teknolojiden yararlanma girişimleri, futbolun marka değerini yükseltmekle sorumlu olanların asli görevi. Buna kimse karşı çıkıp, yadsıyamaz.
Parayla olmuyor!
VAR pahalı bir yatırım. Paranız varsa alıp getirirsiniz. Altyapısı da öyle hakeza. Bastırır parayı, tüm olanakları hizmete sokarsınız. FİFA ve IFAB ile ilişkilerinizi kullanıp, imza attığınız protokolü hızlandırabilirsiniz. VAR’ı kupa maçlarında dener, yükümlülüklerinizi yerine getirdiğinizi gösterebilirsiniz.
Ancak işin eğitim ve insan faktörü kısmını hızlıca geçerseniz, suyun kaldırma kuvvetini keşfeden Arşimet’in “evreka” (buldum) diye bağırmasını bastıramaz sevinç nidalarınız.
Şöyle düşünelim; VAR sisteminin en kritik noktasında kim bulunacak? Programlanmış bir robot değil, üst düzey bir hakem ya da kalitesini kanıtlamış eski bir hakem. Yani bir insan.
Gözünün önüne 22 tane ekran da koysanız, ki hakem yorumcuları pozisyonu defalarca izledikten sonra dahi ortak bir noktada buluşamıyor, hata riski, yanılma payı mutlaka olacaktır.
Ya kötü niyetliler?
VAR’a karşı olmadığımızı ve desteklediğimizi defalarca tekrarladık. Sadece, işin özellikle eğitim yönünün göz ardı edilip, aceleye getirilmemesi gerektiğini savunuyoruz.
Unutmayalım; hakemi maç içerisinde baskı altına almaya, işini zorlaştırmaya, kandırmaya, yanıltmaya, saha dışında acımasızca eleştirip, kimi zaman tehdit etmeye devam eden kötü niyetli gruplar var. Tanrının eli de bunlara dahil!
Siz futbolcunuzu, teknik direktörünüzü, başkan ya da yöneticinizi ve medyanızı “reçeteye” dahil etmezseniz, komuta odasındaki hakemleri kısa sürede eritir, VAR’ı da yok edersiniz.
Yukarıda saydığımız futbolun diğer unsurları (görevini doğru yapanları tenzih ederek söylüyorum) sütten çıkmış ak kaşık değil.
Evet, video hakemliğini getirelim, hem hataları azaltalım, hem hakemi rahatlatalım. Zaten kaçınılmaz, o noktaya yürüyeceğiz.
Ama lütfen, bu projeyi hayata geçirmek isteyenler, hakemi hataya zorlayan kötü koşulların değişmesi için de çaba göstersin.
“Temiz futbolu lekeleyen sadece hakemdir” yanılgısı değişmediği sürece, üst düzey eğitim almış bir savaş uçağı pilotunun bile canı için fırlatma koltuğunu kullandığı gerçeğini es geçmeyelim!

Hakemler saf mı?
Sevgili Ömer Faruk Ünal da yıllardır hakem seminerlerinin müdavimlerindendir. Titizdir, yerinde araştırır, gözlemler. Ancak bu kez pek çok konuk gibi, sanırım hava muhalefetinden gelemedi Belek’e.
Biz 5 gün boyunca izlemeye çalıştık. Röportaj yaptık, doğruları yerinde görüp haber yazdık. Bazı meslektaşlarımız ve hakem yorumcuları kaynak gösterip konu etti.
Ömer Faruk da dünkü köşesinde kullanacak epey malzeme bulmuş seminerden.
UEFA eğitimcisi Roberto Rosetti’nin Milliyet’te yer alan “Biz aileyiz. Burada konuşulanları dışarı aksettiren adam değildir” ifadelerini “aksettirme bile aksetti” başlığı ile eleştirmiş. Eminim Belek’de bulunsaydı, bir gazeteci olarak daha fazla detay edinip, o haberin daha iyisini yapardı.
Seminer ortamlarını en iyi bilenlerden biridir Ömer Faruk. Bilmeyenler için söylüyorum! İnsanlar çalıştıkları gazetelere, televizyonlara, onların patronlarına göre değil, mesleki kriterlere ve geçmişte yaptıkları işlere göre kabul görür veya tersi olur.
Hakem ve hakem yöneticileri de saf değil!..

Sanki kurban pazarı!
Bu aralar transfer çalışması değil, bayramı öncesi kurban pazarlığı yapıyor sanki bazı kulüpler.
Transfer dediğin üç ya da dört bilinmeyenli denklem. Karşılıklı iki kulüp ve transferde takas edilecek futbolcu veya futbolcular konu ediliyor.
Kulüpler açısından sorun yok. Alırım-satarım diyorlar.
Kazın ayağı öyle mi peki?.. Futbolcu; kulüp başkanının ha dediğini emir telakki edip, gidecek mi kuzu kuzu adına çizilen rotadan?
Örneğin Mehmet Ekici problemi. Her şey yolunda iken, Aatıf mı taş koydu gönüllerin hoş olmasına? Adam sezon başı Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birine ciddi paraya imza atmış. Yıllarca Anadolu’da dolaştıktan sonra, vitrine çıkacağı takımı bulmuş, enayi mi takasa gitsin?
Ekici; kafasında Trabzonspor’u bitirmiş. Fenerle görüşüp, anlaşmış. Belki de sözün dışında, gizli bir protokol var ortada. Önerilen parayı Trabzonspor kabul etmez ise, sezon sonu paşa paşa koşar istediği yere. Veya menajerinin yanında boy gösteren babası paranın sıcak izini takip edip, oğlunun gönlünü yapar, bir başka kulübe satar!
Dünyanın her yerinde futbolcu takası olabiliyor. Ancak medeni ülkelerde para kadar, futbolcunun rızası da dikkate alınıyor.
Kulübün çıkarlarını savunuyorum diye, rest çekme-tehdit etme- zorlama gibi ilkel yöntemleri terk etme vakti gelmedi mi sizce de?..