Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Örnek gösterilecek bir teknik adamlık öyküsüdür Ferhat Akbaş’ın yaşadıkları.
Genç yaşta voleybol sporunu bırakıp antrenörlüğe başlaması, kısa sürede önemli görevleri üstlenmesi, alkışlanacak başarılara imza atması, ana gündemi futbol olan medyanın dikkatini çekmese de, Akbaş’ın Japonya Kadın Milli Voleybol Takımı’nın başantrenörlüğüne getirilmesi, ülke sporu adına dikkat çekici bir konu.
Sporun her dalında ana unsur insan.
Kendini geliştirmek, öğrenmek, uluslararası alandaki yenilikleri takip etmek şart.
Ferhat Akbaş, vasat bir voleybolcu olduğunu kabul ettiği o gün, kafasına teknik adamlığı koymuş idealist bir gençti.
Çok deneyimli isimlerin yardımcılığını yaptı. Kısa sürede, sağlam adımlarla merdivenleri çıkarken, hakkındaki olumsuz söylemler, ne direncini, ne hırsını ötelemeye yetti.
Çin’e gitti, iki yıl Guangdong Evergrande takımını çalıştırdı. Türk Telekom, Galatasaray, Vakıfbank gibi takımlarda üzerine koyarak yükselmeye devam etti.
2015’de “En genç teknik adam” sıfatıyla Türkiye A Milli Kadın Voleybol Takımı koçluğu ve milli takımlar sorumluluğunu üstlendi.
Ocak ayında Romanya’nın CSM Bükreş ekibinin başına geçti ve ligde maç kaybetmeyen teknik adam unvanını aldı.
Perşembe günü ise Romanya’da, binlerce kilometre uzaktan gelen Japon A Milli Kadın Voleybol Takımı menajerinin teklifini kabul etti. Yeni görevi, Japon kadın voleybolcularını ev sahipliğini yapacağı 2020 olimpiyatına hazırlamak.
Artık bir ayağı Tokyo, bir ayağı Bükreş’te olacak. Ferhat Akbaş’a yürekten başarılar...
HHH
Türkiye’de, futbol branşında “Zorunlu Antrenör Gelişim Seminerine” katılıp, çalışma izni almış 11 binin üzerinde teknik adam var.
Sayı yüksek gibi görünse de, Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği’ne göre rakam 25 bin olmalı.
Tüm dünyada olduğu gibi bizde de gelenek, futbolu bırakmış başarılı isimlerin antrenörlüğe yönelmesi. Sıfırdan işe başlayıp üst düzey liglerde görev yapabilmek zor ve çile dolu bir süreç gerektiriyor.
Dolayısıyla özellikle Süper Lig kulüplerinin yabancı antrenörlere yönelmesi, kendini kabul ettirmiş hocalarla çalışmak istemesi, Türkiye ölçeğinde 1 milyar dolarlık sektörün paydaşlarından biri olmayı zorlaştırıyor.
Hâl böyle iken, bir Türk teknik direktörün bırakın yurt dışında milli takımı çalıştırmasını, kulüp antrenörlüğü dahi yapması hayal gibi görünüyor.
Türkiye Futbol Federasyonu’nun kuruluşu Cumhuriyet ile yaşıt. 94 yıllık koca bir maziye sahip.
Sadece teknik adam düzeyinde değil, ülkemizi yurt dışında temsil eden futbolcu oranında da sıkıntı var. Bu ülkede yetişen, eğitimini Türkiye’de almış ve sınırlarımızın ötesine açılmış futbolcu sayımız, bir elin parmaklarını geçmez.
Teknik direktör deseniz, sağdan say üç, soldan say beş!
Peki, gelecek için umut var mı?
Yerli teknik direktöre güvenmeyen, şans tanımayan, tanısa bile elde ettiği başarıları üstlenen zihniyet değişmediği sürece zor.
Futbolcu kriterlerinde olduğu gibi teknik direktörlükte de, kalitesine ve işlevine bakılmaksızın hazır malzeme tercih nedeni.
Onlara harcanan paranın yarısı alt yapı ve antrenör gelişimine aktarılabilse, voleybolda olduğu gibi onlarca Ferhat Akbaş’ın yetişmesi ve başarılı olabilmesi hayal değil. Yatırım yapacaksanız önce insana...
Sözün özü; teknik direktörlerin televizyon ekranlarındaki performanslarına göre iş bulduğu bir ülkede, geleceğe içi boş söylemlerle değil, doğru politikalar ve eylemlerle projektör tutabilirsiniz!

Utanmanız varsa, utanın!
Deplasman yasağı ile birlikte konu gündemden düşmüştü.
Yasak kalktı aynı vandallık, aynı hainlik devam ediyor.
Takım, kulüp adı önemli değil.
İnsanın içini acıtan manzaraları hemen her statta görüyoruz artık.
Holiganizmi yaşam biçimi haline getirmiş taraftar grubundan söz ediyoruz.
Ne güzel işte. Çağ dışı olduğunu savunduğumuz bir yasak kalkmış. Gidiyorsun en konforlu statlara, güvenlik içinde izliyorsun maçını.
İyi de kardeşim, ne istiyorsun millet malından? Muslukları niçin sökersin? Aynaları, pisuvarları neden kırarsın? O güzelim koltukları hangi sapkınlıkla parçalarsın?
Son çirkin örnek Trabzonspor- Galatasaray maçından.
İl Güvenlik Kurulu “hayır” demiş, Trabzonspor ısrar etmiş, Galatasaray seyircisini buyur etmiş.
Peki sen ne yapmışsın? Misafirliğe gittiğin evin altını üstüne getirmişsin. Bu mudur yaşam felsefeniz, bu mudur insanlığınız?
Üstelik verdiğiniz zararın tazminatı, kendi kulübümüzün kasasından çıkacak.
Ayıptır, yazıktır! Varsa böyle bir duygunuz, utanın biraz!

Hodri meydan!
Dilimizde tüy bitmişti, noktayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan koydu.
Kulüpler Birliği Vakfı’nın düzenlediği 2. Futbol Zirvesinde, Cumhurbaşkanı’nın farklı içerikte önemli mesajları vardı.
Bir başkentli olarak ilgimizi çeken ve müjde olarak algılayacağımız konu, Erdoğan’ın Ankara’ya yapılacak statla ilgili söyledikleriydi.
Yılan hikayesine dönmüştü. Her kafadan farklı bir ses çıkıyor, yıllardır verilen sözler başkentli futbolseverlerin ağzına sürülmüş bir parmak bal tadından öteye geçmiyordu.
Sözümüz, yeni stat projesine taş koyan, fırsat bilip rant yaratmaya çalışan, insanların gözünün içine baka baka yalan söyleyenlere. Onlar kendilerini bilir!
Cumhurbaşkanı raconu kesti. Tarihi 19 Mayıs stadının yıkılacağını ve aynı yere 35-40 bin seyirci kapasiteli modern bir tesis inşaa edileceğini açıkladı.
İhale aşamasının hızla tamamlanacağını ve Başkente örnek bir stat kazandırılacağını anlatan Erdoğan’a, 54 yıldır bu kentte yaşayan bir yurttaş olarak teşekkür ediyorum.
Şimdi sıra ayak diretip, memleketin dört bir yanına yapılan modern statlar hizmete girerken, bıyık altından gülenlerde.
Hodri meydan, kaldı mı bahaneniz?