Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ı ilk kez böyle öfkeli, bir o kadar da kararlı gördük.
Kılıç hafta içinde NTV’de katıldığı programda, Ziraat Türkiye Kupası final maçında bizzat tanık olduğu olayları değerlendirirken, kızgınlığını belli etmekten çekinmedi. Ağır ifadeler kullandı. Haklıydı bakan. İnsanların canına, milletin malına zarar verenlere artık hoşgörüyle bakmayacaklarını ve içinin yandığını söylerken, neler hissettiğini az çok kestirebiliyordu, onu dinleyenler.
Ancak şu gerçeği unutmayalım; yıllardır futbolun başına bela olan holiganizmi, bir günde yok etmeniz mümkün değil. Yasalar, yönetmelikler, cezalar ve yaptırımlar, iliklerine kadar şiddet işlemiş canileri durdurmaya yetmiyor maalesef. Şiddet, toplumun her kesiminde yaşanıyor.
Evde, sokakta, okulda, iş yerinde, aklınıza gelebilecek her yerde zorbalığa başvurabiliyor insanlar. Üstelik sınıf, makam, unvan, meslek cinsiyet fark etmiyor!
Öyleyse, sadece spor ve futbol alanlarında şiddeti önlemek değil çözüm yolu. Bugüne kadar sayısız hükümet değişti. Bir o kadar da bakan geldi geçti. Hepsi benzer söylemlerde bulundu. Sonuç? Aksine, şiddet giderek yaygınlaşıyor ve bazı kesimlerin kanıksadığı bir kimliğe bürünüyor.

Korku ve baskı
Bakan Kılıç alınacak önlemleri sıralarken, kulüp yöneticilerine de aba altından sopayı gösterdi, sorumluluklarını hatırlattı.
Sayın bakan kusura bakmasın, mevcut yasaların, yönetmeliklerin şahıslar ve kulüpler arasında ayrım gözettiği bir düzende, hatırlatmak pek işe yaramıyor. Önce adaletli olmayı ve adalet dağıtmayı öğrenmemiz gerekiyor galiba!
Bakana bilgisi, belgesi mutlaka geliyordur. Alt liglerde neler yaşanıyor, hangi milletvekilleri, belediye başkanları maçlarda sahaya inip rakip takıma, hakemlere mesaj gönderiyor, gözdağı veriyor, biliyordur. Protokol tribünlerine dek sirayet eden korku ve baskı yöntemleri nasıl gelişiyor, izliyordur. Bu tavır ve davranış biçimi de, şiddeti körükleyen unsurlar arasında yer almıyor mu acaba?
Statlara patlayıcı ve yaralayıcı madde girmesinin önüne geçebilirsiniz. Kuş uçurtmaz, küfür edenleri anında yakalayıp dışarı atabilirsiniz.
Ama insanların zihniyetini değiştiremediğiniz, spor kültürü aşılayamadığınız, eğitimli bireyler yetiştiremediğiniz sürece, ruhları şiddetle beslenen o “azınlığın”, yüz milyonlarca liraya malolan tesisleri harap etmesini, başkalarının canını yakmasını ve “çoğunluk” gibi algılanmasını engelleyemezsiniz.
Şu tespitimize kimse alınganlık göstermesin: Bir, belki de iki kuşak holiganizm zehirinden etkilendi. Maalesef önleyemedik. Lakin, gelecek nesilleri hâlâ kurtarma şansımız varken, sadece polisiye ve adli tedbirlerle bu vandallığın önünün alınamayacağını görmemiz lazım artık!

Güleriz ağlanacak halimize
Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören mali genel kurulda disiplin ve tahkim kurullarının verdiği bazı kararların içine sinmediğini söylemiş, standardı olmayan hukuk kararlarından şikayet etmişti.
Konular belliydi. Beşiktaşlı Talisca’nın rakibe yaptığı parmak işareti, Başakşehirli futbolcuların Rize’de basın mensuplarını dövmesiyle ilgili yaptırımlardan söz ediyordu başkan.
Rize’deki çirkin olaydan sonra disiplin kurulunun verdiği kararları herkes anımsıyor. Gazeteci dövmenin karşılığı 1 ila 5 maç ceza oldu. Tahkim Kurulu beterini yaptı, 5’leri, 3’e indirdi.
Olayın mahkemeye boyutu da tamamlandı. Rize Cumhuriyet savcılığının başlattığı soruşturmada, meslektaşımıza saldıran futbolcuların üç değil, dört kişi olduğu ortaya çıktı!
Ne garip ki, mahkeme ve federasyon hukukçuları aynı görüntüleri izlemişti. O kargaşada dört kulüp çalışanı daha vardı. Disiplin kurulunda bu bilgi de yoktu!
Eee, nasıl olacak?
Mahkemeden 8 kişiye 1’er yıl seyirden men cezası çıkınca, önce “adalet”, sonra gariplikler ülkesiyiz vesselam diye iç geçirdik.
Savcı “kasten yaralama ve hakaretten” iddianame hazırlamış, hakim de yasaya göre karar vermişti. Peki, nasıl uygulanacaktı karar?..
Önce yasayı hazırlayanların kulakları çınlasın. Seyirden yasaklama ile ilgili maddede “kişi” tanımı var, yönetici, taraftar, hakem, gözlemci, temsilci var, ama “futbolcu” yok. Belli ki akıllarına bile gelmemiş bu “küçücük” detay!
Diyelim ki kılıfına uydurduk. Yasaya göre ceza alan futbolcuların, takımlarının maç günü ve saati bağlı oldukları karakola gidip imza atması gerekecek. Pratikte mümkün mü? Hayır. Zorunlu tutarsan, bu kez de oynamaktan men etmiş olursun. Mahkemenin böyle bir yetkisi var mı? Yok.
TFF hukuk kurulları, göstermelik de olsa sportif ceza vermiş ve infazı gerçekleşmiş. Öyleyse... Ne anlamı kaldı seyirden men etmenin?
Karmaşık bir problem değil mi? Kalkıp Pisagor’a veya Arşimet’e sorsanız, afallardı filozoflar. Ama deve yanıtını vermiş; “Nerem doğru ki?..”

Özbek cebinden ödesin!
Bir kulüp başkanı ve yöneticilerinin bu kadar vurdumduymaz olmasını anlamak mümkün değil. Galatasaray’dan söz ediyoruz. Geçen sezon Olcan Adın’ın sözleşmesini tek taraflı fesheden kulüp, yaptığı hukuksuzluğun karşılıksız kalacağını düşünme gafletine nasıl düşer, bunun bedelini nasıl öder, ibretle izliyoruz.
Bir futbolcuyu kadroda düşünmeyebilirsiniz. Sözleşmesi devam ediyorsa konuşur, uzlaşmaya çalışırsınız. Ama verdiğiniz taahhütleri yok sayamazsınız. Saymaya kalkarsanız, işte bu gelir başınıza. O da gider hakkını arar ve 2.9 milyon euro (11.5 milyon lira) tazminatı çatır çatır alır sizden.
Başka tarifi yok; bunun adı cehalettir, kulübü bile bile zarara sokmaktır. Galatasaray halka açık bir şirkettir. Hissedarları bu sorumsuzluğun hesabını sormak zorundadır. Başkan Dursun Özbek ile arkadaşlarının yapacağı tek şey var; o parayı ceplerinden ödeyecek ve bunu beyan edecekler!