Kültür Sanat Faşizmin gölgesi Leniyi izliyor

Faşizmin gölgesi Leniyi izliyor

10.05.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Nazi sempatizanı Leni Riefenstahlın filmleri Uçan Süpürge 5. Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kapsamında gösterilecek.

Faşizmin gölgesi Leniyi izliyor

Uçan Süpürge, 5. Kadın Filmleri Festivalini bu yıl 2-9 Mayıs tarihleri arasında Ankarada gerçekleştiriyor. Festivalin 3 Türk yönetmen konuğu var. Bunlardan birisi yurt dışında filmler çekmiş olan ve ilk kez geçen yılki festival açılışında "Ötekinin Sesi: Yeşilçamın Görünmeyen Kadınları" belgeselinde seyirciyle tanışmış ve kendisi de Ankarada bulunmuş bir yönetmen: Ayten Kuyululu bu kez filmleriyle birlikte Ankarada olacak. 1980-90 yılları arasında üretim yapmış iki yönetmen konuk ise Nisan Akman ile Mahinur Ergun. Her Biri Ayrı Renk bölümünde farklı ülkelerin kadın yönetmenlerinin elinden çıkmış filmler izleyiciyle buluşacak. Festival ekibi tutarlı bir biçimde bize bu yıl da 1930lar Fransasından ve Almanyasından iki yönetmen tanıtıyor. Anımsanacağı gibi geçen yıl 1930lardan ABDnin sessiz dönemden sesli döneme kalmış tek kadın yönetmeni Dorothy Arznerin filmlerini izlemiştik. Bu yıl Fransız avantgarde Germaine Dulacın 1920-30lu yıllardaki filmleriyle tanışacağız (Bu filmlerden özellikle gerçeküstücü olarak bilinen "Denizkabuğu ve Rahip" zamanında İngilterede yasaklanmış).Kadın ve İdeoloji bölümünde Almanyadan iki yönetmen var. Yeni Alman Sineması içinde önemli bir yeri bulunan ve solu temsil eden Margarethe von Trottanın beş filmi gösteriliyor. Diğeri Arznerler ve Dulaclarla aynı kuşaktan olan, ama hâlâ yaşayan bir yönetmen, Leni Riefenstahl. Leninin parti belgeselleri olan "İnancın Zaferi" (1933) ve "Özgürlük Günü: Ordumuz" (1935), dünyanın en iyi belgeselleri arasında yer alan ve 36 olimpiyatlarını ölümsüzleştiren "Olimpiyat III" (1938) ile "Ova / Tiefland" (1954) adlı son filmi gösterilecek.Üzerine yapılmış en güzel çalışma kanımca İstanbul Film Festivalinde ve TRTde gösterilmiş olan "Leni Riefenstahlın Muhteşem, Korkunç Yaşamı" (1993) adlı Ray Müllerin 3 saatlik ödüllü belgeseli. Bu belgeselde Leni bütün açıklığıyla kendini anlatıyor. Müllerin karşısında tırnakları ojeli, bakımlı, hareketli, zaman zaman anlaşılmadığını düşündüğünde saldırgan olabilen ya da şaşkın 90lık bir Leni var. Kimi zaman yönetmene ders veriyor, öyle değil böyle çekmeniz gerekir diye. Helene (Leni) Bertha Amalie Riefenstahlin yaşamını dönüm noktaları ve rastlantılar belirliyor. Kariyeri dansçılıkla başlıyor, dizi sakatlanıyor; doktora giderken metroda bir film afişiyle karşılaşıyor, hem de o duraktaki sinemada oynayan bir film. Arnold Fanckın çektiği bir "dağ filmi". Leni filmi görüyor, yönetmene ulaşmaya çalışıyor onun bir filminde oynamak için. Sonunda ilki 1926da olmak üzere birlikte çalışacakları bir dizi "dağ filmiyle" oyuncu oluyor Leni. Doğanın gücüne karşın dağlara tırmanan cesur kız. 1933de oynadığı bir filmde bu kez de cesur bir pilot oluyor. Dönemine göre (hatta bu döneme göre de) perdede az rastlanan olumlu kadın imgeleri bunlar; dağa tırmanan, uçak kullanan bir kadın. 1932de yönetip oynadığı ilk filmi "Mavi Işık". Ve yaşamını belirleyen ikinci nokta: Yönetmen Von Sternberg ABDye giderken onu da götürmek istiyor, ama onun bir sevgilisi var ve gitmek istemiyor, ülkesinde kalıyor (şimdi buna pişman). Oysa gitseydi, muhtemelen Marlene Dietrich gibi yıldızı parlayacaktı. Almanyada ünlü bir oyuncu ve yönetmen olarak kalması onun kaderini de belirliyor; "faşist" damgası (haklı ya da haksız) çıkmamacasına hayatına kazınıyor. Bir arkadaşı Hitlerin konuşmasına gitmesini öneriyor, gidiyor ve "politikadan hiç anlamadığı"nı söylemesine karşın ondan çok etkilendiğini de itiraf ediyor, Hitlere mektup yazıyor. Her şey böyle başlamış. Ancak hiçbir zaman iddia edildiği gibi onun sevgilisi olmamış; bunu hem söylüyor, hem de anılarında yazıyor. Göebbelsin ısrarla peşinden koşmasını ve evlilik teklifinin geri çevirilmesi. Tuhaftır ki Almanyada kitaplar yakıldığı sırada o yurt dışındaymış, bunlardan hiç haberi olmamış. Leni, bir ABD gezisinde vahşet yaşandığını gazetelerden öğrendiğinde böyle bir şeyin olabileceğine inanamamış, şaşırmış. Evet, kesinlikle anlamadığını söylüyor ve Müllere "bugünden görmek kolay tabii, çünkü artık ne olduğunu biliyoruz, ama o zaman bilmiyorduk ki" diyor (Her şeyi çok içerden yaşamış). Hitlerin isteği üzerine büyük parti toplantılarını filme almış. Çünkü Hitler, bunu bir propagandacının değil bir sanatçının çekmesini istemiş. Müllere göre Leninin yeteneğinin büyüklüğü, yazgısını da çizmiş. Leni, Hitlere şart koşmuş ve "bir daha bana partiyle ya da sizinle ilgili bir film yaptırmayacağınızı söylerseniz çekerim" demiş, çekmiş, ondan kurtulacağını düşünmüş. Ama şu anda en bilinen filmleri bu propaganda filmleri "İnancın Zaferi" ile özellikle "İradenin Zaferi". Leni bunların belgesel olduğunu söylüyor: "Çünkü propaganda filmlerinde yorum yaparsınız, ama burada hiç yorum yok ki" diyor; görüntünün gücünden haberi yokmuş gibi davranıyor...Leni o dönemde koşulları ve içinde bulunduğu ortam nedeniyle kolaylıkla Hitlerin çevresine girmiş, propaganda filmleri için şimdi keşke yapmasaydım diyor. Savaştan sonra yargılanmış, suçlanmış (sonunda sempatizan olduğuna karar vermişler), uzun süre evinden çıkmamış, belki de her şeyi unutmak için Afrikaya gitmiş, yerlilerle yaşamış, onların fotoğraflarını çekmiş. Bu kez de eleştirmenler onun hep güçlü ve güzel yerlileri çektiğini söylemiş. Leni "ama hepsi çok sağlıklıydı ve çok güzeldi, yaşlılar da karanlık evlerde, gölgede oturuyor diye çekemedim, onları ben yaratmadım ki, Tanrı öyle yaratmış" diyerek kendini savunuyor. "Faşist estetik" tartışmalarına kesinlikle katılmıyor (bu yüzden Sontagın fikirlerini duyduğunda şaşırıyor). Dağların zirvelerini görmüş bu cesur kadın 72 yaşında yaşını küçük gösterip dalgıçlık diploması alarak okyanusların dibini de görmüş, kendinden 40 yaş küçük sevgilisiyle. Daldığı yıldan beri çektiği görüntüleri 45 dakikalık bir filmle (Sualtı İzlenimleri) 22 Ağustos 2002de, yani 100. doğumgününde izleyiciyle paylaşacak. Eleştirmenler bu kez de "faşist estetiğin" izini bulur mu bilemeyiz ama Leni, belgeselde de söylediği gibi o dönemde yaşamış olmaktan dolayı suçlu değil. "Partiye üye olmadım, hayatımda tek bir ırkçı söz söylemedim, yazmadım da. Atom bombasını da ben atmadım, kimseyi ölüme yollamadım. Benim suçum nerede?". Peki, o duruma direnen ve direnmeyen sanatçı arasında bir fark olmayacak mı? Suçu, birilerine göre bile bile Hitlerin propaganda yönetmeni olmasında; birilerine göre hiç tepki göstermemesinde. Ama hiçbir şeyin farkında olmayan bir insan nasıl tepki gösterebilir ki? Kendi ifadesine göre her şeyi anladığında çoktan iş işten geçmiş...Leni içten mi? Leni acı çekiyor mu? Gerçekten pişman mı? Pişmansa neden Alman halkından hiç özür dilemedi? Bu sorular hem hiç dinmiyor hem de Leni Alman vicdanında unutturulmaya çalışılıyor. Buna karşın bazı eleştirmenler özellikle "Ova" filminde Hitlerden kaçışının izlerini buluyor, "Hitlerin sinemasal reddi" olarak niteliyor bu filmi. Yaşamı sorularla dolu. Kadın olmasının yaşadıklarında ve ona gösterilen tepkilerdeki payı ne acaba?Şu bir gerçek: "Geçmişin gölgesi" kendi sözleriyle onu "ölene kadar" bırakmayacak. Mutlu olmayacağını bile bile "Mutlu Yıllar Leni". "YÖNETMENİN cinsiyeti benim için önemli değil" diyen bir sinemaseverseniz şöyle bir düşünün deriz. Sadece bu dönem içinde kaç tane kadın yönetmenin filmini izlediniz? Eğer hiç ya da 1-2 diyorsanız burada bir sorun var işte. Hayatın birçok alanında olduğu gibi sinema sektöründe de neden kadın yönetmenler erkekler kadar çok üret(e)miyor? Neden acaba? Varolan kadın yönetmenler de çoğu zaman Amerikan (erkek) filmlerinden fırsat bulup dolaşıma giremiyor. Girmesi için festivallerde genellikle büyük ödülü alması gerekiyor. Dağıtılamayan yeni ya da sinema tarihinde yer etmiş kadın yönetmenlerin filmlerini izlemek için işte bir fırsat.