Milliyet Rekabet ABD küresel hegomanyayı Çin’e mi kaptırıyor?

ABD küresel hegomanyayı Çin’e mi kaptırıyor?

21.02.2023 - 10:08 | Son Güncellenme:

2021 yılı Eylül ayı itibarıyla global düzeyde değeri 1 milyar dolardan fazla olan 326 unicorn şirketin 92 adedi Çin şirketlerinden oluşmaktadır.

ABD küresel hegomanyayı Çin’e mi kaptırıyor

Noyan Rona/ Eski Diplomat - Bankacı-- 1978 yılında başlattığı reform ve dışa açılma politikası sayesinde son 40 yıllık dönemde ortalama %9.6 oranında ekonomik büyüme gerçekleştiren Çin Halk Cumhuriyeti, GSMH 30 milyar dolar ve kişi başına düşen 150 ABD Doları gelir ve sadece 20.6 milyar Dolar dış ticaret hacminden 2021 yılında 6.05 trilyon dolar ve 17.7 trilyon Dolar ekonomik hacim ile dünyada ikinci büyük ekonomi haline gelmiştir.

Haberin Devamı

Çin’in hızlı yükselişi, ABD’nin dünya çapında egemenliğini koruma bilincini ve yöntemlerini geliştirerek yenilemesine yol açmıştır. 2000’li yılların başlarında Başkan G. W. Bush döneminden Obama dönemine kadar Çin’in DTÖ üyeliğinin getirdiği avantajların da etkisi ile Çin’in her alanda gücünü yükseltmesine karşın ABD, rekabet edebilmek üzere çeşitli tedbirler ve stratejiler benimsemiş ancak, iki ülke ilişkileri liderlerinin sistematik bir diyalog sürecini sürdürmeleri ve uluslararası düzeydeki iş birliği mekanizmaları sayesinde birbirlerine zarar verecek karar ve uygulamaları kontrol altında tutabilmişlerdir. Genel olarak bu dönem karşılıklı kazanım (kazan-kazan) dönemi olarak kabul görmektedir. G. W. Bush seçilmeden önce Çin’i ‘’stratejik rakip ‘’ olarak tanımlamışsa da göreve başlamasından sonra gerek terörle mücadele ve dış ticaretteki çıkarlarını koruma düşüncesiyle Çin politikası yeniden şekillendirerek ‘diyalog’ ve ‘denge ve dengeleme’ olarak değiştirmiştir.

Haberin Devamı

Diğer yandan Çin ise 2002 yılındaki ÇKP 16. Genel Kurulu’nda, gelecekteki 20 yıllık süreyi, kalkınmasını en hızlı şekilde gerçekleştirebileceği önemli bir stratejik fırsat dönemi olarak görmüş ve 2020 yılında yurt içi gayrı safi milli hasılanın (GDP) 2000 yılındaki GDP’nin iki katına çıkarılmasını ve ülke gücünün belirgin şekilde güçlendirilmesini hedef olarak kabul etti. Bu hedefin gerçekleşmesi için uzun süreli bir barış ve istikrar ortamının yaratılmasını, çevre ülkeleriyle iş birliği için uygun ortamın yaratılması ve korunması politikasını benimsemiştir. ABD ile ilişkilerini de bu amaca uygun olarak üst düzey temasların sürekliliği ve her düzeyde diyalog stratejisi benimsemiş, ABD ile stratejik diyalog mekanizması kurulmasını önermiş ve bu mekanizmanın 2005-2008 döneminde rutin toplantılarla çalışmasını sağlamıştır.

Bush–Obama Çin ilişkilerini sıcak tuttu

Obama döneminde Çin politikası genel olarak Bush dönemi politikaları takip edilmiş hatta ABD’de yaşanan krizin etkisi ile de Çin ile mevcut diyalog mekanizmasını, 2009-2016 döneminde Stratejik ve Ekonomik Diyalog mekanizması olarak bir üst düzeye yükseltilerek devam ettirilmiştir. Bu dönem Çin’in bütün sektörlerde kalkınması ve ABD’nin ardından dünyada ikinci büyük ekonomi haline gelmesi, ABD-Çin ilişkilerinde bazı özellikleri beraberinde getirmiştir. İş birliği gelişme göstermiş ve içeriği genişledi. Önceleri iklim değişikliği, enerji ve çevre koruma olan üç ana başlıktan, ulaştırma, okyanus, bilim, sağlık, tarım, yöresel iş birliği, bilimsel enerji iş birliği başlıkları da diyalog kapsamına girmiştir. İki ülke rekabeti genişlemeye başlamış, insan hakları sorunu ABD tarafından daha sık dile getirilmeye başlanmış, Çin parasının Dolar karşısında kasıtlı olarak düşük tutulduğu, fikri mülkiyet hakları, ticari ve teknolojik casusluk iddiaları dile getirilmişti.

Haberin Devamı

Çin ekonomide güçlenince öz güveni arttı

Çin’in gösterdiği gelişme, ABD’nin hegemonyasını koruma anlayışı iki ülke arasındaki rekabetin su yüzüne çıkmasına ortam hazırlamıştır. Güney Çin Denizi, Asya Pasifik bölgesindeki üstünlük mücadelesi ABD’nin Asya Pasifik bölgesi ülkeleriyle TPP gibi mekanizmalar tesis ettiği görülmüştür. Ardından, iki ülke daha belirgin bir rekabet sürecine girdi. Rekabet sürecinin şiddetlenmesinde özellikle 2012 yılından sonra Çin’in kalkınmada geldiği yüksek seviyenin getirdiği özgüven ile dış politikada daha aktif tutum alması etkili oldu. Dış politikasını ‘Büyük Ülke’ düzeyine çıkarmış ve ABD ile ilişkilerini ‘Yeni Tip İki Büyük Ülke’ kategorisinde değerlendirmeye başlamış, tarafların hep kazançlı çıkacağı, karşılıklı güvene dayalı bir ilişki tesisini önermiş, aynı zamanda ABD’ye bütçe açığını mümkün olacağı en kısa sürede düşürmesi gibi taleplerde bulunmaya, ayrıca, iki ülke arasında yatırım anlaşması müzakerelerine başlanmasını önermişti. Çin aktif tutumunu sürdürerek IMF ve DTÖ politikalarını etkin desteklemiş, 2016 yılında Çin parası RMB, IMF’nin SDR sepetine kabul edildi.

Haberin Devamı

Trump’un Çin savaşı

Trump döneminde ABD-Çin rekabeti daha keskin hale geldi. İki ülke arasındaki ekonomik güç aralığı Çin lehine kapanmaya başlamış, ABD’nin yaptırım ve önlemlerine daha katı karşılıklar vermeye başlandı. ABD ise Trump yönetiminde uluslararası sorunların çözümüne ilişkin politikalarını daha basitleştirilmiş, sertleşme ve sürtüşmeci tedbirleri tercih etti. Çin ilişkilerinde de bu yaklaşımı sürdürdü. 2017 yılında Trump’ın Çin’i ziyareti sırasında iki ülke arasında toplam tutarı 253 milyar doları bulan 34 anlaşma imzalanmış olup, bunun 141 milyar dolar’lık bölümü enerji alanındaki iş birliğine aitti. Anlaşma hayata geçememiş üstelik aynı yılın sonunda Trump yönetimi yayınladığı ‘Güvenlik Strateji Raporu’unda, rekabet döneminin başladığını ve Çin’i ‘revizyonist ülke’ olarak ilan etti. Çin’i ABD’nin stratejik rekabetteki rakibi olarak tanımladı. 2019 yılında uzun süren müzakerelerin sonunda iki ülke ticaret anlaşmasının ilk turu henüz tamamlanmadan Trump yönetimi 250 milyar dolarlık Çin ihraç ürünlerine %25 oranında cezai vergi getirildiğini açıkladı. Bunun yanı sıra, pek çok Çin ihraç ürününe anti- damping ve devlet teşviki soruşturması başlatıldı. ABD ayrıca, Çin ihraç ürünlerine ilişkin soruşturmaların içeriğini genişletti. ABD’ne yatırımlarını güvenlik soruşturmasına tabi tutmaya başlamış, bazı Çin yüksek teknoloji şirketlerine ambargo, siber casusluk ve internet güvenliği tedbirlerinin sertleşmesi, bilimsel değişim programlarının kısıtlanması, bilim insanlarının temaslarının durdurmasını da içeren önlemleri uygulamaya koymuştur. ABD eş zamanlı olarak uluslararası çok taraflı platformlarda Çin’i frenleyeme yönelik önerilerde bulunmuş, Çin için önemli bir prestij projesi olan ‘’Kuşak-Yol’’ girişimini suçlayarak etkisizleştirmeye çalıştı.

Haberin Devamı

Çin, ABD’nin savaş ilanına temkinli tavır gösterdi

ABD’nin sert tedbirleri karşısında Çin, daha itidalli ve sorunları diyalog ve müzakere ile çözümünü önere gelmiş ancak, kendisine karşı alınan ambargo ve cezai vergilere mütekabiliyet uygulamasına geçti. Çin’in yöntemini 3 adımda özetlemek de mümkündür. Önce diyalog ve iş birliği-ortak kazanım, takiben eşit şekilde mukabele ederek kısıtlamalara karşı kısıtlamalar ile cevap vermek ve son olarak da iş birliği arzusunu tekrar dile getirerek vurgulamak ve sürtüşmenin daha da kötüye gitmesini önlemek stratejisini benimsedi. Bu bağlamda, ABD’nin aldığı her tedbir için Çin de benzer tedbirleri ilan etmiş, ABD ithal ürünlerine cezai vergi koymuştur.

ABD’nin ambargolarına rağmen Çin yükselmeye devam etti

Bu dönem ticari ilişkileri, Çinli akademisyenler tarafından ABD-Çin diplomatik ilişkilerinin kurulmasından bu yana eşi görülmemiş şekilde en kötü dönem olarak sınıflandırılmaktadır.

Çin’in bilim-teknoloji ve inovasyon kapasitesinin hızlı yükselişi ABD ile olan mesafenin daralmasına sebep olmuş ve iki ülke arasındaki rekabetin önde gelen gündemini oluşturmaktadır. AR-GE yatırımları bakımından 2005 yılında dünyada 6. sırada yer alan Çin, 2018 yılında ikinci sıraya yükselmesini bildi. Bu alanda çalışan sayısı bakımından 43 milyon çalışan/yıl ile dünyada ilk sıraya gelmiştir durumda. İletişim teknolojileri, sanayi robotları ve yapay zeka alanlarında Çin, dünya düzeyinde ulaştığı seviye ile ABD şirketlerinin global çapta tekel konumundaki karlarının daralmasına sebep oldu. Teknolojide sahip olduğu yeni imkânlar Çin’in savunma sektörü ile uzay teknolojisinde de modernleşmesini hızlandırdı.

Çin’e uygulanan ekonomik ve ticari ambargo ve kısıtlama tedbirleri ABD’nin beklediği sonuçları getirmemiş, Çin’in ihracatı yıllık %10 civarında artarak devam etmektedir.

Ticari tedbirlerde beklenen neticenin alınamaması, Trump yönetiminin ekonomi dışı tedbirleri de devreye almasını hızlandırmış ve Çin’e ‘ayrışma’ politikasını hedefine almasına neden oldu. Siyasi olarak Çin yönetimini ve ülke sistemini kötülemek, Çin’in dış politikadaki Hong-Kong, Tayvan gibi kırmızı çizgilerini tehdit etmek gündeme geldi. ABD’nin ‘ayrışma’ politikasında daha etkili sonuçlar elde etmek üzere uluslararası bir ortak eylem-tutum çabalarının da başarılı olduğu söylenemez.

Biden’in Çin politikası Trump’dan farklı

Biden ise genel olarak Obama döneminin Çin’e yaklaşımını sürdürmüş, ticarette uygulanan ambargo ve cezai vergilerde yumuşama yönünde herhangi bir değişiklik yapmadı. Trump yönetiminden farklı olarak Çin’e karşı stratejisini bütün yönleriyle “rekabet, sınırlı işbirliği ve ağırlıklı çatışma’’ olarak tespit etmiş ve bu stratejisini güçlendirmek üzere Atlantik bölgesindeki müttefikleri, Güneydoğu Asya ülkeleri ve Avrupa ile ilişkileri güçlendirerek işbirliği mekanizmaları oluşturdu. Pazar kuralları, yüksek teknoloji ve sanayinin geliştirilmesi gibi alanlarda Çin’i çevreleme politikasını yürürlüğe koydu. Siyasi açıdan ise Çin’de insan hakları ihlalleri, Çin’in kalkınma modeli üzerine baskı oluşturmak amacıyla müttefiklerini teşvik etme yolunu seçti.

Çin ABD hegemonyasını yıkıyor mu?

İki ülke arasındaki rekabette veri teknolojisi önemli bir yer tutmaktadır.1979 yılında imzalanan Teknolojik İşbirliği Anlaşması 2007 yılında ABD’nin yüksek teknoloji ürünlerine sınırlama getirmesine dek sorunsuz olarak gelişti. 2016 yılına kadar fazla sürtüşme olmadan ilerlemişti. 2000 yılında yarı iletkenler alanındaki tüketimde dünyada %20 paya sahipken 2019 yılında bu oran % 60’a yükseldi. Kuantum bilgisayar, kuantum iletişimde hassas teknolojide patent başvurusu ABD’ni geçmiş ve dünya genelinde %52 oranına sahip duruma gelmiştir. Batılı araştırmacılara göre ABD’nin Çin’i chip konusunda yasaklamayı sürdürmesi halinde 15 yılda Çin’in kendi teknolojisini üretmesi mümkün olacak. Nitekim 2020 yılında Çin’in dijital ekonomi büyüklüğü 39.2 trilyon Yuan (6.03 Trilyon ABD Doları) ile GDP’de %38.6 oranında pay aldı. 2021 yılı Eylül ayı itibarıyla global düzeyde değeri 1 milyar dolardan fazla olan 326 unicorn şirketin 92 adedi Çin şirketlerinden oluşmaktadır.

ABD’nin Rusya yaptırımları Çin’i de endişelendirdi

Çin ile ABD arasındaki rekabette önemli bir diğer alan da finans sektörüdür. Çin’in ABD dolarının egemenliğini hafifletmek amacıyla bir yandan Çin parası RMB’nin (Halkın parası) kullanım alanını genişletmeye, bazı ülkelerle ticaretin yerel paralarla yapılmasını teşvik ve çaba harcamasından daha önemlisi, Kasım 2021 itibarıyla 1.080 trilyon dolar olan ABD Hazine bonosu yatırımının güvenliğinden duyduğu endişedir. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’nın finansal kaynak ve imkanlarının ABD ve Batı tarafından dondurulması Çin’de endişe yarattı. Benzer bir durumla karşılaşması halinde Çin’in alması muhtemel önlemlerin yer aldığı senaryolar Çin akademik çevrelerinde tartışılmaya ve çalışılmaya başlandı bile. Bilindiği üzere 2008 yılından önce Japonya, ABD Hazine bonosuna yatırım yapan ülkeler arasında ilk sırada idi ancak, 2008 sonrasında Çin, Japonya’yı bu alanda geride bırakarak uzun yıllar ilk sırada yer alıyor. Örneğin 2013 yılı Kasım ayında Çin’in ABD hazine bonosu yatırımı 1.3 trilyon dolar ve 2019 yılında da 1.16 trilyon Dolar seviyesinde idi. Yukarıda da belirtilen varlıkların dondurulması riskinin yanı sıra, hazine bonosu yatırımı Çin tarafından finansal yönden de olumsuz olarak görülmektedir. Hazine bonosu yatırım yapısı olarak büyük bir bölümü bir yıldan fazla süreli olduğu nedenle rasyonel bulunmamakta getiride büyük oynaklık olduğu düşünülmektedir. 10 yıllık vadelerde oynaklık daha da fazladır. 2008 yılında bono faizi %4 seviyesinde iken ilerleyen yıllarda düşme trendine girmiş ve 2020 yılında %1.56 seviyesine gerilemişti. Ayrıca, Çin’in toplam döviz rezervinin büyük bölümünün ABD bonosu yatırımında kümelendiği görülmektedir.1995 yılında rezervlerin %79 oranındaki çoğunluğu bono yatırımlarına ayrılmış iken daha sonra taşıdığı potansiyel risk dikkate alınarak bu oran %50’lere kadar indirilmişti. Bir diğer risk ise bono yatırımlarının büyük çaplı olmasının Çin’in finansal alanda ABD’ne bağımlılığını artırdığı ve bunun ABD elinde bir koz olarak kullanılabileceği ve Dolar egemen konumunu kullanarak Çin’in dolar varlıklarını tehdit veya zarar verebileceği ihtimalidir. Böylesine büyük hacimdeki rezerv için güvenli yatırım alanlarının bulunabilmesi ise Çin için çözüm bekleyen bir problem olarak uzun süre gündemde kalabilir.

ABD ve müttefiklerinin Çin’i çevreleme ve kalkınmasını yavaşlatma politikalarını devam ettirecekleri, Çin’in ise kendine özgü sosyal ve siyasi yapısı ile kalkınma modelini sürdürmeyi amaçlıyor. Özellikle gelecekteki 15 yılda kaliteli kalkınma politikasıyla ülke gücünü yükseltme, savunma sanayisini modernleşme adımlarını hızlandırması, ABD ile sürtüşmede daha proaktif politikaları benimsemesi, rekabette etkili olmak üzere kendi iç koordinasyonunu sağlayacak mekanizmaları kurması gibi önlemleri alması beklenebilir.