Pazar “Bir anneyi oynuyorum, biraz kırışıklık normal”

“Bir anneyi oynuyorum, biraz kırışıklık normal”

01.02.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

”Aşk-ı Memnu”nun annesi Nebahat Çehre hakkında oyunculuğu kadar sık bahsedilen bir konu da 60’ını geride bırakmış bir kadın için hâlâ çok güzel görünmesi.

“Bir anneyi oynuyorum, biraz kırışıklık normal”

Nebahat Çehre’yle uzun zamandır telefonda gün ayarlamaya çalışıyorduk. En son konuşurken “Bir dakika, doktor beni şimdi anjiyoya alıyor galiba” dedi. Nedense olayın içine dahil oldum; kendisinden ve yardımcısından, neredeyse her gün sağlık durumu hakkında bilgi almaya başladım sonra.
İşe döndü; ilk boş gününde de buluştuk. Bembeyaz evinin salonunda ilk defa gördüm, sapasağlam ve her zamanki gibi çok güzeldi.
İnsan “Bu kadın 63 yaşında” asla demez. Onun genç görünmesi, Cher’in genç görünmesine de benzemiyor üstelik. Yüz hatları eskimemiş, duruşu eğilmemiş, plastikle kaplanmamış. Nebahat Çehre’nin anlatması zor bir yaş hali, başka türlü bir dingin güzelliği var. Nebahat Çehre’nin hâlâ “Bu akşam yemeğe çıkalım mı?” dedirtecek bir kimyası var...


Sizin sağlık problemleri bizi bir hayli üzdü Nebahat hanım. Bir de ilk elden şahit olunca...
Ben bütün sağlık problemlerimi sizinle konuştum. Tam stent takılacakken de sizinle telefondaydım... Aslında ritim bozukluğundan başka bir şey bulamadılar. Doktor “çökme” var dedi. Tabii o deyimleri ben anlayamıyorum.

Ama ciddi bir şey yok anladığım kadarıyla.
Valla tansiyonum çıktı, sonra da çok düştü. Anjiyodan sonra ilaçlara devam ediyorum. Şimdi test sonuçları normal. Ama insan ne de olsa etkileniyor. Sağ olsun basın da “Ölümden döndü, yoğun bakımda” deyince, herkes şokta tabii... Halbuki dizi tatildeydi; Allah eksikliğini göstermesin, o nasıl aranma... Bir de benim ceple konuşmam yasak...

Hâlâ mı?
Bence her şeyi bozuyor cep telefonu. Mesaj verdikten sonra sohbet edilmemesi lazım. Şimdi çok kısa konuşup hemen kapatıyorum. “Aşk-ı Memnu” seneye de devam edecek gibi görünüyor; işimi sürdürmek istiyorum.

Fakat ben sizi ne kadar iyi ve güzel gördüm.
Teşekkür ederim... Ben kendimi bayağı bir süre unutturmuştum aslında. 20 sene ara verdim, çevreden de uzak kaldım. Hiçbir şey yapmak istemediğim bir dönemdi. Evlenmiştim... Tabii sinema kalıcı olduğu için bir ismim vardı.

Kaç kere evlendiniz?
İki kez. İlk eşim, biliyorsunuz, Yılmaz Güney. İkinci eşim de eski milli basketçi Yavuz Demir. Yavuz’la sekiz sene sürdü. Daha da sürerdi de o çevrenin çok hızlı hayatı var, her akşam program, dayanamadım. Ben ev hayatını çok severim, bir gece çıkarsam üç gün evde otururum.

Çocuk sahibi olmadınız.
Ben babamı kaybettiğimde çok küçük bir yaştaydım. “Sürebilecek bir evlilik” istedim önce. Ben üvey babayla büyüdüm; herhalde çok sevmedim. Annemin bir daha evlenmesini de kaldıramadım.

Anneniz hayatta mı?
Benden sağlam maşallah! 84 yaşında ve dimdik yürür... Yalnız yaşıyor, eve kadın almıyor. Hiç yaşını göstermez.

Yılmaz Güney’le ilk yakınlaşmanız nerede başladı?
Sinema oyuncuları yaklaştırır, bilirsiniz. Film için büroda tanıştığımızda çok etkilenmiştim. Çok yakışıklı adamdı.

Aynı kişiden mi bahsediyoruz?
Bana göre çok yakışıklıydı. Biraz çirkinliğin üzerine oynadı. Güldüğü zaman gözünün içi gülerdi. Hatları, dişleri çok güzeldi. Tanıyan herkese de çok yakışıklı gelirdi ayrıca. Bir erkek manken güzelliğinden bahsetmiyorum. Bir tek burnu büyüktü, o da ona çok yakışırdı.

Ne kadar sürdü ilişkiniz?
Nişanlılıkla beraber 4,5 yıl. Ben de sinemayı bırakmıştım. Bizim meslek evlilikle çok zor. “Madem karar verdim, evliliğin tadını çıkarayım” demiştim. Neyse, birbirimizi yıpratacaktık, olmuyordu. Sevgi, dostluk, saygı hep devam etti; ama aşk başka bir şey.

Cenazesine gittiniz mi?
Gitmedim, mezarını da görmedim. Paris’e çok gidiyorum, kızıyla da buluşuyorum... Onun benden sonra bir evliliği oldu Fatoş hanımla. Bir oğlu, bir kızı var. Cenazeye gitmek doğru bir hareket değildi. Ama Paris’e gitmeden önce görüşmemiz oldu.


“Bir anneyi oynuyorum, biraz kırışıklık normal”



Nerede buluşmuştunuz?
Sarılık geçirmiştim, hastaneye geldi. Sonra da sahneye çıkıyordum, gazinoya geldi. Tedirgin olmuştum, hatta hatırlıyorum, kapalı kıyafet aramıştım... Beni dinledi, sonra kuliste biraz sohbet ettik; gitti. Gerçi biz onunla hiç kopmamıştık, bütün ailem de görüşmeyi sürdürdü. İçerideyken de ziyaret ederdik; anneannem bile giderdi. Yaşasaydı, her zaman güveneceğim insanlardan biri olurdu. Dostça, insanca bir sevgiden bahsediyorum. Biz birbirimiz hiç yıpratmadık.

Evlilikleriniz devam etseydi keşke...
Ben de öyle istedim ama çok zor, çok stresli. Zor, zor...

Ama sizin aile uzun yaşıyor ya Nebahat hanım, evlilik çağına ancak geldiniz bence!
Ay yok! Ben bitirdim. 15 senedir flört bile etmiyorum. Bir erkekle yemeğe çıkmadım. 63 yaşındayım, “Artık kenara çekil, işine bak” dedim kendime. Zaten evlilik hiç düşünmem artık, ama derseniz ki arkadaşlık, yemek yemek falan; onu da boşverdim. Tamam, aranmak kadının gıdasıdır, ilgi, güzel söz... Ben her şeye “Evet” diyen insan değilim. Şimdi benimle aynı alana bakan bekar bir adamı nereden bulayım?

Kibar söylüyorsunuz; 60 küsur yaşında, sizin gibi genç, göbeksiz olacak, üşengeç olmayacak... Çok zor!
Mutlaka. Hayat ışığı olacak bir kere... Ben işimi çok severek yapıyorum, dostlarım var. Kadın kadına her yere gidiyoruz. Dost grubum o kadar zengin ki, Allah eksikliklerini göstermesin; kafeler, yemekler; çok güzel geziyoruz. Yanlış bir beraberlik yaşayacağıma... Bir de uzun yıllar yalnız yaşayınca özgürlüğünüzü veremiyorsunuz... Haa, öyle bir adam çıkar ki, öyle bir silkelenirsiniz ki, özgürlük mözgürlük düşünemezsiniz. Öyle bir erkek de yok. Hayır, ilginin dışında bir kadın değilim. Beğenilen bir kadın olduğumu hissettim hep. Bana karşı saygısız bir davranış hiç olmadı... Hayatımı küçülttüm. Şimdi 125 metrekarelik evimde çok mutluyum. Dünyanın en güzel evlerinde de yaşadım; şimdi alıyorum tepsimi önüme oturuyorum.

Zaten 125 metrekare küçük değil; hatta dünya standartlarında büyük bile sayılır.
Evimin boyutlarını öğrenince, Hülya Avşar’ın gözleri büyüdü... “Ekonomik zorluklar falan mı?” dedi... Yok halbuki. Ben ev aşığıyım, çok güzel evlerim vardı. Şimdi seyahatlere gidiyorum, çalışıyorum; 100 metrekare salonla uğraşmak yerine 30 metrekare bir salonda oturuyorum. Burada komşularım çok candan, çok şeker insanlar. Hastalığımı duymuşlar, hemen çiçekler gönderdiler, notlar yazdılar. Burada herkes bana sahip. Yan komşularım “Biz sizi hastaneye götürürüz” dediler. Adam pilot, karısı eczacı; “Yarın uçuşum yok, doktora beraber gidebiliriz” diye not göndermiş bana. Her yerde yok bu dostluklar. Asansörlerde “Günaydın” demiyorlar. Evimin yakınlarındaki Armutlu’dan geçiyorum sıklıkla, bazen kadınlarla kapı önünde oturuyorum. “Nebahat hanım buyur otur” diyorlar, börek ikram ediyorlar. Bir nevi psikologa gitmek gibi bir şey bu. Bütün zehirini atıyorsun; her şeyi paylaşıyorsun.

20’li yaşlarda gençlerle çalışıyorsunuz; onlar nasıl?
Ben memnunum. Yaptığı işe saygı duyan insanlara ben de çok saygı duyuyorum. Ben eski bir sanatçıyım; onlar beni gözlemliyor, ben de onları.


“Yılmaz yaşasaydı güzel mesajlar vermeye devam ederdi”
Yılmaz Güney’in size en büyük katkısı ne oldu?O mesajlarını hep sinemayla verdi... Ben onunla dünya meselelerini anlamaya başladım. Biraz okudum... “Komünizm ve sosyalizmin arasındaki fark nedir?” diye sormuştum; hiç unutmuyorum, “Kardeştirler” demişti bana. “Elinde iki ekmek var, karşısındakinin yok, paylaşır mısın?” diye anlattı bana. Ama hiçbir şey empoze etmedi. Ben kendim kitaplar alıp okudum. O da bana “Emeğini çok seviyorum” demişti. Kapıya kaç kişi gelirdi, hep elimizden geldiğince arka çıkardık.

Şimdi daha da çok hayranı var Yılmaz Güney’in; değil mi?
Öyle; ama bir gün bir pazarcı “O komünist adamla nasıl evlendin?” dedi. Döndüm “Onun bütün emeği sizin insanca yaşamanız içindi” diye cevap verdim... Yılmaz olsaydı, hâlâ güzel mesajlar vermeye devam ederdi bence.

Peki mezarını Türkiye’ye getirseler?
Ne fark eder? Burada insanların yüreğinde Yılmaz. Keşke yaşasaydı, keşke savcıyla olan tatsız olaylar olmasaydı. “Yol” bence Türkiye’nin en güzel filmlerinden biridir; mesela onu gizli gizli seyretmiştik... Sanata neden sansür konur? Neden iç meselelerimizle barışık değiliz? Neden “Biz buyuz, bu da bizim eksimiz, bu da artımız” diyemiyoruz? Neden eksikliklerimizi hep birlikte tamamlamıyoruz? Nazım Hikmet’e de Sabahattin Ali’ye de yapılanlar büyük haksızlık... Orada kalsın mezarı; çünkü yürek her yerde. Sınır yok, ülke yok. Yürek her yerde...



“Ufak bir estetik operasyonum var tabii”

Şimdi “Güzelliğinizin sırrı nedir?” diye sormazsam, kadın okurlarımızın aklı kalır herhalde.
Kulak arkası şöyle bir yarım santim çektirdim. Düşmeler başladı gerçi. Paris’te yaptırmıştım, doktora gidip sordum. “Benim elimde bir şey yok, senin cildin böyle” dedi! Ben şimdi anneyi oynuyorum, tabii biraz kırışık olur.

Estetik ameliyat biraz abartılıyor artık; herkes birbirine benzemeye başladı.
Ben Paris’te ameliyattan önce “Çehremde en ufak bir değişiklik istemiyorum” dedim. Yaz tatilindeydim, dizi arasında gittim zaten. Dudak ve yanak şişirmeler çok değiştiriyor yüzü. Bana göre dudak incecik olsun da öyle şişik olmasın! Ben görüntümden vazgeçemem. İnsanın genç olabilmesine imkan yok bir daha. Ne yaparsanız yapın, gençlik bakışı başka bir şey. Ha ne olursun; daha bakımlı, daha ütülü bir yaş almış insan olursun. Kendinle barışık olmak adına estetik ameliyata karşı değilim, ama bu şişirmeler yüzün anlamını uçuruyor.


“Bir anneyi oynuyorum, biraz kırışıklık normal”




“Churchill bana ‘How are you Miss Turkey?’ dedi”
Yılmaz Güney’le evlendiğinizde kaç yaşındaydınız?
19 yaşımda Yılmaz’la tanıştım, Amerika’ya güzellik yarışmasına gittim. Geldim, “Dağların Oğlu” filminde beraber oynadık. O sırada nişanlandık, evlendiğimizde 21 yaşındaydım.

Ne kadar küçük yaşlarda bu işlere girmişsiniz...
15 yaşımda! Bir arkadaşım güzellik yarışmasına giriyordu, ben de onunla gittim ve Türkiye Güzeli seçildim. Sene 1960; Londra’ya Dünya Güzellik Yarışması’na gitmek için vali muavini bana özel izin verdi. Pasaport alıp dört gün geç gittim. Cebimde beş para yok. BBC beni röportaja çağırdı, sonra da “Size ödenek var” dediler. Parayı aldım. Hemen “Alışverişe gidebilir miyim?” diye sordum. Orada bir Türk hanım vardı, ona “Taş bebek almak istiyorum” dedim.

Aldınız mı?
Çarşıya hanımla beraber gittik. O sene çıkmış olan tül jüponları gördüm. “Ben bebek yerine bu jüponu alsam param yeter mi?” diye sordum. O anda kadınlığım tuttu yani... O hanım biraz para da katmış olabilir, “Tabii yeter” dedi bana. Ben de o tül jüponla Türkiye’ye döndüm.

Dereceye giremediniz herhalde.
Hayır ama Churchill’le dans ettim. Baloda Churchill kraliçeyle dans edermiş; bir de bana teklif etti. Bana göre Atatürk’ü çok sevdiği için benimle dans etti. Hatta eteklerime bastı...

Sakın “Churchill de çok yakışıklıydı” demeyin!
Yok değildi, çok çirkin bir erkekti. Ben de lisan da yok tabii. “How are you Miss Turkey?” “Fine, thank you.” Bu kadar!