Pazar “Bu halkın duygusunu sömüren bir sanatçıyım”

“Bu halkın duygusunu sömüren bir sanatçıyım”

27.04.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

“Üç Maymun” filmiyle Cannes Film Festivali’nde En İyi Oyuncu ödülüne aday olan Yavuz Bingöl: “Bu halkın sevincini, acısını, hüznünü besteleyen, türküsünü söyleyen bir insanım. Onlardan besleniyorum. Kaset çıkıyor, 500 bin insan bankaya para yatırır gibi senin kasetine para veriyor. O paranın karşılığını nasıl verebilirsin? Ben de onların sorunlarıyla, sevinçleriyle birebir ilgileniyorum. Çağrıldığım hemen her yere gitmeye çalışırım”

“Bu halkın duygusunu sömüren bir sanatçıyım”

Geçen çarşamba günü ajanslara birkaç haftadır teyit edilmesi beklenen bir haber düştü: Nuri Bilge Ceylan‘ın “Üç Maymun” adındaki yeni filmi, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışacak. Cannes’da adet şöyle: Film aday olunca, bütün ekip de doğal olarak aday oluyor ödüllere. Bu da demek oluyor ki “Üç Maymun”un oyuncularından biri olan Yavuz Bingöl de pekala alabilir Cannes En İyi Oyuncu ödülünü... Son günlerde “Kafe bastı” haberleriyle anılıyordu oysa, şimdi birdenbire gündem değişti. Cannes’a aday bir Yavuz Bingöl var karşımızda...
Aslına bakarsanız ne Cannes adayı ne kafe eşkıyası... Aşk acısını atlatamamış, evlenmek üzere olduğu Burcu Kara‘dan ayrılalı 3,5 ay olmasına rağmen içinin sızısı dinmemiş bir Yavuz Bingöl’dü karşımdaki. Ne kadar sorsam da “Birlikte karar verdik ayrılmaya, anlaşmazlıklar vardı” dedi sadece. Belki de bu yüzden bir sürü iş yapıyor aynı anda. “Eşref Saati”, “Altın Adımlar”, “Çınar”, “Söz-Müzik Teoman”, yeni albüm... Cannes müjdesi hepsinin üzerine çıkıyor tabii.

Haberin Devamı

Filmin Cannes adaylığı haberi geldi ve..

.Eyvah dedim önce. Yıllardır İngilizceyi ilerletmeliyim der dururdum. Böyle bir haber gelince, eyvah dedim, eğer ödül alırsam ne diyeceğim? Çok sevindim tabii, inanamadım.

Bu rolü nasıl aldınız?

Nuri Bilge’yi Türkiye ve dünya tanımadan önce ben sinemasını biliyordum. İnsan oyunculuk yapmaya başlarken “İnşallah şu yönetmenlerle çalışırım” diye yola çıkıyor. Nuri Bilge de o yönetmenlerden biriydi benim için. Bir gün Assos’ta balık tutuyordum, telefonum çaldı; Nuri Bilge arıyor.
“Deneme çekiminde Nuri Bilge patron, ben şoför oldum”

Tanışıyor muydunuz?

Üç-dört yıl evvel Strasbourg Film Festivali’nde tanışmıştık. Çok soğuk gibi görünen biri aslında ama göründüğü gibi değil. Aradı o gün, “Deneme çekimi için gelir misin?” dedi. Ben tatili yarıda kesip ertesi gün Nuri Bilge’nin bürosuna gittim. Önüme senaryoyu koydu, iki tane diyalog...

Haberin Devamı

Nasıl bir sahneydi?

Ben Eyüp diye bir şoförü oynuyorum, patronuyla aralarında geçen küçük bir sahne. Nuri Bilge patron oldu, beraber oynadık o sahneyi. Akşama doğru telefon açtı, “Benden cevap gelene kadar bıyığını kesme” dedi. Böyle deyince umutlandım. Gece 1-2 oldu, Nuri Bilge’den telefon: “Rol senin.”

Neden sizi düşünmüş bu rol için?

“Senin oyunculuğunu çok doğal ve ekonomik buluyorum” dedi. Filme başladık, diğer dizi setlerinden alışığız ya bir sürü adam... Bir gittik; çay istiyorum, çay yok. Gidip kendin alıyorsun. Makyöz yok, kostümcü yok, herkes kendi giyiniyor. Nuri Bilge kalabalık tutmuyor ekibini. Birçok şeyi gereksiz buluyor, konsantrasyonunu bozuyor belki.

Kolay adapte oldunuz mu?

Yok, çok zor. Doğaçlamayı çok seven bir yönetmen Nuri Bilge. Bir de alternatifli çalışmayı seviyor. Küçücük, 15-20 dakikada bitecek sahneler 1,5 saat sürüyor. 

Oyuncunun duygusunu eskitmiyor mu bu?

Hayır. Garip bir elektriği var oyuncu üzerinde. Benim için okul gibiydi, çok şey öğrendim. Mesela Hollywood filmlerinde dramatik sahnelerde çok yoğun müzikler olur ya, şimdi bazı sahnelerde
o müzikleri çok gereksiz buluyorum. Şaryo hareketleri falan çok arabesk gelmeye başladı.

Haberin Devamı

Sizi kim keşfetti oyuncu olarak?

Ziya Öztan. “Cumhuriyet” filmini çekecekti. Benden Yaver Hayati Bey’i oynamamı istedi. 
“Yılmaz Güney’in filmini seyredip duvara yazı yazmaya çıkıyorduk”

Nasıl oldu kamerayla ilk karşılaşma?

Hiç adaptasyon sorunu yaşamadım. Neden biliyor musun? Çocukken kardeşimle evde Kurtuluş Savaşı’nı canlandırırdık. Ben Gazi Mustafa Kemal olurdum, o İsmet İnönü. O yüzden filme başladığımda kardeşimle oynadığım gibi oynadım biraz da.

İyi bir sinema seyircisi misiniz?

Evet. Açık hava sinemaları vardı bizim zamanımızda, 7 yaşından itibaren haftanın üç günü açık hava sinemalarına giderdim. Arabesk sanatçılarımızın çektiği filmler vardı, Ferdi Tayfurlar, Orhan Gencebaylar... Yılmaz Güney filmleri tabii ki.

Favorileriniz kimlerdi?

Yılmaz Güney ile Fikret Hakan’ın oyunculuğunu çok severim. O dönem Ferdi Tayfur’un oyunculuğu da iyidir bence. Onun filmlerinde açık hava sinemalarında yer gök inlerdi. Bira şişeleri havada uçuşur, minderler atılır, bağıranlar, nara atanlar...
İlginç bir dönemdi o. 1970’lerin sonu, 80’lerin başı. Ondan bir yıl önce Yılmaz Güney’in filmini seyredip duvara yazı yazmaya çıkıyorduk, düşün. Ama sonra darbe geldi, bizler de askere gidene kadar garip bir dönem geçirdik.

Haberin Devamı

12 Eylül’de neredeydiniz?

İzmir, Gültepe’de. Ciddi siyasi direnişin olduğu bir bölgeydi. Orada çatışmanın ortasındaydık. 16 yaşında... Abilerimiz bir şeyler yapıyordu, biz de nöbet tutuyorduk.

Bilerek mi, yoksa abiler yapıyor diye mi?

Bir fikrimiz vardı tabii ki. Şimdikiler gibi değildik. 80 öncesinin her iki kutuptaki insanları da çok dolu dolu tiplerdi. Evet, bir siyasal çatışma vardı belki ama davalarına inanmış, altyapıları çok güçlü insanlardı.

“80 döneminde işkence gördüm” dediğinizi okudum.

Hayır, öyle bir şey demedim. “Türkiye’nin Hatıra Defteri” için bir film çektik. Orada gazeteci arkadaşımızın sorusu şuydu: “Siz de oynadığınız karakter gibi ağır işkence gördünüz mü?” Ben de “hayır” dedim. Bir gözetim evinde kaldım Narlıdere’de. Ama 15-16 yaşında olduğumuz için öyle ağır işkenceler yapmadılar. Dayak yedik tabii.
“Sınava girmedim, eyleme katıldım, konservatuardan atıldım”

Haberin Devamı

O sırada okuyor muydunuz?

Konservatuardan atılmıştım.

Neden?

Piyanodan sınavım vardı, geçmem için 8 almam gerekiyordu. Sınava girmedim, eyleme katıldım.

Okuldan atılmak hayallerinizin sekteye uğraması mı demekti?

O sırada konservatuarı bitireyim de senfoni orkestrasında korno çalayım diye bir idealim yoktu. Annemle babam ayrılmıştı ve aile bütçesine katkıda bulunmak için çalışmak zorunda olduğumu hissediyordum. Aslında fark edemedim üzüntüsünü, düşünecek vakit olmadı açıkçası.

“Binlerce mahalle düğününde çalmışımdır”

Halk ozanı bir anne, edebiyat öğretmeni bir baba... Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

Babam bizi iyi giydirmeyi severdi, güzel evlerde otururduk. Ama evde çok mutlu çocuklar değildik. Biraz içe kapanık, kendine güvensiz, içinde fırtınalar kopan, toplum içinde yüzü kızaran çocuklardık.

Bu kadar utangaç bir çocuğun sahne serüveni nasıl başladı?

Anne-baba ayrılınca iş başa düştü. Farklı insanlar tanımaya, kitaplar okumaya başladım. Biraz siyasi bilincim oluştu. Gecekondu mahallesinde başka bir hayatla karşılaşıyor insan. Bu da bir tezat. Çok yoksuluz, baba gitmiş, kötü bir durumdayız ama daha sağlıklı bir hayat yaşıyoruz. Günde üç-dört iş yaptığım dönemler oldu.

Ne işler yaptınız?

Gece 12’den sonra ekmek fırınında çalışıyordum. Sabah 6’da fırından çıkıp 8’de Tekel Fabrikası’nda çay ocağına gidiyordum. Sonra korsan taksi şoförlüğü yapıyordum. Ehliyetim yoktu. Akşamları da Gültepe’de dolmuşta muavinlik yapıyordum.

Müzik yok bu sırada...

Var. Binlerce mahalle düğününde çalmışımdır. Sokak düğünlerinin garip bir lezzeti vardır. Orada sen çalarsın, insanlar oynar... Bu hayatı yaşayan bir çocuğun zararlı işlere girmesi çok zordur. Hiç kötü alışkanlıklarım olmadı. Burnumda deviasyonum var, zaman zaman burnumu çekmemden dolayı “Bu herif bir şeyler mi kullanıyor?” diyenler çok olmuştur.

Nasıl izler bıraktı sizde o yıllar?
O kültürle büyüyen insanlarda mülkiyet duygusu pek gelişmiyor. Beş tane arabam olsun, 20 tane evim olsun yok bende. Olamaz da hayatım boyunca.

Yok mu?

Yok tabii ki. Bir tane yazlığım var, onda da annem yaşıyor.

Araba?

Bak, ona özel bir zaafım var. Tek lüksüm araba. Düşün, 16 yaşında şoförlük yapıyordum. Araba kullanmaya 12-13 yaşındayken bizim eve gelen misafirlerin arabalarını tornavidalarla çalıştırıp başladım. Şunun iddiasındayım, bir gün maddi açıdan her şeyimi kaybetsem benim için önemi olmaz. Tekrar üst üste koyabilirim. O gücü kendimde görüyorum.

“Selçuk Yöntem ve Oktay Kaynarca’dan özür diliyorum”

Selçuk Yöntem’in oturduğu kafeyi bastınız mı?

Yok öyle bir şey. Hele yazdıkları insanlarla hiç alakası yok. Selçuk Yöntem’den özür diliyorum, bir TV kanalı “Solcu Yavuz Bingöl sağcı hangi oyuncunun olduğu mekanı bastı?” diye haber yaptı. Ya adam sağcı değilse?

Böyle bir haber nereden çıktı?

Yolda yürürken adamın biri siyasi bir laf attı. Ben de cevabını verdim, ortam gerildi. Selçuk ağabey Smyrna’da oturuyormuş meğer, geldi beni sakinleştirdi. Olay bundan ibaret.

Etrafınızda görüntülenler kim? Adamlarınız mı?

Oradaki taksi şoförü, manav, otoparkçı. Beni tanıyan insanlar... Adamlarım falan değil yani, esnaf.

Oktay Kaynarca’yı arıyormuşsunuz asıl...

Onunla hele hiç alakası yok.
O yüzden iki arkadaşımdan da özür dilerim onları bu haberlere alet edenler adına. Bugüne kadar kimseyi mahkemeye vermemiştim, ilk kez dava açtım. Bak şimdi AKP hakkında dava açıldı. AKP’nin hiç mi suçu yok? Benim de suçum vardır mutlaka.

Nedir suçunuz?

O gece oradan çıkıp, kafayı Akdeniz Üniversitesi’ndeki olaylara takmış, sessiz sessiz yürüyüp gidiyordum. Adam bana laf attı. Susabilirdim. Ama kendimi tutamıyorum. Çünkü o kadar karanlık dönemler yaşadık ki biz bu ülkede. Ve böyle başlamıştı. Herkesin ciddi sorumlulukla hareket etmesi lazım. Belki biraz fevriyim, kabul ediyorum.

AKP demişken... “Abdullah Gül’ü beğeniyorum” demişsiniz. Doğru mu?

Ilımlı, kibar bulduğum için beğendiğimi söyledim. Yoksa dünya görüşü olarak tabii ki zıt kutuplardayız. Sayın Başbakan’ın üslubunu çok sert buluyorum. Eğer konuşurken insanların yüreğine hitap edebilirseniz o söz karşıya geçebilir. Sözleri insanların göğsüne kurşun gibi atmak gerekmiyor.
Demokrasilerde parti kapatılmasına karşıyım tabii ki. Ama bu ülkede yasalar çerçevesinde yaşıyoruz, lamı cimi yok. Kürt sorunu, laiklik, laiklik karşıtı kesim, Ermeni sorunu... Ben bunları çok yaşadım, çocuğum yaşasın istemiyorum. Bu benim en doğal hakkım değil mi?

“Cannes’a kızımla beraber gideceğim”

Yardımlaşma geceleri, tribute albümleri, konserler. Her yerde siz varsınız...

Hatta Ekşi Sözlük’te biri benim için “Nerede bir salatalık varsa abi bende tuzluk var diyen adam” yazmış. Çok güldüm. Benim açımdan iyi bir şey bu. Ben çok ciddi para kazanıyorum. Bu parayla hiçbir şey umurumda olmaz, her gün Paris’e gider yemek yerim, Amerika’ya gider tatil yaparım. Ama ben böyle yaşayamam! Bu halkın duygusunu sömüren bir sanatçıyım.

Nasıl yani?

Bu halkın sevincini, acısını, hüznünü besteleyen, türküsünü söyleyen bir insanım. Onlardan besleniyorum. Bizim yaptığımız iş ekmek değil, su değil. Kaset çıkıyor, 500 bin insan bankaya para yatırır gibi senin kasetine para veriyor. O kazandığın paranın karşılığını nasıl verebilirsin? Ben de onların sorunlarıyla, sevinçleriyle birebir ilgileniyorum. Çağırdıkları hemen her yere gitmeye çalışırım. O yüzden adım tuzluk ya! Ben duygusal bağları güçlü tutmaktan yanayım. Mesela aileciyimdir, çok tutkunum aileme.

Kızınız kaç yaşında şimdi?

20. Şu anda Amerika’da siyaset bilimi okuyor. Yıllarca Amerikan emperyalizmine karşı çıktık, şimdi kızım orada okuyor. Koç Üniversitesi’ni kazandı, TOEFL’ı iki-üç kere veremedi, perişan oldu. Bu böyle olmayacak, git yerinde öğren dedim. Sonra da sınavlara girdi, orada devam ediyor.

Pimpiriklenmiyor musunuz orada yalnız diye?

Hiç. Kova burcu çünkü, Kova burcu kadını sağlamdır. Ona sonsuz güvenim var. Kızımla bağımı çok geç kurabildim ben.
O bana çok aşık. Yaptığım işlere de hayran. Mesela Cannes adaylığından havalara uçtu, büyük bir ihtimalle beraber gideceğiz Cannes’a.

Karışıyor musunuz erkek arkadaşlarına filan?

Henüz o tip şeyleri benimle paylaşamıyor, annesiyle paylaşıyor daha çok. İsterim erkek arkadaşını bana tanıştırmasını. Bir kere üç-dört arkadaşını gördüm, seçemedim acaba bunlardan biri mi diye... Ama incelediğim dönemler olmuştur arkadaşlarını, itiraf edeyim.

“Burcu’dan sonra ciddi bir aşk acısı  yaşadım”

Cihangir’de akşam sefalarınız varmış içinde Şener Şen’in de olduğu bir grupla...

Doğru. Şener abiyle çok özel bir ağabey-kardeş bağı oluştu aramızda. Yaşadığım ayrılık sürecinde çok ilgilendi benimle. Ciddi abilik yaptı bana bu dönemde. Birlikte türküler, şarkılar söyledik. Hemen hemen her akşam beraber yedik yemekleri.
Şener abinin bu dönemdeki dostluğunu, büyüklüğünü unutamam. Aylarca her gün aradı beni. Son 10-15 gündür aramıyor. Onun da nedeni şu. Bana dedi ki, “Seni düzeltelim derken ben berbat oldum, o yüzden senden biraz uzak durmayı düşünüyorum”.

Şimdi duygusal olarak ne durumdasınız?

İyiyim. İşe yoğunlaştım.

Zaman ilaç mı aşk acısına?

Etkisi var tabii. Ama ben aşkın hayatta bir kez olduğuna inanıyorum. Ondan sonrası bence yanılsama oluyor ya da insanlar başka pencereler açıyorlar...

Çok dolambaçlı anlattınız, anlamadım.

Ben Burcu (Kara) ile çok büyük bir aşk yaşadım. Evlilik boyutuna kadar geldim. Üç gün önce aşıkken şimdi aşık olmadığımı söyleyemem. Aşk acısı herhalde ancak bu kadar yaşanır. Çünkü gerçekten o şarkıda olduğu gibi bana yeniden şarkılar söyleten kadın Burcu. Bu dönemde de çok şarkı yazdım. İtiraf ediyorum, ciddi bir aşk acısı yaşadım.

Geçti mi?

Bana Hümeyra dedi ki “Bir gün sabah yataktan kalkacaksın, bugün hava çok soğuk deyip üzerine kazağını geçireceksin, arabana binip işine gideceksin. Diyeceksin ki, ‘A-a! Bugün onu düşünmedim!’” Ben de “Hadi ya, öyle mi olacak?” dedim. Henüz olmadı ama olmasını da istemem. İnsanoğlu çok dayanıklı bir yaratık. Bu acının dozajı yok.