Pazar “İstanbul’da deniz festivali yapılabilir”

“İstanbul’da deniz festivali yapılabilir”

24.03.2024 - 02:00 | Son Güncellenme:

“Aşk Olsun O Kayıklara! - İstanbul’da ‘Kürek Devrine’ Dair” adlı çalışmaya imza atan Prof. Dr. Artun Ünsal, “İstanbul Caz Festivali, İstanbul Film Festivali yapılıyor ama İstanbul’da hiçbir deniz festivali yapılmıyor. Kayıkların replikaları yapıldığı takdirde bu mehtap alayları senenin bir iki gününde İstanbul Mehtap Alemleri şeklinde düzenlenebilir” diyor.

“İstanbul’da deniz festivali yapılabilir”

Seyhan Akıncı - Prof. Dr. Artun Ünsal, İstanbul’un ve Anadolu’nun kültürel hazinelerinin unutulup gitmemesi için pek çok çalışmaya imza atıyor. Bunların en yenisi ise Everest’ten çıkan “Aşk Olsun O Kayıklara! - İstanbul’da ‘Kürek Devrine’ Dair” adlı kitap. İstanbul Boğaz’ında kayıkların gezindiği dönemi anlatan Ünsal, şehirde tıpkı film ve müzik festivalleri gibi kayık festivali düzenlenmesini arzu ediyor. Çocukluğunda anneannesiyle bindiği kayıkları anlatan Artun Ünsal ile sularında kayıkların yüzdüğü İstanbul’u konuştuk.  

Haberin Devamı

Ben İstanbul’daki kürek devrinin sonuna yetişebildim diye anlatmaya başlıyor Artun Ünsal, onu dinlerken adeta zamanda yolculuk yapıyorsunuz usulca: “Haydarpaşa’dan Kadıköy’e kürekle çekilen dolmuş kayıklara anneannemle birlikte bindiğimizi hatırlıyorum. Karaköy’den Eminönü’ne sandallarla geçtiğimizi hem de çok ucuz bir fiyata. Sonra bu kayıklar birden ortadan çekildi yerlerini motorlu tekneler aldı.”  

“İstanbul’da deniz festivali yapılabilir”

Sandalla gidilen gazinolar 

İstanbul’da yaşamanın deniz kıyısında yaşamak olduğu dönemlerde kayıklar ve elbette kayıkçılar günlük hayatın vazgeçilmezleriydi. Saltanat kayıkları, şahsi kayıklar ve umumi kayıklar yüzüyordu Boğaz’ın sularında. Artun Ünsal bir Ramazan manisinde karşısına çıkan Padişahlık kayığından bunların unvan gösterme aracı olduğunu anladığını da söylüyor: “Bu kayıklara biniyorlar ve unvan gösteriyorlar. Beni şairlerin ve yazarların bu kayıkları nasıl gördüğü ilgilendiriyor. Kayıkların son dönemlerinde yetişen yazarlarımız özellikle 19 YY’ın sonları ve 20. YY’ın başlarında eski teknelere karşı nostaljik yazılar yazıyor. Faruk Nafiz Çamlıbel’den Yahya Kemal’e, bir sürü şairden Ahmet Hamdi Tanpınar’a aklınıza gelen günün önemli yazarları Boğaziçi mehtap alemlerini yazmış. Zengin bir yalının önünde büyük bir kayık buna pazar kayığı denir. Burada yemek yenir. Hanendeler ve sazendeler eşliğinde musiki icra edilir.  

Haberin Devamı

İstanbul’da kayığı, sandalı olan herkes bunlara binmekte. Mehtapta musiki icra ediyor eski tabirle, müthiş bir sosyal etkinliktir. Her şey adabına göre olur yani kadınların bulunduğu sandallara yaklaşılmaz.”  

Bir dönem İstanbul’un kültürel yaşamanın adeta merkezi olan kayıklar için Artun Ünsal’ın bir arzusu var: “İstanbul Caz Festivali, İstanbul Film Festivali yapılıyor ama İstanbul’da hiçbir deniz festivali yapılmıyor. Kayıkların replikaları yapıldığı takdirde bu mehtap alayları senenin bir iki gününde İstanbul Mehtap Alemleri şeklinde düzenlenebilir. Hem turistik hem kültürel etkisi var. Hayal edebiliyor musunuz? Çok küçüktüm 1940’ların sonu 50’lerin başı sahilde gazino vardı ve sandalla gidilirdi. Aynı şekilde Yenikapı’da gazinolar vardı etrafına sandallar üşüşürdü. Aile sandalları bunlar, ailece gidilirdi ve sandalda zamanın şöhretleri Hamiyet Yüceses’ler vs dinlenirdi. İstanbul’un o zaman nüfusu bir milyon bile değildi. Batılı ülkelerde olan şeyleri taklit etmemiz gerekmiyor kendi kültürel değerlerimize sahip çıkılması gerektiğini düşünüyorum.” 

Haberin Devamı

Kayıklar sadece eğlencenin değil rekabetin de merkezi. Artun Ünsal, Poyrazköy’ün Oymaağaç köyünde gördüğü bir duvar resminde yapılan tekne yarışlarından söz ediyor: “O zamanlar boğaz köyleri arasında tekne yarışı yapılırmış. 1950’de yapılan yarıştaki tekneyi çizmişler duvara ve o teknenin genç işçilerinin adlarını yazmışlar. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir kitabında Tevfik diye bir karakter var. Tevfik İstanbul’da bülbül dinlemeye gidiyor. En güzel bülbül dinlenen yerde Kanlıca körfezi. Şimdi İstanbul’da deniz ulaşımı sadece %4 düşünebiliyor musunuz?” 

Aynı kayıkta yolculuk edemezlerdi

İstanbul’da hali vakti yerinde biri de olsanız kayık sahibiyseniz bütçenizin önemli bir bölümü kayıkçınızın üstüne başına gidermiş. Unvan göstermek kolay değil tabii! Artun Ünsal, “Beyoğlu’nda yalı sahibinin kayıkçısının kıyafeti daha pahalıya mal oluyordu,” diyor.

Haberin Devamı

Kayıkların boyutları, renkleriyle ayırt edildiği Boğaziçi’nde kadınlar ve erkekler aynı kayıkta yolculuk edemezdi. Artun Ünsal, “Kayıkçılar kadın yolcu alırken omzunu verir, eli tutmuyor ve kürek çekerken kadın yolculara hiçbir zaman göz teması olmuyor. Belli kuralları var Osmanlı toplumunun. Kadınlarla erkekler uzun süre aynı kayığa binemiyorlar. Sadece pazar kayıkları mesela Çengelköy’den Eminönü’ne pazar ürünleri götürüyor,salatalık meyve sebze... Bu kayıklarda kadın erkek karışık oturabiliyor ama kadınlar sandalın ortasında erkekler arkasında.”

“İftarda su ve kuru ekmek yiyorlar”

Denizin ana ulaşım hattı olduğu dönemde şüphesiz kayıkçılar sosyal yaşamın ayrılmaz bir parçasıydı. Kimdi pek bu kayıkçılar? Saatlerce kürek çekecek kuvveti nereden buluyorlardı? Artun Ünsal anlatıyor: “İstanbul’un kürekçileri, kayıkçıları genellikle göçmenlerdi. Çırak olarak başlanıyor ve sonra usta olunuyor fakat o zamanlar her isteyen kürekçi, kayıkçı olamıyor. Yani her yerin örgütlenmesi var. Bu mesleğe giriş genellikle küçük yaşta çıraklıkla başlıyor fakat kontrol var yani bir kefil olması gerekiyor bir ruhsat alınması gerekiyor. Kefil iskelenin kethüdası yani kahyası. Bir de baş kethüda var o bütün İstanbul’un iskelelerine bakıyor.  

Haberin Devamı

İstanbul’da kürekçiler kimler derseniz ben gurbetçiler dedim ama Rum da var, Ermeni de var Yahudi de... Yani Müslüman’ı Hıristiyan’ı Yahudisi birlikte çalışıyorlar aynı loncanın üyeleri. 19. YY’dan itibaren milliyetçilik hareketleri başlayınca birazcık tedirginlik oluyor. Eskinin çok dinli çok uluslu ortamı biraz yara aldı. Kayıkçılar iskelelerinde müşteri bekliyorlar. Akşam ezanından sonra artık hayat bitiyor. Onlar da kendi bekar odalarına gidiyorlar. Almanya’ya giden ilk dönemdeki gurbetçiler gibi yemeklerini de birlikte yiyorlar. Temizliklerini yapan yaşlı amcalar var onlara bir ücret ödüyorlar. Maksatları para biriktirmek, bir kayık almak, bunu işletmek zamanı gelince de onu devredip köyüne dönmek. Seyyahların seyahatnamelerin görülüyor Ramazan’da aç susuz kürek çekebilen insanlar. Bu derece güçlüler. İftarda su ve kuru ekmek yiyorlar.”