Pazar “Kanser kendini yok saymanla ilgili bir hastalık”

“Kanser kendini yok saymanla ilgili bir hastalık”

06.03.2022 - 03:00 | Son Güncellenme:

Canan Ergüder, bir yıllık kanser tedavisi sürecinden sonra “Oğlum” dizisiyle ekranlara döndü. Dizide sert bir hikâyenin umut veren kişisi pedagog Demet’i canlandıran oyuncu “Kendime daha fazla değer vermem gerektiğini gördüm” diyor.

“Kanser kendini yok saymanla ilgili bir hastalık”

Canan Ergüder, 2021 Nisan’ında “Menajerimi Ara”nın Feris’i iken bir anda kendisine meme kanseri teşhisi konduğunu açıkladı ve diziden ayrıldı. Şu anda aradan bir yıl geçmiş durumda ve tedavisinin bittiği yerden ekran macerası yeniden başladı. Ergüder “Oğlum” dizisinin pedagog Demet’i; “hikâyenin umut tarafı” olarak kısacık saçları, çocuksu enerjisiyle karşımızda.

Haberin Devamı

“Oğlum” ile ekrana dönmeye karar vermeniz nasıl oldu?

Bu kanser meselesi sonrası kesinlikle çalışmak istiyordum. “Çalışmayı düşünüyor musun?” diye onlar beni aradı, kendimi zaten hazır hissediyordum fiziksel olarak ve bana da çalışmak çok iyi geldiği için kabul ettim. Sadece tabii bir sürü bilinmez var hayatta her zaman olduğu gibi. Altı ay sonra ne olacağını bilmiyorum, tetkiklerim yapılacak, her şeyin yolunda gitmesini istiyorum ve daha fazla da düşünmemeye özen gösteriyorum. Neyse, “Oğlum”un birinci bölüm senaryosu geldi; muhteşem, ağlaya zırlaya okudum. Bana hep öyle oluyor, bir rol hayatta yaşadığım şeylere paralel olarak geliyor bir şekilde. Bir paralellik çıkarabiliyorum içinden. Gittiğimde “Ben Demet rolünü istiyorum” dedim.

Haberin Devamı

Neden özellikle Demet’i istediniz?

Dediğim gibi hayatta yaşadığım şeylerle biraz bir paralellik içeriyor Demet. Umut beslemek, umudun peşini bırakmamak konusunda bütün tersliklere rağmen.

Dizinin “Hikâye ne kadar sert olursa olsun umut her zaman bir yolunu bulur” gibi bir sloganı var doğru hatırlıyorsam.

Evet. “Hiçbir çocuk suçlu değildir, suça sürüklenen çocuk vardır” öbür slogan da o. Çocuklarla ilgili bir konusu olduğu için de çok ilgimi çekti dizi. Zor bir konu, insanı zorluyor. Oyunculuğu da çok zor. Senaryo çok ince elenip sık dokunarak yazılıyor. Pedagog danışmanlar var, onlara danışılıyor.

“Bir umut hikâyesi” diye sunuluyor. Böyle bir hikâyeden nasıl bir umut çıkar, merak ediyor insan.

Ben sana kendi deneyimimden yola çıkarak söyleyeyim: İnsan her şeye alışıyor. Onunla birlikte nasıl yaşayacaksın, önemli olan. Ondan sonra ne yapacaksın? İnsan yoksa bütün acılara alışıyor.

Siz de hayatınızın ve kariyerinizin parlak bir döneminde sert bir kayaya tosladınız diyebiliriz, değil mi? Hem de çok uzun zaman olmadı.

Tam bir yıl oldu. İki gün önce tümörü hissedişimin birinci senesiydi. 17 Şubat’ta tümörü hissettim duşta. Birkaç gün sonra kanser olduğum söylenecek. Benim için çok net o dönem.Her şeyi gün gün biliyorum.

Nasıl geçti bu süre sizin için?

Biz kendi aramızda Kenan’la sayıyorduk, “Üçüncü kemonu oldun bile Canan, dört tane kaldı. Sana da çabuk gelmiyor mu?” diye. Ben çok ağır bir kemo süreci geçirdim. İki haftada bir yüksek doz veriliyordu bana. Bir hafta kemonun etkilerini yaşadığım, ondan sonra bir hafta da kendimi normal insan gibi hissettiğim bir dönem oluyordu. Ve hemen geri dönüyordum, evimi toparlamak, çocuğuma bakmak, yemek yapmak gibi işlere. İnsan yoruluyor ama o tür şeyleri yapası geliyor. Çünkü kendini normal hissettiğin tek yer o.

Haberin Devamı

Bu dönemlerde eşiniz Kenan Ece’nin yaklaşımı nasıldı?

Her zaman tam destek hâlindeydi. Kanser tedavimde bana en büyük katkısı Kenan’ın, aralıklı oruç oldu. Günde sadece iki öğün yiyorum. Bütün kemo sürecim boyunca böyle yaptım. Hastaneler size aralıklı oruç yapın demiyorlar. Ben de bunu başkalarına tavsiye eder konuma düşmek istemiyorum, bu benim doğrumdu, ben yaptım.

Hayata bakışınızda bir değişiklik oldu mu?

Daha sabırlıyım, daha az panik oluyorum. Eleştiriye daha açığım ilginç bir şekilde. Nefes tedavisine gittim. Ben ne yapıyorum da bu böyle oluyor, bunu sorguluyorum. Çünkü tek kontrol edebileceğim şey bu hayatta. Ve çocuğuma doğru şeyler öğretmeye özen gösteriyorum.

Haberin Devamı

Ne mesela?

Sinirlendiği zaman onu kabul etmesini ve nefes alması gerektiğini. Bazı şeyleri olduğu gibi kabul etmesini ki şu an dört yaşında, onun dediği olacak sürecini yaşıyor ama bunu yumuşakça geçirmeye çalışıyorum en azından onunla.

Hâlâ oğlunuza notlar alıyor musunuz? Bir röportajda öyle demişsiniz.

Şu an durduğum bir hâldeyim ama tekrar defterimi çıkardım geçenlerde, yazacağım.

Neler yazıyorsunuz?

Onun gelişimiyle ilgili şeyler, kendisiyle ilgili bilmek isteyeceği, arada benim hislerim. Hani kendime günlük gibi değil de onun belki 18 yaşından sonra bilmesini isteyeceğim şeyler, annesi ne düşünüyormuş, nasılmış, nasıl geçmiş bu dönemler...

Sizin anneniz yazmış mı böyle şeyler?

Yok. Ama annem çok büyük zevkle izliyor, “Ne kadar değişik artık her şey” diyor. Ben Demir’e her şeyi anlatıyorum, en ufak ayrıntısına kadar. Mesela bu kanser meselesinde ne hissetti bilmiyorum ama sanırım bir kayıp korkusu yaşadı. Bu bir travma hâline dönüşür mü dönüşmez mi bilinmez, sanmıyorum dönüşeceğini.  Oturup da ona kanserin ne olduğunu, “Anne çok hasta” falan diye anlatmıyorum. Zaten hastalıklara hassasiyeti var bu arada, “Dinlenmem gerek,” dediğinde fazla üsteleyen bir çocuk değil, anlıyor artık. 

Haberin Devamı

Gerçekten sizin için hayatla dizi biraz iç içe geçmiş.

Çocuklarla olan ilişkim genellikle dürüstlük üzerine zaten. Çocuğum olmadığı zaman da öyleydim, çocuksu bir enerjiyle ve dürüstlükle yaklaşırım ve doğruyu söylerim. En fazla eksik bırakırım kanser gibi bir bilgiyi ama hasta olduğumu söylerim. Ya da en harika durumumda olmadığımı söylerim. Çünkü onu yok saymamak gerekiyor, zaten yok saymanla ilgili bir hastalık kanser. Kendini yok saymanla ilgili bir hastalık.

Siz o anlamda dönüp baktım ilişkilerime dediniz o zaman.

Tabii. Kendime daha fazla değer vermem gerektiğini gördüm. Bu çocuğumla olan ilişkim için de geçerli. Çok fedakâr oluyorsun, kendinden bir sürü şeyler feda ediyorsun, biraz kendini yok saymaya başlıyorsun bir süre sonra. Kendime de bakıyorum artık. Elbette bir anneyim neticede ama kendi yapmak istediğim şeyleri de yapıyorum. Mesela çalışmak. Dizide çalışmak zor bir süreç. Anne yok oluyor, gidiyor. Ama işte çalışmak istiyorum ve dediğim gibi o kadar doğru bir proje ki.  

“Kanser kendini yok saymanla ilgili bir hastalık”

Röportajın tamamı Milliyet Sanat’ın mart sayısında.

“İlk başta kabul edemedim”

Biz tedavi sürecinde sosyal  medyada hep güçlü ve dirayetli hâllerinizi gördük. Belli ki buna çaba göstermişsiniz.

Büyük ölçüde öyle geçti diyebilirim, yani güçlü kaldım. Ne yapacağım ki, çocuğum var bir kere. Çocuğum beni çok zinde tuttu. Sağ olsunlar ailem, eşim, annem, kayınvalidem, ablam yanımdan ayrılmadılar. Demir’in ablası, bakıcısı Gül. Onlarsız bir hayat düşünemiyorum. Beni en çok etkileyen şeylerden biri, saçımın dökülmeye başlaması ve gitmesi, saçımı kazıtmam. Bir insan nasıl kendini bu kadar saçıyla tanımlıyormuş? O sırada pataklayasım geliyordu insanları. Bakamadım kendime ilk başta. Kabul edemedim. Bir hafta sonra peruğu bakıma götürdüğümde “Bakacağım kendime artık” dedim. Ve kafa şeklimin ne kadar güzel olduğunu gördüm. Peruğu da galiba beşinci kür kemodan sonra çıkardım.

“Saçlarım daha koyu ve kıvırcık çıkıyor”

Saçlarınızdan memnun musunuz?

Çok yakıştı bence. Acayip, çok seviyorum saçlarımı. Orijinal rengimden bir tık daha koyu sanki çıkıyor. Herkes bana renk numaramı soruyor. Saçlarımı boyatmadım. Ama sanırım kemo yüzünden bir tık daha koyu ve kıvırcık çıkıyor. Demet için bu saçı seçtik. Çocuksuluğunu göstermek adına hoş bir saç stili olduğuna karar verdik ve dizilerde hiç görülen bir saç stili değil kadınlarda. O yüzden son derece mutluyum, bir yeniliğe daha imza attığım için. Tipim bambaşka, rengim bambaşka, stilim bambaşka, müteşekkirim bu role.