Pazar Önce hukuk okudular sonra istediklerini yaptılar

Önce hukuk okudular sonra istediklerini yaptılar

25.10.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

Altın Portakal’da beş ödül kazanan “Bornova Bornova”nın yönetmeni İnan Temelkuran’ın ablası, Milliyet yazarı Ece Temelkuran. İkisi de küçüklükten beri ne yapmak istediklerini biliyorlardı ama hukuk okudular. İnan Temelkuran bunun sebebini “Biraz babam, biraz annem yüzünden” diye anlatıyor

Önce hukuk okudular sonra istediklerini yaptılar

İnan Temelkuran ikinci filmi “Bornova Bornova” ile Antalya’da ödül aldığında en çok havalara zıplayanlardan biri de Milliyet yazarı Ece Temelkuran’dı. 2003 yılında yazdığı yazıda “Ne zaman ondan gerçekten bahsetsem dünyanın bütün denizleri gözüme üşüşür” dediği kardeşinin, “küçük peygamberi”nin emekleri ödüllendiriliyordu ve bir abla olarak dünyanın bütün yıldızları gözlerindeydi o gece.
Ödülden birkaç gün sonra Ortaköy’de buluştuk Temelkuran kardeşlerle. Sürekli şakalaşan, birbirine çok düşkün iki kardeş.
İnan (33), mutlu haberlerle dolu bir dönem yaşıyor hayatında. “Bornova Bornova” SİYAD ve en iyi film dahil beş ödül aldı, ikinci bebeği Can Lucas yaklaşık bir ay önce dünyaya geldi. Daha ne olsun? Ece (36) ara sıra üşümesin diye kardeşinin sırtındaki şalı düzeltiyor, “İnan, ayakkabının bağı çözülmüş” diye uyarıda bulunuyor; iki çocuğu da olsa küçük kardeş, küçük kardeştir işte.
Konuşulacak da çok şey var, lafı birbirlerinin ağzından alıp devam ettiriyorlar. İnan biraz Kızılderili gibi, tek ve vurucu kelimelerle, kısa kısa konuşuyor, neyse ki açığı Ece ile kapatıyoruz...


Ödül gecesi çok mutlu görünüyordunuz. Gurur duydunuz mu kardeşinizle?
Ece Temelkuran: Vallahi gururdan ziyade acayip sevinçliydim. İnan başından beri çok burnunun dikine gidiyor ve bildiğimiz yöntemlerle yapmıyor sinemayı. Dolayısıyla hayata tırnak içinde “kaybetme riski” çok yüksek bir şekilde başladı. Ben de çok burnumun dikine gittim başlarken ama kardeşimin böyle yapması, bir sürü acı yaşayacak diye beni çok ürkütüyordu. Bu tür bir seçimin ödüllendirilmesi “İyiler kazandı” gibi bir sevinç yarattı.

Siz neler düşündünüz ödüller peş peşe gelince?
İnan Temelkuran: Biraz ağırbaşlı bir halim vardı ya benim, çok sevinmeyi bilemiyorum herhalde de, ondan olsa gerek. SİYAD ödülü açıklandığında, daha kısa filmler var sırada diye rahat rahat bekliyordum, birden elim ayağıma dolaştı.

Ece T.: O kadar heyecanlanmış ki, ben kızdım sonradan, “Yeni bebeğin oldu, bir tane de ödülü ona, Can Lucas’ya ithaf edebilirdin” diye. Yani hiç mi Oscar töreni izlemedin arkadaşım?
İnan T.: Ama kalkmadan önce karımı öptüm.

Düşünemediniz mi bebeğe ithaf etmeyi o anda?
İnan T.: Oraya çıkarsak illa “Hah, elimde mikrofon var, politik mesajı vereceğim” derdimiz var ya. Ben Deniz Baykal’a birkaç şey söyleyecektim ama gelmedi mikrofon ondan sonra bize.

Ne demiştiniz siz konuşmanızda? “Asfaltı çatlatan otlardan biriyiz” miydi?
İnan T.: 12 Eylül bu ülkenin üzerine bir asfalt çekti, biz o asfaltı çatlatan otlardan biri olmak istedik. Zaten Türkler iyi asfalt yapamaz.
Ece T.: Türkiye’de 12 Eylül’de üstünden geçilmiş bir kuşak var. Bu filmler, biz, birer sapmayız o anlamda. Darbeyle bizim gibi insanlar olmasın, başka insanlar olsun diye tasarlanmıştı. Oldu da. Ama bizim gibi insanlar da darbeye karşı kazanılmış birer zaferdi. Festivalde ödül kazanan çocuklar da hemen hemen İnan’ın yaşındalardı, demek ki darbe o kadar da başarılı olmuş değil. Ben bu festivali o yüzden de çok önemsedim, duygusal olarak iyi geldi.

“Benim kardeşim oldu, ayakta çiş yapacak”

Peki siz nasıl bir ailede büyüdünüz? Tesadüf değil herhalde ikinizin de bu bilinçte olması...
Ece T: Evet törenden sonra anneme gelen tebrikler şu yönde: Niye beş tane daha yapmadın bu çocuklardan? Nasıl bir aile meselesine gelince... Geriye bakınca, insanın sonradan okuduğu şeylerin değil önceden ona okunan şeylerin daha etkili olduğunu düşünmeye başladım.
İnan T.: “Küçük Kara Balık”, Behrengi’nin kitabı.
Ece T.: Aynen bunu söyleyecektim. Biz iki Küçük Kara Balık gibi bir şeyiz aslında. Küçük Kara Balık gider ve hikayeleri yaşar yaşar, sonra geri döner ya, biz şimdi hikayeleri yaşadık ve anlatmaya başlıyoruz. Fakat annemin oradaki farkına ben özel bir vurgu yapmak isterim, ben o hikayenin sonunun iyi bittiğini zannediyordum. 30’lu yaşlarımda öğrendim ki “Küçük Kara Balık”ın iyi bitmiyor sonu. Öyle bir “İyiler kazanacak” duygusuyla büyütülmüş iki çocuğuz.
İnan T.: Çocukluk albümlerimizde şöyle şeyler var: Fotoğrafımız, yanında karikatür var. “Kim öldürür, niçin öldürür” karikatürü vardır; çocuk öldürülür, elinden balon uçar. Yanında da yazar: “Bugün Ecevit hükümeti güvenoyu alamadı, düştü” diye.
Ece T.: Albüm değil, ikimizin de birer defteri var, annemizin tuttuğu. Yarı albüm, yarı günlük gibi. İnan’ın defterinin başında Deniz Gezmiş’lerin öldürülmesiyle ilgili yaptığı resim var annemin. Şöyle bir şey de var, uzun yıllar herkesi solcu zannediyordum, herkes bizim gibi sanıyordum. Daha fenası, herkes yazı yazıyor, herkes resim yapıyor, herkes sinemayla ilgileniyor, böyle bir zannetmeyle büyüdük.

Kardeşinizin doğumunu hatırlıyor musunuz?
Ece T.: Hatırlamaz mıyım? Balkona çıkıp bağırmışım “Benim kardeşim oldu, ayakta çiş yapacak” diye. Çok kavga ediyorduk biz, değil mi? İnan çok vahşi bir çocuktu; saçımı çekerdi ve elinde saç yoksa bir daha çekerdi.
İnan T.: Öyle değil, bir daha çekmezdim, kaç tane kaldı elimde diye bakardım.


“Festivali ciddiye alan adam önce gelip iki film izler”

Törendeki kıyafetiniz mesele oldu. Hıncal Uluç, Haşmet Babaoğlu yazılar yazdı. Cannes’la karşılaştırıldı durum...
İnan T.: Bu festival nedense sürekli Cannes’la kıyaslanır, denizinden midir nedir? “Orada şöyle yapılıyor, biz de yapalım”. Niye oradaki şeyi yapmak zorundayız, anlamış değilim. Bu ne biçim bir Eurovision hastalığıdır... Kıyafet meselesine gelince de, orada bir kıyafet yönetmeliği var, bizde yok. Olsaydı, giyerdik, istemeden de olsa.

Festivali ciddiye almamanızla ilgisi yok yani bu tavrınızın...
İnan T.: Ya asıl festivali ciddiye alan adam bunu yazacağına gelir 16 filmden ikisini bari izler önce.
Ece T.: Bu kadar zarfa önem verdiklerini biliyorum da, Haşmet Babaoğlu’nun da mazrufa bu kadar önem vermemesine şaşırdım mesela. Bunlar politik filmler. Bu konuda diyecekleri bir şey yok da gömleğe mi kaldı iş?


“İspanyol karımla dönercide tanıştık”

Sizi İspanya’da yaşamaya iten bir aşk hikayesiydi hatırladığım kadarıyla...
İnan T.: Evet, İspanyol bir kız arkadaşım vardı ama aslında sinema okumaya gittim. İnsan bu ülkeden sonra öyle bir yere gidince, sokağında özgürlüğü daha buram buram hissediyor. Bu beni çok çekti, “Evet buraya alışılır ve yaşanır” dedim.

İspanyol kız arkadaşla yürümedi herhalde?
İnan T.: Haliyle. Sonra dönercide karımla tanıştım ve evlendik. Kristin Amerikalı. İki tane oğlumuz var. Max Ali 2,5 yaşında, Can Lucas 1 aylık.
Ece T.: Ben böyle bir şey görmedim, bir gecede babaya dönüştü adam. İnan’la Kristin,
bu kadar güzel çocuk büyütülebilir, bu kadar eğlenerek, severek. Ben Max’in hakikaten bir insan deneyi olduğunu düşünüyorum. Derler ya “Çocuklar yeterince sevilmiyor” filan, gözümün önünde yeterince sevilmiş bir çocuk büyüyor, bakalım nasıl bir şey olacak.

“İnan yönetmen olalı onunla film izlemek zevksizleşti!”

Yazılarını beğeniyor musunuz ablanızın?
İnan T.: Beğeniyorum tabii canım, kitaplarını daha çok beğeniyorum. Özellikle “Kıyı Kitabı”yla “İç Kitabı”. Çok güzel bir dili var. Çok etkileyici, çok görsel. Bir insanın kafasından nasıl çıkıyor diye düşündürten şeyler.

Siz kardeşinizin filmlerini nasıl buluyorsunuz?
Ece T.: Ben erkeklerin hikayesini iyi bilmem. Erkekler arasındaki gerilimi ve o gerilimin nasıl yükseldiğini müthiş anlatıyor, ben hakikaten ondan çok etkileniyorum. Bir de küçük hikayeden büyük senaryo yazması... İnanılmaz diyalog yazıyor. Ne olursa olsun, küçük kardeşini ayrı bir kimlik olarak görünce başka bir yerden bakmaya başlıyorsun. Ve hakikaten son filmine çok şaşırdım, çok olgun bir film.
İnan T.: Diğeri de olgundu, biraz daha anlaması zor bir işti belki, nasıl diyeyim, serbest vezin bir işti.
Ece T.: Bir de insan ne yaparsa yapsın ilk sanatsal eserde çok fazla kendin oluyorsun. İnan da İspanya’da o filmi çekmeden önce dönercilik yaptı. O yüzden mesela o film beni çok acıttı. İnan’ın ne yaşadığını izlemeye başladım çünkü. Ben hâlâ İspanya’dan nefret ediyorum, İnan’a zor bir hayat yaşattığı için. Fakat bizde aileden alınan bir şeydir bu, bedel ödemek. Ne istiyorsan onun için bedel ödemen gerekir. Bizim şansımız şuydu, ben 8 yaşında net söylediğimi hatırlıyorum, “Ben yazar olmak istiyorum” diye. İnan da biraz daha büyüktü sinemaya karar verdiğinde.

Peki neden ikiniz de hukuk okudunuz?
İnan T.: Biraz babam yüzünden, biraz annem yüzünden. “Bir şey okuyun, ondan sonra ne yaparsanız yapın” dendi kısaca.

Siz iyi arkadaş mısınızdır aynı zamanda?
Ece T.: Evet. Hayatımızın kritik zamanlarında birbirimizle bir uzun konuşma yaparız. Bir de ailece zirvelerimiz meşhurdur. Kuşadası’nda çok küçükken gittiğimiz bir restoran var; oraya gidilir, rakı içilir ve meseleler görüşülür. Ağlamalı gülmeli bir seansın sonunda dönülür. Annemin yaptığı şeylerden bir tanesi bu işte. Özel alanlar, özel anlar yaratmak.

Birlikte yapmaktan hoşlandığınız neler var?
Ece T.: İnan’la film izlemek çok zevksizleşmeye başladı. Çünkü “Gördün mü, şunu fark ettin mi?” diyor.
İnan T.: Artık yapmıyorum.
Ece T.: Şaka yapıyorum. O tabii çok başka türlü izliyor filmi, onunla izlemekten çok keyif alıyorum. Bir de çok güzel yemek yapar, beraber yemek yemeyi çok severiz. Birkaç tane özel yemeğimiz var, lazanya, patatesli köfte; İnan telefon eder “Yaptım, gel” diye, ben de giderim.

“Babam anneme nezarethanede evlenme teklif etmiş”

Haberin Devamı

“Annem Deniz Gezmiş’lerin son mektuplarını dağıtmaktan tutuklanıyor. Buca Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü son sınıf öğrencisi. Erol abisi, TİP’li bir avukat abi olarak geliyor ve onu kurtarmaya karar veriyor. Neticede annemi içeriden çıkartıyor ve nezarethanede evlenme teklif ediyor. Hikayenin ‘meğerse’ bölümü bence daha güzel, bir gün arabada dördümüz gidiyoruz, annem o günlere dair bir şey anlatıyordu. Babam da döndü ‘O mektupları Ege Bölgesi’nde de ben dağıtmıştım’ dedi. Annemin ağzı açık kaldı, ‘Bana yıllardır bunu neden söylemedin?’ dedi. Örgüt disiplinine bakar mısın, evli olduğu insana bile söylememiş.”