Pazar 'Sadeliği ve yavaşlığı seviyorum'

'Sadeliği ve yavaşlığı seviyorum'

03.01.2021 - 03:09 | Son Güncellenme:

“Hekimoğlu” dizisinin İpek’i Ebru Özkan Saban “Ben her şeyin daha sade ilerlemesini seven biriyim, çok karmaşayı sevmiyorum. Sade, yavaş, net  ama iyi olsun. Aynı anda birçok şeyi yapmayı tercih etmiyorum. Çünkü ruhumun dinlenmeye ihtiyacı var” diyor.

Sadeliği ve yavaşlığı seviyorum

 

Kendisini biraz gecikmeli olarak “Paramparça” dizisinin Dilara’sı olarak tanıdığımdan olsa gerek, karşımda soğuk ve mesafeli birini bulacağım, laf lafı açmayacak diye endişe ediyordum. Erken geldiği hâlde hazırlanırken karşısındakini bekletmemek için çırpınacak kadar düşünceli, konuşkan, iki cümle arasında şahane bir kahkaha atan, sıcak ve neşeli bir kadın geldi. Kanal D’nin “House” uyarlaması “Hekimoğlu”nun İpek’iyle başladık söze. En az onun kadar kapalı kutu görünen Ebru Özkan Saban ile devam ettik. Görünen o ki konu soğuklukla değil hayatını ortalık yerde yaşamak istememekle, orada burada boy göstermekten ziyade kendi sade dünyasında mutlu olmakla alakalıydı. Laf lafı açmamak bir yana, bitemedi bir türlü.

Haberin Devamı

Sadeliği ve yavaşlığı seviyorum

- Dizi Ateş Hekimoğlu üzerine kurulu ama aslında üç eski arkadaş var merkezde. Genellikle İpek karakterini de Ateş’e olan tutumu üzerinden okumaya eğilimliyiz, onun hikâyesi hakkında az şey biliyoruz. Sizin için nasıl biri İpek?

İpek mesleğine âşık biri özellikle. Hatta bir repliği vardı dizide, ben onu çok sevmiştim: “Hiçbir şey yokmuş gibi davranıp insanların hayatını kurtarıyor.” Prensipli, kuralcı ve her zaman mesleği adına doğru olanı yapmaya çalışan bir sağlıkçı.

- Bu sezon bir vakaya bakarken çok etkilendi, kendini suçlu hissetti. Ateş de “Hiçbir zaman mutlu olamayacaksın” dedi ona.

Çok kuralcı olmasına bağlıyor biraz. Kadın çok iyi bir yönetici, kimseyi tanımıyor yeri geldiğinde. Elbette ki esnek tarafları var, yenilikçi ve birçok konuda tolere edici davranışları var Ateş’e karşı. Ama Ateş’in de söylediği gibi kuralcı bir kadın. “İyi bir yöneticisin ama mutsuz biri olacaksın” diyor. Çünkü verdiği kararın altında eziliyor bazen.

Haberin Devamı

- Siz buna katılıyor musunuz?

Ben tabii ki İpek’i haklı buluyorum. Bulmazsam anlayamam, oynayamam.

- Sizce bu bir aşk hikâyesi mi aynı zamanda?

Sanırım. Birbirlerini çok eskiden tanıyorlar. İpek’in Ateş’e karşı bir yakınlığı var. Tabii ki Ateş’in de İpek’e karşı bir yakınlığı var. Ve muhtemelen bunu ileride göreceğiz.

- “Mavi Ay”daki David ile Maddie’nin arasındaki gerilimi hatırlatıyor bana. Sanki olmadığı sürece hep izlenilir oluyor.

Evet belki de ulaşılmaz olduğu sürece o arada küçük küçük verdiğimiz kırıntılar daha çekici geliyor olabilir. Bence de o gerilim güzel.

- Siz başlarken kafanızda kurdunuz mu bu adamla kadının arasında ne var diye?

Evet, zaten uyarlama bir dizi de olduğu için vardı, çok eskiden tanışıyorlar, bir dönem kısa bir flört süreçleri olmuş. Sonra hayatlarına devam etmişler. Ateş evlenmiş, boşanmış. O süreçlerde de İpek yanlarında. Çünkü aynı zamanda yakın dostlar. Ateş, İpek, Orhan, üniversite arkadaşı; birbirinin dilini, derdini, her şeyini bilen dostlar. Ama İpek ile Ateş arasındaki bu yakınlaşma durumu, buraya kadar gelmiş ve devam ediyor. Ama hiçbir şekilde birbirlerinin hayatlarına müdahaleci davranmıyorlar.

Haberin Devamı

- Ateş’te biraz taş koyma eğilimi var gibi görünüyor.

Arada bir koyuyor evet. Ben de uzaktan da olsa arada hafif hafif kıskançlık emareleri gösteriyorum İpek olarak.

- Dizi tuhaf bir döneme, pandemiye denk geldi. Böyle bir süreçte sağlık çalışanını oynuyor olmak sizi fazladan düşündürüyor mu?

Tabii ki daha fazla yakınlık hissediyoruz. Çok önemli olduğunu bildiğimiz ve saygı duyduğumuz bir meslekti zaten, şimdi daha fazla görüyoruz, biz de öğreniyoruz vakalarla, olayları öğreniyoruz, terimleri öğreniyoruz. Ne kadar emek verdiklerini, ne kadar zorluk çektiklerini, zorlu şartlarda çalıştıklarını, bir insanın hayatını kurtarmanın ne kadar incelikli ve önemli bir şey olduğunu bire bir görmüş ve tekrar hatırlamış olduk. Ve hatırlatıyor isek ne güzel.

- Tıp konusunda araştırmalar yapıyor musunuz?

Başlangıçta bazı hastanelere gittik, başhekimlerle tanıştık, ortamları gördük, nasıl cihazlar var, neler yapılıyor, herkes kendi branşı konusunda biraz bilgi aldı. Ama elbette hepsine hâkim olabilmemiz mümkün değil, senaryo geldikçe bölümün içindeki vakaları ve onunla ilgili durumları inceliyoruz. Hangi müdahaleyi hangi anlamda yaptığımızı anlıyoruz, öğreniyoruz. Zaten setimizde sürekli bir hemşire var, doktor geliyor, bize sağ olsunlar yardımcı oluyorlar bu konuda.

Haberin Devamı

- Kızınız üç yaşına gelmek üzere. Siz o çok korkulan iki yaşı karantinada nasıl geçirdiniz?

Geçiriyoruz daha. Çocuğa bağlı, ebeveynlere bağlı ve sürece de bağlı bir durum. Ama bizde pandemiye denk geldiği için tabii ki çok sıkışık geçiriyor çocuk. Yine de Biricik başarıyla atlatıyor bence bu durumu. Oldukça yaşının üstünde bir olgunluk gösteriyor.

- Annelikle ilgili çok tatlı, cesaretlendirici cümleleriniz var. Özgürleştirdi beni demişsiniz mesela, onu biraz açabilir miyiz?

Ben çok mutluyum böyle bir şansı yakaladığım için. Özgürleştim evet, gerçekten gereksiz hiçbir şey düşünmüyorum. Herhangi bir takıntım oluşamıyor. Büyük büyük yaşamıyorum hiçbir şeyi. Çok makul bir insan yapıyor bence çocuk bireyi. Rahatlıyorsunuz açıkçası.

Haberin Devamı

- Bazı insanlar da daha endişeli oldum der.

O hiçbir zaman bitmeyecek bir duygu bana kalırsa ama onu da abartmamak gerekiyor. Bu zaten var. Çocuğunuz için sürekli endişeli oluyorsunuz, iyi uyudu mu, iyi yedi mi, iyi oynadı mı, bilişsel gelişimi düzgün oldu mu, duyusal durumu nasıl, sürekli bunlarla meşgulsünüz. Ama bu da tecrübe, birlikte büyüyorsunuz, siz tecrübelendikçe bunlar kahve içer, su içer gibi bir hâle geliyor. Gözlemlemek de öyle oluyor çocuğu. Eskiden gözünüzü dikip bakarken, nefes alıyor mu diye başında dururken mesela şu an Biricik burada olsa, ben onun her hareketini izliyor olacağım ama aynı zamanda sizinle konuşuyor olacağım. Günlük hayatın mekanik bir parçası hâline gelmeye başlıyor. Çok fazla bir yükü olamaz diye düşünüyorum.

- Eğlenceli de olsa gerek?

Bence çok eğlenceli çünkü bir bireyin nasıl büyüdüğünü hatırlıyorsunuz, kendinize hatırlatıyorsunuz. Bir insan nasıl oluşuyor, nasıl olmalı, neler yanlış, neler doğru, bize nasıl gösterilmişti, biz nasıl yapmalıyız, bütün bunları sorguladığınız bir süreç, bana göre. Ben öyleyim, eşim de. Bu size bambaşka bir kapı açıyor zaten.

- Böyle bakınca kaygılarınızı saçma sapan yerlere yönlendireceğinize çocuğunuza yönlendirmeniz daha anlamlı tabii.

Kesinlikle. Sanırım özgürleşme bu anlama geliyor. Rekabetle, onla bunla, gereksiz hiçbir şeyle ilgilenmiyorsunuz. Çok sade bir hayat. Her şey çok yerli yerinde, mantıklı düşünmeye başlıyorsunuz, fevri olamıyorsunuz zaten. Sakinleşiyorsunuz bana göre.

- Siz Ankara Dil Tarih’te okurken “Arzu Tramvayı”nda, “Romeo Juliet”te, “Atları da Vururlar”da oynamışınız. Sonra ama çok tiyatro ağırlıklı gitmedi hayat değil mi?

Burada proje yapıp tekrar dönüp okulu bitirme çabaları derken genellikle sinema ve dizi ağırlıklı gitti. “Pandaların Hikâyesi” diye bir oyun yaptık Oyun Atölyesi’nde, aynı zamanda Haluk Abi’yle (Bilginer) romantik komedi çekerken. Ondan sonra yapamadım çünkü koştur koştur tiyatroya git, oradan çık sete yetiş, müthiş bir sıkışmışlık oluyor. Ben her şeyin daha sade ilerlemesini seven biriyim, çok karmaşayı sevmiyorum. Sade, yavaş, net ama iyi olsun. Aynı anda birçok şeyi yapmayı sevmiyorum. Yapamıyor muyum, yapabiliyorum elbette ama tercih etmiyorum. Çünkü ruhumun dinlenmeye ihtiyacı var.

- Sadelik ve doğallıktan söz etmişken yüzünüz çok güzel ve kıpırdayabiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? O kadar genç yaşlara indi ki botoks, dolgu, vs artık…

Doğal yaşlanmanın güzel olduğunu düşünenlerdenim ben. Bu da algıyla alakalı bence, çocuklara da gençlere de birazcık empoze edilmiş bir durum var. Karşı değilim estetiğe, botoksa, kesinlikle herkes nasıl kendini iyi hissediyorsa öyle yapmalı elbette. Bünyeye yabancı maddeler alınması, sonuçlarının bilinmemesi gibi takıntılarım da olduğu için, çok bildiğim şeyleri deneyebilirim, onun dışında deneyemem. Bir de doğal yaşlanmaya inanıyorum elbette ki.

- Bence de o çizgiler de güzel kamerada. En son Nicole Kidman’ın dizisini izlerken o kadar üzüldüm ki nasıl yapmış bunu yüzüne diye.

Galiba bu empoze edilen şeye bir yerden sonra siz de inanmaya başlıyorsunuz. Hepimizin başına gelebilir. Bu arada çok büyük konuşmamak lazım. Şu anda memnunum gayet, hep böyle bakıyordum, bundan sonra da böyle bakacağımı düşünüyorum. Ama evet, dayatmalar oluyor, herkes öyle bir algı ile size yaklaşırsa bir süre sonra siz de inanmaya başlayabilirsiniz. Çok fazla takığız estetiğe, zayıflığa. Sağlıklı olmaya takmamız lazım, spora takmamız lazım, psikolojiye takmamız lazım. Ruh sağlımıza dikkat etmemiz lazım her şeyden önce. Bambaşka yüzeysel şeylerle çok fazla ilgileniyoruz ve çocuklarımızı da öyle yetiştiriyoruz. Yetiştirmemeye çalışıyorum ben kendi adıma ama biraz bu bakış açısını göz ardı eder ve yolumdan saparsam ben de öyle olmaya başlarım. Sadece tutunmak gerekiyor. Her gün, her şeyi sorgulamak. Nasılım, nereye gidiyoruz, ne yaptık, gün içinde kimi kırdık, nerede yanlış konuştuk, nasıl bir gündü gibi sorgulamaları bir insan her gece yapmadığı sürece bir farkındalığa ulaşamaz bence.

- Yapıyor musunuz siz?

Yapıyorum elbette. Ve her insanın yapması gerektiğine inanıyorum. Çünkü her gün yeni bir gün. Bir hafta önce yapmıştım ben bu sorgulamayı, her şey iyi görünüyordu diye bir algı olmaz. Bugün sizinle tanıştım mesela, yarın başka bir şey olacak, akşama doğru başka bir şey olacak. Günümü değerlendirmek zorundayım, kendimi sürekli eğitebilmek için, yanlışlarımı, doğrularımı görebilmek için.

- Peki, kendinize karşı objektif olabiliyor musunuz, bunu yanlış yaptım diyebiliyor musunuz?

Diyebiliyorum evet. Çok zor bir şey tabii ki gerçekten yüzleşebilmek. Bu da yaşla, olgunlukla, barışık olmakla çok ilintili bir durum bence. Ya sürekli bu hayatta kendimi kandırıp ilerlerim ya da çok güzel bir şekilde yerden yere vururum, sonra severim, sonra hadi canım birlikte el ele yürüyoruz yine derim. Demek zorundayım bence.

Sadeliği ve yavaşlığı seviyorum

“PSİKOLOJİYİ ALAYLI BİR ŞEKİLDE OKUYORUM”

- Oyuncu olmadan arada bir sürü başka iş yapmışsınız. Psikoloji okumayı mı düşündünüz önce, öyle okudum.

İlkokuldan beri oyunculuğu istiyorum.

Ama psikoloji de çok ilgimi çeken bir alandı. Ya önce psikoloji okuyayım sonra tiyatroyla ilgileneyim ya da önce tiyatro sonra psikoloji olsun gibi ikili bir durumum vardı, önce oyunculuk oldu. Psikolojiyi de ben kendime yan dal olarak alaylı bir şekilde okuyorum. Felsefe, psikoloji, bunlar bence bir insanın hayatında olması gereken en önemli dallar.

- Garsonluk, sigortacılık gibi işler ne zamana denk geliyor?

Hepsi üniversiteye hazırlık dönemlerinde yaptığım işler. Çok büyük avantajlarını görmüşümdür hayatımda, farklı meslek dallarını tanımanın, orada çalışmanın. Garsonluk yaptım Ankara’da bir iki lokalde, sigortacılık yaptım, bilet kesmişliğim bile var bir otobüs

firmasında. Bir kitapçıda çalıştım, en sevdiğim işlerden biriydi. O kitapçıda menajerlik yapmaya başladım bu sefer, şehir şehir gezip kitap fuarları yapıp onları sattık. Götürürken de okuyorduk, öyle öyle geliştik aslında.

“GÖKYÜZÜNÜ MERAK EDİYORUM”

- Bülent Şakrak’la olan programınızda anlatıyorsunuz, astrofiziğe merakınız varmış. Nasıl doğdu o?

Gezegenlerle, gökyüzüyle, hangi gezegen nerede, nasıl, neredeyiz gibi sorularla başlayan bir süreç. Her insanda aslında olması gereken bir süreç, geç kalmış da olsam bende devam ediyor.

- Bugün ben de ilgilenmek istesem nereden başlayacağım?

Teleskopla. Okumak tamam, fakat gerçekten görmek, çok farklı bir duygu. Ayı ilk gördüğümde çok farklı hissetmiştim teleskobumla mesela. Eşim doğum günü hediyesi almıştı bana teleskop, kurduk birlikte, hemen bir bakalım dedik. O gün dolunay vardı, inanılmaz bir şeydi onu o kadar yakın görüyor olmak. Çok değişik bir duygu, kendi dünyanızın dışına bakıyor olabilmek. Sürekli aynı seviyeye bakma duygusundan sıkılmış olmamdan kaynaklı belki. Yukarıyı merak ediyorum biraz. Başımızı yukarı çevirdiğimizde başka bir şey var. Çok fazla bu küçük şeylerle uğraşmanın mânâsı yok gibi.

Sadeliği ve yavaşlığı seviyorum

Röportajın tamamı Milliyet Sanat ocak sayısında.