Pazar “Türk kadını sinemada artık daha iyi anlatılıyor”

“Türk kadını sinemada artık daha iyi anlatılıyor”

27.09.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:

Usta oyuncu Nihal Koldaş’ın rol aldığı iki film “Mustang” ve “Ana Yurdu” büyük başarılar elde etti. Koldaş kadınların hikayelerine odaklanan bu filmlerle ilgili “Türk kadını sinemada daha iyi anlatılıyor artık. Kadın yönetmenlerle yurt dışında da bunun karşılığını alacağız” diyor

“Türk kadını sinemada artık daha iyi anlatılıyor”

Oyuncu Nihal Koldaş’ın rol aldığı, Deniz Gamze Ergüven imzalı “Mustang” filmi sürpriz bir şekilde Fransa’nın Oscar adayı oldu. Koldaş, aynı zamanda Senem Tüzen’in “Ana Yurdu” filmindeki rolüyle ise Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülüne değer görüldü. Üstelik bu iki filmin ortak bir özelliği var: İki film de kadınlara ve kadınların birbirleri arasındaki ilişkilere odaklanıyor: “Ana Yurdu” bir anneyle kızının taşradaki birkaç gününü, “Mustang” ise beş kız kardeşin özgürlük öyküsünü anlatıyor...

Haberin Devamı

Koldaş ile Türk sinemasını, televizyonu, “Mustang”i ve finaliyle kendisini göz yaşlarına boğan “Ana Yurdu”nu konuştuk...

Altın Koza Film Festivali’nde ödül töreni düzenlenmedi. Düzenlenseydi ödülünüzü aldığınızda nasıl bir konuşma yapardınız?

Son yıllarda ödül törenlerinde alışılagelmiş konuşmaların yerini ülkeyle ilgili dilekler aldı. Gündemimiz de hızla değişiyor. Altı ay önce olsaydı kesinlikle kadınlarla ilgili bir şey söylerdim. Kadınların toplumdaki yeri ya da kadına şiddet üzerine söyleyecek sözüm olurdu. Fakat şu an en önemli şey barış. Yurttaşlar olarak çok ciddi bir demokrasi sınavında olduğumuzu düşünüyorum. Bunu başarmak zorundayız.
En büyük dileğim bu.

Çok üzücü olaylar yaşadık ama bunun gibi şeyler yaşandığı zaman ilk olarak kültür sanat etkinlikleri iptal ediliyor.

Haberin Devamı

Bu direkt olarak kültür ve sanata nasıl bakıldığının bir göstergesi. Sanat hayatın önemli bir alanı değilmiş, yalnızca bir eğlenceymiş gibi bir algı var. Halbuki sanat; hayatı yeniden üretmenin, onu yeniden anlamlandırmanın, derinden anlamanın yollarından biri. Dolayısıyla her an, özellikle kriz anlarında sanata sıkı sıkı sarılmalıyız ki hayatı yeniden üretebilelim.

“Her anne-kız kendinden bir parça bulabilir filmde”

Filmde kızıyla arasında anlaşmazlıklar olan, batıl inançlara sahip zor bir karakteri canlandırıyorsunuz. Bir oyuncu böyle bir karaktere nasıl hazırlanır?

Bu aslında benim başıma gelebilecek en güzel rollerden biriydi. Çünkü her oyuncu boyutu, katmanları olan karakterlerle karşılaşmak ister. Bu çok sık karşılaşılacak bir şey de değildir. Senaryo bana ilk geldiğinde beni en çok etkileyen yanı yarattığı karakterler oldu bu nedenle. Aslında bu karakter kişilik olarak bana çok uzak. Buna karşı empati kurabileceğim de çok yanı vardı. Ben oraları cımbızla çekip oradan karaktere girmeye çalıştım.

“Bana uzak bir karakter” dediniz...

İlk önce köken olarak uzak. Ben kentliyim. Dinle yoğun bir ilişkim yok. Din benim için esas olarak kültürdür. Ayrıca sağduyulu bir insan olduğumu sanıyorum. Kızımla ilişkimde de karakterden oldukça farklıyım. Onun kişiliğini bulmasında onu özgür bıraktığımı düşünüyorum. Tabii kızımla da konuşmanız gerekir...

Haberin Devamı

Benim için “Ana Yurdu”ndaki anne-kız hikayesinin en ilginç yanı birlikte hüngür hüngür ağlamalarından dakikalar sonra kahkahalarla gülmeleriydi. Gerçekten böyle midir anne-kız ilişkileri?

Evet. Zaten karakterin bazı özelliklerini cımbızla çekip çıkardım derken de bundan bahsediyordum. Her anne-kızın kendinden bir parça bulabileceği anlar var filmde. Ve gerçekten böyledir anne-kız ilişkileri. Hem ondan kopmak istersiniz
hem de koptuğunuzu hissettiğiniz anda bir yalnızlık duyarsınız. Bu hem anne hem de çocuk için geçerli. Çünkü anneniz arkanızda güç olarak durduğu sırada da sizi engelleyen bir tavrı vardır.

“Senem Tüzen çok cesur bir yönetmen”

“Ana Yurdu” bir ilk film. Daha önce de ilk filmlerde rol aldınız. Bir oyuncu için riskli midir bu?

Bu benim yedinci ilk filmim. Filmleri kabul ederken senaryoya bakıyorum ve oynadığım tüm ilk filmlerin senaryoları çok iyiydi. Bu konuda da yanıldığımı sanmıyorum.

Haberin Devamı

Çekimler nasıldı, zorlandığınız anlar oldu mu?

İlk filmi olmasına rağmen Senem Tüzen çok cesur bir yönetmen. Çekim sırasında bazı yeni sahneler önerdi. Bu bir oyuncu için kolay değildir. Anında adapte olmanız gerekir. Bazı sahneleri doğaçlama çektik. Oyuncu olmayan, köyden kadınlarla çektiğimiz bazı sahneler var. Bu da hiç kolay değil. Çünkü karşınızdaki insanların metne bağlı olmadıklarını, hatta metni ezberlemediklerini biliyorsunuz. Konuşmaları senaryonun gerektirdiği yöne kaydırmaya çalışıyorsunuz sohbetin doğallığını bozmadan. Öte yandan Esra Bezen Bilgin gibi hem güçlü hem de hassas bir oyuncu ile çalışmak büyük şans oldu benim için. Yalnızca bir oyunculuk alışverişinin ötesinde tanıdığım için çok sevindiğim biri Esra. Zorlu bir çalışma süreci sonunda böyle hissetmek ve hissettirmek önemli.

İlk seyrettiğinizde nasıl hissettiniz?

İlk kez Venedik’te izledim. İlginç oluyor izlemek. Çektiğimiz bazı sahneler yok çünkü. Filmi izlediğim zaman senaryoyu okuduğumdan çok daha fazla etkilendim. Özellikle final sahnesi... Zor bir finali, seyircinin zor kabul edebileceği bir finali, çok insancıl bir noktaya getirmiş yönetmenimiz. Çok etkilendim.

Haberin Devamı

“Yeni nesil tabulara karşı çıkıyor”

İlk filmleri bildiğiniz için size “yeni Türk sineması”nı da sormak isterim...

Yalnızca sinemayla ilgili değil ben yeni neslin tümü hakkında olumlu düşünüyorum. Vizyonları geniş, kendilerine güveniyorlar, tabulara karşı çıkıyorlar... Beslendikleri kaynaklar zengin olduğu için kendilerine has bir dil yaratmada da başarılılar.

Yeni neslin fikirleri sinema gibi televizyon ve tiyatroya da yansıyor mu?

Televizyon bambaşka bir alan. Çok büyük bir endüstri. Çok ticari bir alan. Bu ticari alan siyasetin kontrolü altında büyük ölçüde. Bu nedenle bireylerin TV’de kendilerine bir yer bulabilme şansı pek olmuyor. Tiyatro böyle değil. Sadece emeğe ihtiyacı var. Bakın mekana bile ihtiyacı yok.

Anladığım kadarıyla televizyonun sanata en büyük katkısı sanatçıların hayatlarını idame ettirmesini sağlamak.

Evet. Tabii ki.

Yine de dizinizden bahsedelim... “Bir Deniz Hikayesi”... Bozburun’da çekiliyor. Oradaki hayatınız nasıl?

Bozburun harika bir yer. Bunun sebebi belki de kara ulaşımının zor olmasıdır. O kasaba havasını koruyor böylece. Huzur verici... Tabii bu atmosfer çekime de yansıyor. Filmlerin aksine
çok rahattı.

“Batı’da Müslüman ülkelerdeki kadınlara karşı bir ilgi var”

Yine bir kadın hikayesi olan “Mustang” filminde de rol aldınız; film Fransa’nın Oscar adayı da oldu. Türkiye’de ekimde gösterilecek ama yurt dışında büyük ilgi görüyor “Mustang”. Nedir sırrı?

Umulmadık bir ilgiyle karşılanmıştık zaten “Mustang”in Cannes’daki gösteriminde. Bence önemli olan zamanlama. Şu sıra özellikle Batı’da Müslüman ülkelerdeki kadınların durumuna karşı bir ilgi var. Bu nedenle bu hikayeler bir puan önde. “Mustang”de de yönetmenimiz kendi ilkgençliğinden anlar katmış filme. Kadın yönetmenlerin sayısı arttıkça ve onlar kendi hikayelerini anlattıkça yurt dışında da bunun karşılığı alınıyor.

“Sesini yükselten kadınları da göreceğiz”

Yabancı sinemaseverlerin Türk kadınlarına bakışı da değişiyor sanırım...

Evet. Venedik’te şöyle bir soru geldi: “Türk kadınının sessiz olduğunu düşünürdük. Bu filmde çok konuşuyorlar... Toplumdaki bir değişim mi bu?” Hayır değil. Bu Türk kadının daha önce sinemada pasif olarak konumlandırılmasıyla ilgili. Türk kadını çok konuşuyor aslında. Anadolu’da da güçlü bir figür ayrıca. Sadece olumlu anlamda değil, olumsuz anlamda da... Aynı benim canlandırdığım karakterde olduğu gibi. Çocukları üzerinde olumsuz etkisi de olabiliyor. Türk kadını sinemada daha iyi anlatılıyor artık. Bu nedenle kadın yönetmenler kendilerine yakın hikayeler yazdıkları zaman erkeklere karşı sesini yükselten kadınları da göreceğiz.