Pazar "Tutumlu, sade, çocuğunun elbisesini kendi diken kadınlar"

"Tutumlu, sade, çocuğunun elbisesini kendi diken kadınlar"

29.10.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Onları hep fotoğraflardaki protokol duruşlarıyla tanıdık. Gazeteci Ayça Atikoğlu'nun "Cumhurbaşkanı Eşleri" adlı kitabı, Latife Hanım'dan Nazmiye Demirel'e kadar Çankaya Köşkü'ne, namıdiğer Pembe Köşk'e çıkan kadınları anlatıyor.

Tutumlu, sade, çocuğunun elbisesini kendi diken kadınlar

Ayça Atikoğlu "Cumhurbaşkanı Eşleri" adlı kitapta Çankaya Köşkü'nün hanımefendilerini yazdı axpaz021.jpg Son 30 yıldır konuştuğumuz Kenan Evren'in eşi Sekine Evren'in yüzünü bile görmedik. Demirel'in konuşmasını taklit eder olduk ama Nazmiye Demirel'in sesini neredeyse hiç duymadık. Onların çoğunu "resmi tarih albümleri"nde, siyah-beyaz fotoğraf karelerinde protokol duruşlarıyla bildik. Bazılarını giysilerinden, ayakkabılardan, şapka ve çantalarından hatırladık...Gazeteci Ayça Atikoğlu'nun kitabı "Cumhurbaşkanı Eşleri" (İnkılap Yayınevi) bu yüzden önemli. Türkiye'yi yönetenlerin kapısını bize, o köşkün kadınlarını anlatmak için aralıyor. Köşkün gizemini çözmek için biri hariç dokuz kadını bir araya getiriyor ve o yüzümüzü sıkıştırdığımız kapı aralığından bize Çankaya kadınlarını anlatıyor:Latife Hanım ne kadar "kibirli bir hüzün" ise Mevhibe İnönü, mutfağında reçel kokan o kadar pembe bir kadın... Reşide Bayar'ın içe kapanık direncinin, Melahat Gürsel'in abartılı dürüstlüğüyle buluşmasına tanıklık ediyoruz. Atıfet Sunay'ın her şeyi yenilediği köşkte kendi sulietini nasıl yok ettiğini de...Sekine Evren'in sert kararlılığını, Semra Özal'ın yargıları bozmaya tenezzül etmeyen duruşunu, Nazmiye Demirel'in isterse zekasıyla nasıl bozabileceğini anlıyoruz. Ve Emel Korutürk "kendine yetme" halinin portresi..Yani bu kitap, bildik reisicumhur eşleri ezberimizi bozacak gibi duruyor! Türkiye kendi siyasal tarihini "erkekleri" ile yarattı. Bu yüzden yönetenlerin tarihini yazarken "refakatçi" kimlikleriyle yanlarında yer alan kadınların birçoğu ya unutuldu ya da yok sayıldı. "Çankaya kadınları"nın bazılarını hiç tanımadık. Kadıköy'de bir kafede otururken konu nasılsa Semra Özal'dan açıldı. Ayaklarının fotoğrafı, "yazısız" ibaresi ile yayımlandığında bile tanınabilecek kadar bildikti. Ama "kahkaha-puro" klişesinin ötesine pek geçilememişti. Muhabbet derinleştikçe bize sunulandan farklı bir Nazmiye Demirel, Emel Korutürk, Mevhibe İnönü varmı dır diye merak ettik. Reşide Bayar, Melahat Gürsel, Sekine Evren ile tanışamamıştık bile... Bu konuşmanın hemen sonrası Mevhibe İnönü'nün yaşamını okumaya başlamıştım ama gazete arşivlerinde, diğer Çankaya kadınlarıyla ilgili cılız bir-iki bilginin dışında hiçbir şey yoktu. Çankaya Köşkü'nün arşivinde doğum ya da ölüm tarihleri bile yer almıyordu. Halktan gelmiş birkaç mektup dışında Türk "first lady"lerle ilgili hiçbir kayıt tutulmamıştı. En azından bana yapılan açıklama böyleydi.. Siz yıllarca kültür-sanat haberleri yaptınız, köşe yazdınız ama birdenbire lider eşleriyle karşımıza çıktınız. Neden? "Anılar kimi zaman yanıltıcı olabiliyor" Evet, sadece Nazmiye Demirel 1960'lı yıllarda yaptığı tek söyleşinin kopardığı gümbürtüden sonra 50 yıldır ağzını açmıyor. Gazetecilere gül reçeli ikram ediyor, esprilerini patlatıyor ama daha fazlasına izin vermiyor. Semra Özal diğerlerinin tersine birçok röportaj kabul etmiş ama önemli ve değerli bulduğu hiçbir anısını anlatmamış, "Hafta içi gezerim, giysilerimi tersyüz ederim, bir ruj sürer çıkarım" minvali üzerine gitmiş. Kitabınızda da Latife Uşakizade, Mevhibe İnönü, Reşide Bayar, Melahat Gürsel, Emel Korutürk'ün yaşamları boyunca tek bir söyleşi bile kabul etmediklerini yazmışsınız. Üç yılı aşkın... Sözel bir tarih oluşturmak o kadar kolay değildi. Devreye, korku ve belleksizlik giriyor. Devleti birinci dereceden temsil eden şahıslarla ilgili olarak kimse, öyle kolay kolay konuşmak istemiyor. Ayrıca anılar yanıltıcı da olabiliyor. Bugün hayatta olmayanların savunmasızlığını da göz önüne alırsak ahlak ve tarafsızlık bu noktada çok önem kazanıyor. Yazılı belge bulmak imkansızlaşınca sözel anlatımlarla yetinmek durumunda kalırız. Sözel tarih en zor olan değil midir? Kaç yıl sürdü bu çalışmanız? "Semra Sezer konuşmak istemedi" Kitap üzerine çalışmaya başladığım ilk aylarda Çetin Altan "Tanık bulmakta çok zorlanmayacaksın" demişti. Dediği tabii ki doğru çıktı. Ama anı toplarken yazan kadar anlatanın da güvenilir olması önemli. Tanıkların anlattıklarının hepsi kabul görmedi. Örneğin Turgut Özal'ın bir akrabasının ya da bazı gazetecilerin anlattığı anıların bir kısmı Semra Özal tarafından doğrulanmadı. Yıllarca üzerinde çalıştığım anıların bir kısmını kitaptan çıkarmak durumunda kaldım. Anlatıcısına çok güvendiğim halde hukuki ve ahlaki sebeplerden dolayı birçok olayı yazmaktan da ben vazgeçtim. Anlatılan ama sizin yazmak istemediğiniz şeyler oldu mu? Anıları toplamaya sondan, Semra Sezer'den başladım aslında. Çankaya'ya ev sahibeliği yapmış kadınlara dair, tarihe hiç kayıt düşülmemiş olduğunu belirten uzun bir faks çektim. Ne var ki Semra hanım bunu "gazetecilik" olarak kabul etti ve özel kalemi aracılığı ile hiçbir gazeteciyle söyleşi yapmadığını belirtmekle yetindi.Bu kitabın oluşum sürecinde doğal olarak birçok defalar Çankaya'daki özel kalem müdürleri, sekreterler, arşiv sorumluları ile görüştüm. Hemen herkes "Ankara muaşereti" içinde davranıyor. Ancak tüm kibarlıklarına rağmen Çankaya'yı ziyaret edemedim. Sayın Sezer'in özel kalem müdürü, "Nasıl yani, cumhurbaşkanımızın evine sizi nasıl sokalım?" dedi. Yani bu kitabı Çankaya'yı görmeden yazdım. Semra Sezer kitapta neden yok? "Göbek atmayan kadınlar onlar" Türkiye'de modernliğin görüntüsü kendisinden daha önemli. Şimdilerde yaşananlar belki de yüzümüze vurulan kendi gerçeğimizdir. O yüzden yaşananlara da yaşatılanlara da biraz küskünler. En belirgin özellikleri milliyetçi olmaları. Milli duruşlarında İdil Biret, Suna Kan figürü önemli bir yer tutuyor; göbek atmayan kadınlar onlar.Yetiştiği ortamın kültürel zenginliğinden dolayı Emel hanımı bir yana bırakırsak, Çankaya kadınlarının çoğu orta sınıftan, tutumlu, çocuklarının elbiselerini kendileri diken, sade kadınlar. Kocalarından bağımsız figür sergilememişlerse de belli durumlarda hemen hepsi kişiliklerini ortaya koymuş. Kitabınızda Rilke'nin "Ve kolay yargılamalarının donuk duygularıyla soylulanırlar" dizesinden yola çıkıp Çankaya kadınlarının da bundan nasiplerini aldığını söylüyorsunuz. Çankaya'nın sizce "ev gerçeği" ne? "Onlara refakatçilik dışında rol yok" Nasıl ki Latife Hanım'la Batı'nın kültürel şekilciliğine yöneldiysek bugün de dinsel şekilciliğe yöneleceğimizi düşünüyorum. Türkiye zaten Müslüman bir ülke. Her iktidar kendi değerini yaratır. Dolayısıyla bugün de dini değil ama dinsel şekilcilik dönemini yaşadığımız kesin. Bu dönem de onun dönemi olacak diye düşünüyorum. Çankaya kadın protokolüne göre düzenlenmiş bir yer değil. Kadına da "refakatçi" olmanın dışında bir rol verilmemiş. Çok fark olacak mı bilmiyorum ama biçimsel bir fark olacağını da düşünüyorum. Çünkü her dönem kendi içinden neyi talep ediyorsa onu yaratmış. Örneğin Emel Korutürk bir dönem önce gelmemiş. Türkiye'nin kitlesel anlamda solla, sendikayla örgütlerle tanıştığı dönemde gelmiş. Bu yeni dönemin de kendi özelliğini birebir yansıtacağına inanıyorum. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Çankaya kadınlarının başlarını açmalarının bir travma olduğunu ama bu kadınların bu olayı dramatize etmediklerini söylüyorsunuz. Bugün Çankaya'nın etrafına dolanan türbanı, AKP iktidarında da dramatize etmeme mümkün olacak mı? "Hepsi yorgun ama sağlam kişilikler" Evet, yorgun ama hepsi sağlam kadınlar. Zorluklara pabuç bırakmayan, iktidara çok da tenezzül etmeyen kadınlar. Bu dünyasal meseleler o kadar da kolay meseleler değil. Gerçekten sağlam bir duruş ve kişilik gerektiriyor. Buna karşın kitabınızda "Meşrutiyet'in dar sokaklarından çıkıp Cumhuriyet'in ana caddelerinde yaşamak durumunda kalan Çankaya kadınları'nın" ortak paydaları var; tutumlu, vıdı vıdısız ama yorgun kadınlar... "Nazmiye hanımla ilgili ezber yanlış" Başka çünkü bu kadınların bize yansıtılan halleri doğru değil. Örneğin Nazmiye Demirel bize anlatılan kişi değil. Hayatının terbiye, insancıllık, paylaşım, idare olduğunu gördüm. Kuvvet komutanlarının eşlerini de idare edebiliyor DP'lisini de, CHP'lisini de, AP'lisini de...Bugün istenmeyen bir misafir geldiğinde elimiz ayağımız dolanıyor, yüzümüz düşüyor, hazırlıksız yakalanıyoruz. Nazmiye hanımın kapısı hepsine, her saat açık. Kendisinde çok büyük bir terbiye, zeka ve disiplin var. Hatta Türkiye'nin Nazmiye hanımla ilgili ezberinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Nazmiye hanım edilgen bir kimlik olarak bilindi ama özellikle DYP muhabirlerinin anlattıklarına bakarsak görürsünüz ki o "Demirel'i var eden kadın" olarak biliniyor.Emel hanım da modalı, kibirli ve uzak diye bilindi. Modalı ama kibirli ve uzak değil. 90 küsur yaşında, buna rağmen hâlâ aktif politikayla ilgili. "Bugün Özal'ın yaptıklarını tekrar gözden geçirmemiz lazım" diyecek kadar politik. Cumhurbaşkanlarının eşleri her ne kadar toplum karşısında "sıradan" ve "sessiz" ve "kimliksiz" duruşlarıyla hafızalarımızda yer edindilerse de kitabınızda köşkün içindeki "ev gerçeği" başka. KİTAPTAN BÖLÜMLER MEVHİBE İNÖNÜ Süleymaniye'deki dede evinde Osmanlı geleneği ile çelişkisiz büyüyen Mevhibe Hanım, son derece huzurlu bir yapıya sahiptir. Cumhuriyet kültüründen dolayı hep eşinin yanında, toplumun önündedir (...) Umut dolu toplum gibi o da umutlu, mutlu bir kadındır; pembe evinde, mevsim reçelleri kokan mutfağında pespembe bir yaşamı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Umutlu, mutlu bir kadın SEKİNE EVREN Yaşamı boyunca CHP'yi destekleyen Sekine Evren, cumhurbaşkanı eşi olup da Çankaya'da oturmamış tek First Lady'dir. Kenan Evren, Çankaya'ya ancak onun ölümünden sonra yerleşir. Çankaya'da hiç oturmadı ATIFET SUNAY 1966-1973 yılları arasında Çankaya'ya Atıfet Sunay ev sahibeliği yaptı. Atıfet Hanım, Karadeniz fıkraları ve hikayeleri anlatmayı seven, konken oynayan, son derece rahat, konuşkan, neşeli, hareketli bir kişilikti. Atıfet Hanım, Latife Hanım'dan sonra Köşk'ü değiştirmeye yönelen ilk hanımefendi oldu. Atatürk'ün Çiftlik'teki evinden gelen tarihi eşyaları tamir ettirdi. Kenan Evren'in Cumhurbaşkanlığı döneminde kullandığı Atatürk'ün maroken masası da o dönemde tamir ettirilmişti (...) O kadar mütevazıydı ki Kraliçe Elizabeth ve ailesi ziyarete geldiklerinde kullanılacak çarşaf takımı olmadığı için, Atıfet Sunay, gelini Sevgül Hanım'ın çeyizindeki takımı kullanmak durumunda kaldı. Kraliçe geldiğinde, gelininin çeyizindeki çarşafları kullandı EMEL KORUTÜRK Çankaya Köşk'üne Sunay'lardan sonra ev sahibeliği yapan Emel Korutürk'ün yapısı ise 70'li yılların ikinci yarısında sola açılmaya başlayan Türkiye'yle bir başatlık arz ediyor. Ülke, 1970'lerle birlikte sol örgütlerle tanışmaya, sendikal örgütlenmeye, grevlere ve artan sanat etkinliklerine sahne olmaya başlamıştı. Sunay döneminde bir yazısından dolayı hapse atılan Çetin Altan da Korutürk döneminde özgürlüğüne kavuşacaktı. Emel Hanım tartışılmaz zerafetinin yanı sıra Cumhurbaşkanı eşleri içinde sanata ve sola en yakın olanıydı. O, Çankaya yıllarında hem restorasyon çalışmaları yaptıracak hem de Ankara'yı büyük bir sanat galerisine kavuşturacaktı. Emel Hanım yabancı dil bilen bir First Lady olarak yurtdışından pek çok konuğu ağırlıyordu. Ama onu en çok Abidin Dino'nun Paris'ten gelip Çankaya'yı ziyareti sevindiriyordu. Sola ve sanata en yakın olanıydı NAZMİYE DEMİREL 1993'te Turgut Özal'ın ölümü ile boşalan Çankaya'ya, bu kez Süleyman Demirel yerleşecekti. Nazmiye Hanım alabildiğine bağlı olduğu Güniz Sokak'taki evinden çıkmak istememiş, "bu işler buradan yürütülemez mi?" diye sormuştu. Nitekim Çankaya'da oturduğu sürece sık sık evine gelmiş, bulgurunu fasulyesini Güniz Sokak'taki evinden götürmüştü. Nazmiye Hanım bir dönem Çankaya'nın hanımefendisi olmuş olsa da Türkiye onu Güniz Sokak'taki evinde tanıdı. Bu yüzden onu Çankaya ile pek de özdeşleştirmedik... Ne ile mi özdeşleştirdik? Nazmiye Hanım elli yıla yayılmış imajı ile galiba Türkiye'nin olağan ve durağan yıllarını temsil ediyor ve hâlâ Güniz Sokak'ta oturuyor. Güniz Sokak'ı bırakmak istemedi REŞİDE BAYAR Köşke 22 Mayıs 1950'de yerleşen Reşide Hanım'ı köşk çalışanları, "Sakin, sessiz, dinine bağlı bir hanımefendi" olarak tanımlamıştır. Yeni evlendiği yıllarda kocasını kolluk kuvvetlerine karşı korumak için gölge oyunu oynayacak kadar cesur olan Reşide Hanım, 27 Mayıs 1960'a kadar ev sahipliği yaptığı Çankaya'dan, askeri darbe sonucu son derece üzgün ayrılmak zorunda kalır. Bir evladını kaybeden, parti çalışmalarına katılmayan, daha çok odasının korunaklılığına sığınan Reşide Hanım 1960 sonrasını sürgünde, sürgün sonrasını Kayseri yollarında geçirir. Yorgun yaşamı, hapishane yolunda bir tren yolculuğu esnasında son bulur. Çankaya'dan üzgün ayrıldı SEMRA ÖZAL Ve geliyoruz 1980'lerin sonlarına... Askeri darbenin acıları hafiflemeye yüz tutmuş, piyasa açılmış, dış ilişkiler gelişmeye başlamış, ortalık pek bir bollanmış, özel sermaye güçlenirken, halk neşesine tekrar kavuşmuş, Türkiye tüketimle ve Semra Özal ile tanışmıştır.Semra Özal o yılların özeti gibidir: Birbirini izleyen davetler, "havyar ve şampanya"lar, dış geziler, mutlaka çıkılan yaz tatilleri... Semra Özal'ın rahatlığı, özgüveni sadece Turgut Özal'a değil halka da yansıyordu; kuru fasulyeye iade-i itibar edilmiş, Ankara'dan gelen sinyalle göbek atmak, köy düğünlerinden Etiler barlarına ve giderek tüm Türkiye'ye yayılmıştı...Semra Özal'ın bağımsız kimliği hemen her şeye yansıyordu. Mükemmel kadın prototipi de İdil Biret-Suna Kan klişesinden çıkmış, renklenmişti. Kadınlar bir vesile ile kendilerini ortaya atar olmuşlardı, illa ki "önemli" bir şey yapmak, keman çalmak, tiyatrocu, doktor olmak şart değildi artık hayat sahnesine fırlamak için... Cefadan çok sefayı seven Semra Özal, Çankaya sefasına son verip, çok sevdiği eşi yanında olmaksızın Büyükdere'deki evine yerleşti. Semra Hanım'ın neşesi şimdilerde yine yerine gelmiş görünüyor. Davetlere gidiyor, Kuran okuyor ve din devlete alet edildiği için o kadar üzülüyor ki "bazı geceler boğularak kalkıyorum" diyor. Davetlere de gider Kuran da okur