Arkeoloji Hafızalardaki Antakya

Hafızalardaki Antakya

19.02.2024 - 04:24 | Son Güncellenme:

Deprem, geride gezilecek değil ancak hatırlanabilecek bir Antakya bıraktı. Kent küllerinden yeniden doğana kadar, belleklerimizde yaşamaya devam edecek. Sonra bir gün tekrar parlayacak zengin tarihiyle.

Hafızalardaki Antakya

Nükhet Everi | n.everi@yahoo.com-  Bir zamanlar GAP turlarının bir parçası olan Antakya, 2000’li yılların başından itibaren tek başına ziyaret edilen şehirlerden biri olmaya başlamıştı. Acenteler iki-üç günlük programlarla bu güzel beldeyi gezginlere sunuyorlardı. Antakya Hatay’ın bir ilçesi olmasına rağmen ziyaret yerlerinin büyük bir çoğunluğu Antakya’da olduğu için turlar da Hatay değil, Antakya adıyla anılıyordu. Genelde Antakya gezileri panoramik bir turla başlatılırdı. Bu tur esnasında Antakya’nın köklü tarihinden bahsedilirdi. Anadolu’nun aslında her noktasında olduğu gibi Antakya’nın da en eski çağlardan günümüze kadar tarihini toparlayarak anlatmak büyük maharet ve ciddi bilgi birikimi ister. Antakya’nın diğer yerlerden farkı, içinde tarifi imkânsız bir büyü barındırmasıydı. Antakya’ya adımınızı attığınız anda bu büyü sizi alır götürürdü.

Haberin Devamı

St. Pierre Kilisesi

Genelde ilk olarak St. Pierre Kilisesi ziyareti ile başlamak âdettendi. Konumu nedeniyle neredeyse tüm Antakya’yı kuş bakışı görebileceğiniz bu kilise, aslında Hristiyanların ilk toplantıları için kullandıkları bir mağara ve daha sonraki dönemlerde kiliseye çevirdikleri erken dönem yapısından yalnızca taban mozaiklerinin kaldığı bir yerdir. Hristiyanlığın ilk kilisesi olarak kabul edilen bu mekânı, Antakya’ya gelen ve İsa Mesih’in havarilerinden olan Aziz Petrus’un kurduğu kabul edilir. Muhteşem konumu ve manzarası ile eksik kalan pek çok konuyu kilisenin büyük avlusunda anlatırdı gruplarıyla gelen rehberler. Gene bu avlu tek başına seyahat edenler için de oturup bir şeyler okumak, düşünmek ve fotoğraf çekmek için hoş bir imkân sunar. Vakit olursa mutlaka Stauris Dağı’nda (Haç Dağı), kiliseden 200 metre kadar yukarıya doğru yürüyerek kireç taşı üzerine oyulmuş olan, mitolojide yer altı ülkesinde ölülere Akheron ırmağını geçiren sandalcı olarak bilinen Kharon’un dev kabartmasını görürdünüz. Bu kabartma M.Ö. 2. yüzyılda IV. Antiochos Dönemi’nde bir veba salgınını durdurmak amacıyla yapılmıştı. Kilisenin avlusundan baktığınızda tam karşıda The Museum Hotel görünür. Asfuroğlu Ailesi’ne ait olan bu arazide otel yapmak için çalışmalar başlatıldığında ortaya çıkan Roma Dönemi dev taban mozaiği korunmuş ve Hatay Necmi Asfuroğlu Arkeoloji Müzesi olarak bakanlığa devredilmiştir. Otel inşaatı da bu mozaik tabana zarar vermeyecek şekilde ünlü Mimar Emre Arolat tarafından inşa edilmiştir.

Haberin Devamı

Kurtuluş Caddesi durakları

Antakya’yı yürüyerek gezmek mümkündü ve bu çok da keyifliydi. Asi (Orontes) Nehri ile Habib-i Neccar Dağı arasında kalan, Roma Dönemi’nde sütunlu cadde olarak bilinen, şehri bir baştan bir başa kesen ve tarihte ilk aydınlatılan cadde olan Kurtuluş Caddesi üzerinde uzun ve keyifli bir yürüyüş beklerdi herkesi. Kurtuluş Caddesi üzerinde yer alan Habib-i Neccar Camii’nin Roma Dönemi’ne ait bir pagan tapınağının üzerine inşa edildiği bilinir. Hristiyanlığın ilk yıllarında İsa’nın şehre gelen iki havarisine inanan ve onların yanında duran ama inancı nedeniyle öldürülen Habib adlı marangozun (neccar) ve Barnabas ile Paulus’un mezarının olduğuna inanılan yerdedir bu cami. Tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmese de Arap akınları sırasında 7. yüzyılda burada yapılmış olan bir caminin yerine daha sonra Memlükler Dönemi’nde inşa edildiği söylenir. 19. yüzyılda Osmanlı üslubuyla yenilenmiş olan caminin şadırvanı da bu son dönemdendir. Kurtuluş Caddesi üzerindeki yürüyüş sırasında hem cadde üzerinde hem de ara sokaklarda yer alan güzel ve eski Antakya evlerini görür, yapıların detaylarını incelerdik. Eğer açıksa ya da açtırabilirse yaklaşık 200-250 yıl kadar önce Halep ve Beyrut’tan gelen yardımlarla yapılmış olan Antakya Sinagogu’nu ziyaret ederdik. Tam yolların kesiştiği noktada bulunan sinagogun çok yakınında Sarımiye Camii ve Antakya Katolik Kilisesi bulunur. Antakya’nın sembolü haline gelmiş olan çan kulesi ve minare fotoğrafını Antakya Katolik Kilisesi’nin terasından çekerdik. Gene yol üzerinde yer alan ve Türkiye’de bir ilk olan Antakya Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Müzesi de bazı grupların ilgisini çekerdi. Cadde üzerindeki Affan Kahvesi’nde verilen bir mola bu yürüyüşlerin olmazsa olmazıydı. Bir çay, bir kahve ve mutlaka yanında Hatay’a has meşhur tatlı Haytalı. Antakya’ya has her şeyin bulunduğu Uzun Çarşı’yı baştan sona gezer, alışveriş yapar, künefenin hazırlanışını görür, belki Çınaraltı veya başka bir noktada bir künefe molası verirdik. Asi Nehri kıyısından ya da Kurtuluş Caddesi ile nehir arasında yer alan dar sokaklardan geçerek, Antakya’nın güzel evlerini ve sokaklarını inceleyerek Saray Caddesi’ne ulaşır ve baştan sona yürürdük. Antakya Rum Ortodoks Kilisesi’ni, Fransızlar döneminde elçilik ve banka olarak kullanılan Protestan Kilisesi’ni, 1927 yılında yapılan günümüz Valilik binasını ve daha pek çok önemli yapıyı incelerdik. Şehrin tam merkezinde Asi Nehri kıyısında yer alan 16. yüzyıla tarihlenen Ulu Cami’yi ziyaret eder ve köprülerden geçip nehrin iki kıyısında yürürdük. Bu rotada en ilgi çeken bina da yuvarlak mimarisiyle Meclis Binası’ydı. Fransız mimarisinin güzel eserlerinden biri olan bu bina 1927 yılında yapılmış, 1938’den Hatay Devleti’nin Türkiye’ye katıldığı 1939 yılına kadar meclis binası olarak hizmet vermişti. Antakya turlarının olmazsa olmazlarından biri de öğlen ve akşam yemeklerinin her damak tadına hitap eden Antakya mutfağının eşsiz tatlarını sunan çeşitli lokantalarıydı. Hatta akşam yemeklerine müzik ziyafeti de eşlik ederdi.

Haberin Devamı

Hafızalardaki Antakya

St. Pierre Kilisesi, depremin ardından tekrar ziyarete açılan ve kente umut veren ilk kültürel miras oldu. Kilise, 15 Ocak’tan bu yana ziyaret edilebiliyor.

Haberin Devamı

Harbiye ve Samandağ

Haberin Devamı

Tabii Antakya turları bununla sınırlı kalmazdı. Roma Dönemi’nde zenginlerin sayfiye yeri olan Daphne’yi yani Harbiye’yi ve Harbiye Şelalelerini ziyaret eder, mitolojinin en ilginç hikâyelerinden biri olan Apollon ve Daphne’nin öyküsünü anlatır, yerel halkın eski bir geleneği olan dokuma tezgâhlarında kumaşların dokunuşunu izler, misafirlerimizle birlikte birbirinden güzel bu kumaşların ve zeytinyağlı defne sabunlarının peşine düşerdik. Samandağ da her zaman mutlaka programlarımızın bir yerini süslerdi. Vakit varsa yol üzerinde bulunan ve “sütun azizi” olarak bilinen Aziz Simon’a adanmış manastırı ziyaret ederdik. Samandağ’da son Ermeni köyü Vakıflıköy’ü, köydeki kiliseyi hatta son birkaç yıldır şayet elektrik varsa Vakıflıköy Müzesi’ni ziyaret eder, köyün kadın kooperatifinden köyde üretilen ürünlerden alır, Hıdırbey köyünü ve Musa ağacını görürdük. Samandağ’dan yavaş yavaş Doğu Akdeniz’in muhteşem manzarası ve Seleucia Pieria Antik Kenti’nin kalıntıları eşliğinde inip Çevlik’e ulaşırdık. Çevlik’te bir Roma Dönemi mühendislik harikası olan Titus Tüneli’ni ve Beşikli Mağara’daki kaya mezarlarını ziyaret eder ve deniz kıyısında harika bir yemekle bu güzel şehre veda ederdik.

Hafızalardaki Antakya

Kurtuluş Caddesi’ni şimdi gezmek bir yana tanımak bile zor…

Küllerinden doğacak

Her rehberin bir Antakya’sı, her rehberin farklı bir Antakya gezdirme tarzı vardır. Benimki de böyleydi. Yıllarca güzeller güzeli Antakya’nın kaç kere yıkılıp yeniden küllerinden doğduğunu anlattık. Kim derdi ki 6 Şubat depreminde en büyük hasarı görecek, kültürel mirasıyla ve binlerce insanıyla elimizden kayıp gidecek diye? Burada bahsettiğim kültürel mirasın bir bölümü yıkıldı, en az bir 10 sene daha bu şehrin ayağa kalkmasını bekleyeceğiz. Antakya küllerinden doğar ve ayağa kalkar, biz onu gene gezdiririz ama giden onca can geri gelmez. Hepsinin hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz.

Hafızalardaki Antakya

Müze’yi gezmek için geniş vakit gerekir

Eski Antakya Mozaik Müzesi de ufacık olmasına rağmen çok ilgi çekerdi. Daha sonraları yeni müzecilik anlayışıyla yapılmış olan Hatay Arkeoloji Müzesi açıldı. Hatay ve çevresinde bulunan pek çok eser ve eski müzedeki mozaikler bu müzede sergilenmeye başladı. Bu büyük müzeyi gezmek için çok zaman ayırmak gerekiyordu ve bizler bu müzede her konuyu detaylıca anlatıp gösterebildiğimiz için çok mutluyduk.