The Others Başkanlık öyküsü

Başkanlık öyküsü

22.09.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Dört kıtadan 'ombudsmanlar' bu kez İstanbul'da buluşup tartıştı. Savaşın izindeki habercilik incelendi, okur-gazete bağları araştırıldı

Başkanlık öyküsü





Gazete, TV ve radyoların "ombudsman" diye anılan okur, dinleyici veya izleyici temsilcileri bir araya gelince ne yapar?
Tabii ki, "Ne olacak bu gazeteciliğin hali?" sorusunun yanıtını ararlar.
Bu sefer de öyle oldu.
14 ülkeden 34 "ombudsman" üç gün boyunca İstanbul'da son bir yılın mesleki açıdan en çetrefil sorunlarını masaya yatırdı.
Gazeteniz Milliyet'in ev sahipliğinde gerçekleşen önemli bir konferanstı bu.
Dört kıtadan 90 kadar okur, dinleyici ve izleyici temsilcisini bünyesinde barındıran Dünya Haber Ombudsmanları Birliği (ONO), tarihinde ilk kez Avrupa, Ortadoğu ve Asya'nın kavşak noktasındaki Türkiye'nin "basın merkezi" İstanbul'u buluşma mekânı olarak seçmişti.
ONO aslında Kaliforniya merkezli bir örgüt. Sekreteryası, saymanlığı ve küçük kasası orada. Varlığı Kaliforniya yasalarına göre düzenlenmiş.
Öyle olsa da, son altı - yedi yıldır "ombudsmanlık" kurumu esas olarak ABD dışındaki ülkelerde hızlı bir gelişme trendinde.
Danimarka, İsveç, Avustralya ve Hollanda bunun tipik örnekleri. Bu ülkelerde Milliyet benzeri saygın haber kuruluşları birer bağımsız ombudsman atamış durumdalar.
Milliyet Okur Temsilcisi bu yüzden ONO bünyesinde hep şu görüşü savundu:
"Ombudsmanlık, özellikle Avrupa'nın kenarında olan ülkelerde - örneğin Türkiye, Yunanistan ve Rusya'da - veya Ortadoğu'nun Arap ülkelerindeki demokratikleşme çabalarının küçük ama önemli bir unsuru. Basını özgür ve güvenilir kılmada hayati önemde. Dolayısıyla İstanbul, her ülke gibi sorunlu, ama değişime açık basın coğrafyası ile, konumu ile, bir konferansı fazlasıyla hak ediyor. Böyle bir konferans, tüm bölgeye açılan bir pencere olur."
Bu fikre başta İngiliz meslektaşlar olmak üzere pek çok yerden sıkı bir destek gelince İstanbul üzerinde karar kılındı.
Toplantı ve oturumların, içinden hâlâ çıkılamayan Irak savaşının gölgesinde yapılacağı belliydi.
O yüzden konferansta tam bir gün boyunca "Irak savaşında medya neyi iyi neyi kötü izledi?", "İnsanlar ne ölçüde doğru bilgilendirildi?" sorusuna yanıt arandı.
Ed Vulliamy (Observer) ile Ivan Watson (NPR) gibi savaş muhabirlerinin; David Ignatius (Washington Post) ve Brian Whitaker (Guardian) gibi önde gelen Ortadoğu uzmanı gazetecilerin; Tony Maddox (CNN), Alan Rusbridger (Guardian) ve Ekrem Dumanlı (Zaman) gibi editörlerin ortak arayışından şu sonuçlar çıktı:

  • Son savaş öncekilerden çok daha fazla sayıda haber ve imajı insanların önüne yığdı, yeterli ve gerekli analiz yapılamadı
  • ABD medyası savaşın insani boyutunu arka plana itti. Buna karşın Avrupa ve diğer bölgelerin basınında hayli belirgin bir "insani boyut" vardı.
  • Çok az sayıda gazeteci ve haber kuruluşu, Irak'taki sivil kayıpların hangi boyutta olduğunu anlatabildi
  • "Embedded" diye bilinen "ABD ordusu ile birlikte muhabirlik" konsepti öyle sanıldığı kadar kötü bir sonuç vermedi. Bunun çok taraflı ve kötü örnekleri de yaşandı, ama savaşın gerçek yüzünü anlatan pek çok sağlam "embedded" haberler de halka aktarıldı. Bu alanda özellikle İngiliz ve Fransız gazeteciler ABD subaylarına rağmen bağımsız haberciliği yaşattılar.
  • Dünya basını genelde "Irak halkı Saddam'dan kurtulmak istiyor" görüşünde tümüyle haklıydı. Bunu şimdi sorgulamak anlamsız.
  • ABD basın ve medyası ABD yönetimine gerekli soruları sorup bunları izlemekte başarısız kaldı. Savaşın meşruiyetini hemen hiç sorgulamadı.
  • Ve genelde tüm dünya basını, "Saddam sonrası Irak" sürecine hazırlıklı olma konusunda yetersiz oldu.

  • Elbette bunların yanında, İstanbul'dan değişik yönlere de bakabildik. Bir oturumda Türk ve Yunan basınının birbirine bakışları ile İsrail - Filistin krizi konusundaki okur kutuplaşmaları masaya yatırılıp kıyaslandı.
    Dünya basınının en sorunlu bölgelerinden Rusya ile Kafkasya da mercek altına alındı ve ayrıntılarla incelendi. Bu iki bölgeye bakıldığında, Türkiye'deki basınla okur arasındaki güven sorununun daha kolay aşılır nitelikte olduğu açıkça görülüyordu.
    Sevindirici olan bir gelişme de konferans gündemine yansıdı.
    Yıllarca "ombudsmanlık" kurumuna direnmiş olan "amiral gemisi" New York Times'ın çok yakın bir tarihte ilk okur temsilcisini atayacak olması "ombudsmanlık" konseptinin kökleşmesi ve yayılması açısından çok olumlu bir adım olarak nitelendi.
    Anladığım kadarıyla başta belirlenen hedeflere ulaşmış, başarılı bir konferans oldu. Pek çok ombudsman İstanbul'un gerçek bir dünya metropolü olduğunu da bu vesileyle (çoğu ilk kez Türkiye'ye geliyordu) gördüler.
    Ve ONO genel kurulu, Milliyet Okur Temsilcisi'ni başkanlığa getirirken, kendi tarihinde bir "ilk"e imza atıyordu: Örgütün başına ilk kez ABD'li veya Kanadalı olmayan bir "ombudsman" seçilmiş oluyordu.
    Bu, ONO'nun "uluslararası" nitelik kazanmasına dair çok net bir mesajdı.
    Milliyet'in başarısı da işte burada.
    Bu gazete dört yılı aşkın bir süredir, tam da işin ruhuna yakışır biçimde, gerçekten "bağımsız" bir "ombudsman" aracılığıyla okurlarıyla diyalog halinde.
    Onlara gerekirse hesap veriyor, özeleştiri yapıyor, hiçbir komplekse kapılmadan hatalarını, kusurlarını kabul ediyor.
    Türkiye'de geçtiğimiz onyılda örselenen, hasar gören güven köprüsünün kendine ait kısmını ısrarla, kararlılıkla onarmayı sürdürüyor.
    Başta Milliyet yönetimi, çalışanları ve okurları olmak üzere, bu görevin anlam kazanıp kurumsallaşmasında ta başından beri katkısı, payı olan herkese teşekkür ediyorum. Ayrıca konferansa yardım elini uzattığı için İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna, Açık Toplum Enstitüsü, İHA ve Armada Hotel'e de kocaman birer teşekkür borçluyum.