Vitrin Düzenleyici kurumun yetkin ve bağımsız olması çok önemli

Düzenleyici kurumun yetkin ve bağımsız olması çok önemli

31.05.2022 - 10:07 | Son Güncellenme:

Nükleerdeki riskler sıfırlanamaz, ama azaltılabilmesinin temel şartı teknolojinin kendisi değil, kendi içimizde nükleer düzenlemeyi doğru uygulayabilmek. Bunun da şartı, bu düzenlemenin sorumlusu olacak Türkiye’deki nükleer düzenleme kurumunun hem yetkin olması hem de bağımsız olması.

Düzenleyici kurumun yetkin ve bağımsız olması çok önemli

Sinan Ülgen
Ekonomi ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi (EDAM) Direktörü

Haberin Devamı

Ukrayna savaşıyla birlikte Avrupa Birliği (AB) enerji sıkıntısı için çareler ararken nükleer de tekrar gündeme geldi. AB için nükleerde nasıl bir yol görüyorsunuz?

Nükleer aslında AB’ye baktığımızda birçok ülkenin portföyünde olan bir enerji türü. Bu konuda da önü çeken Fransa. Fransa’nın toplam elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 74’ü nükleerden geliyor. Almanya ise, bambaşka bir dalga boyuna geçti nükleerde. Bir önceki hükümet döneminde nükleer santrallerin kapatılacağı taahhüdünde bulundu ve kapatmaya başladı. Onun için AB içinde nükleerin geleceğine dair Almanya’yla Fransa arasında bir görüş ayrılığı var. Hatta o kadar ki, Yeşil Mutabakat dahilindeki enerji paketlerinde bile nükleerin bir geçiş dönemi enerjisi olarak görülüp görülmeyeceği konusunda iki ülke arasında uzlaşmazlık var. Çünkü nihayetinde yenilenebilir enerjilere geçiş öngörülüyor ama bu hedefe ulaşırken, doğalgaz ve nükleerin geçiş dönemi için başvurulabilecek kaynaklar olarak tarif edilmesine yönelik birtakım beklentiler var. Bu önemli çünkü, eğer böyle tanımlanırlarsa, o zaman nükleerin AB kaynaklarından finansmanı söz konusu olabilecek. AB’nin tek bir nükleer politikası yok. Dünyanın geneline baktığımızda ise, birçok ülke bakımından özellikle karbon emisyonlarının azaltılmasına yönelik çözümler içinde nükleere bir rol görünüyor. Çünkü gerçekten de nükleer en azından enerji üretimi sırasında karbon üretimine yol açan bir yapıya sahip değil. Bu yüzden güneş, rüzgar gibi yeşil bir enerji olarak görülmese bile hidrokarbonlar gibi doğrudan karbon salan bir enerji türü de değil.

Haberin Devamı

Küçük modüler reaktörler henüz lisanslanmadı

Nükleere yönelik yeni bir ilgi oluşmuş durumda. Bu yeni ilgiyi tetikleyen bir başka dinamik de gelişen teknoloji. Küçük modüler reaktör dedikleri, çok düşük kapasitede modüler reaktörlerin imal edilebildiği yeni bir teknoloji geliyor. Yalnız bu teknolojinin henüz lisanslanmamış olduğunun da altını çizmek lazım. Yani hala ABD’de ön lisans aşamasında. Bu teknolojiyle imal edilmiş bir enerji santrali yok henüz. Ama tabiatıyla nükleerde dengeleri değiştirebilecek, nükleer enerjinin yaygınlaşmasını sağlayacak bir teknoloji olarak bakılabilir buna. Fakat nükleerin tabi olduğu riskler var, bu riskler bu teknolojide de sıfırlanmış değil. Bir de nükleer atık meselesi var küçük modüler reaktörlerde, büyük reaktörlerde olduğu gibi. Uzun vadeli nükleer atıkların depolandığı bin yıllık bir ömrü olan yutaklar henüz oluşmadı, Amerika bile bunu yapamadı. Bu sorun geleneksel nükleer santrallerde olduğu gibi küçük modüler reaktörlerde de var.

Haberin Devamı

Akkuyu’daki model dünyada ilk

Türkiye’nin nükleer politikası konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’ye dönüp baktığımızda, tek yürüyen proje Akkuyu. Akkuyu dünyada yap-işlet modeliyle yapılan ilk nükleer santral. Böyle bir model yoktu daha önce. Nedeniyse o dönemde Türkiye’nin kendi bütçesinden bu projeye pay ayırmadan bunu bir yatırımcının finanse etmesi ve zaman içerisinde elektrik satışıyla maliyetini çıkarmasını tercih etmesi oldu. Bu şartları kabul eden tek ülke Rusya oldu. O yüzden Akkuyu’yu Rusya yapıyor ve o yüzden Sinop’ta bu model tutmadı, başka hiçbir ülke girmedi. Sinop’taki proje, içinde EÜAŞ’ın da olduğu bir proje oldu ama orada da maliyetler tutmadığı için diğer proje ortakları, Japonlar ve Fransızlar çekildi.

Haberin Devamı

Düzenleyici kurumun yetkin ve bağımsız olması çok önemli

Savaş, Akkuyu’daki finansmanı etkileyebilir

Akkuyu’da da tabi savaşın ortaya çıkardığı birtakım sorunlar zaman içinde belirebilir. Burada temel sorun finansman, yap-işlet projesi olduğu için bütün finansman Rusya’nın taahhüdünde. Şimdi ilk santral 2023’e yetişmeye çalışıyor onun için finansmanın devam edebiliyor olması lazım. Ukrayna savaşı buradaki finansmanı da etkileyebilir.

Sizce Türkiye bundan sonra nasıl bir yolda ilerlemeli?

İşin üretim tarafında eğer Türkiye ilave nükleer tesis kuracaksa daha geleneksel modelle gitmesi gerekecektir. Yani kamu iştiraki olan yatırım modelleriyle gitmesi gerekecektir. Çünkü yapişlet’in artık bir daha dünyada alıcısı yok, olsaydı bunu Sinop’ta görürdük. Yani kamunun da içinde olduğu maliyetini karşıladığı modelde olacaktır. Nükleerdeki riskler hiçbir zaman sıfırlanamayacak riskler. Nükleer özü itibariyle çok komplike bir teknoloji, en gelişmiş ülkelerde bile birtakım kazalar oluyor ve oldu. ABD’de, Japonya’da ve Rusya’da da oldu. Bu örneklerden çıkartılması gereken ders, Türkiye’nin bu nükleer riskleri minimize etmek için yapması gereken kendi düzenleyici çerçevesini yetkin ve bağımsız kılması lazım. Nükleerdeki riskler sıfırlanamaz, ama azaltılabilmesinin temel şartı bu, teknolojinin kendisi değil. Burada bize düşen daha büyük yük, kendi içimizde nükleer düzenlemeyi doğru uygulayabilmek. Bunun da şartı, bu düzenlemenin sorumlusu olacak Türkiye’deki nükleer düzenleme kurumunun hem yetkin hem de bağımsız olması. Bağımsızlık burada hem enerji sektöründeki operatörden hem de yürütmeden bağımsızlık. Yani yürütmenin de etkisinde kalmadan karar verebiliyor olması lazım. En önemli konu bu nükleerde. Regülasyon ise, zaman içinde gelişti, bu konuda kötü bir noktada değiliz. Mesele burada uygulama. Uygulayacak olan düzenleyici kurumun yetkinliği ve bağımsızlığı.

Haberin Devamı

Ukrayna savaşının ardından enerjideki paradigma değişikliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Savaş, enerji konusunda şöyle bir yeni dönemi başlattı. Rusya gibi bir ülkeyi Avrupa’nın enerji haritasından koparmak kolay olmayacak, ama savaş böyle bir gerekliliği ortaya koydu. AB tarafında zaten Yeşil Dönüşümle başlamış olan yenilenebilire yönelik vizyon, şimdi geleneksel enerji kaynaklarında da Rusya dışı alternatiflerin hayata geçirilmesi için takvimi hızlandırdı. Böylece hem içeride yenilenebilir yatırımların hızlanmasını sağlayacak hem de dış politikada Rusya dışı kaynakların daha fazla gündeme gelmesini ve bu projelerin hayata geçirilmesine yönelik ilgiyi ve baskıyı artıracak. Dolayısıyla enerji dönüşümü olarak baktığımızda bu iki şey demek. Bir tanesi, yenilenebilire yönelik yatırımların artması. İkincisi de Rusya dışı coğrafyalarla ilgili yeni ticari ve yatırım anlaşmalarının hayata geçirilmesi.

İran piyasaya dönebilir

Dolayısıyla biz çok muhtemelen burada Nükleer Anlaşma sonuçlanırsa, İran’ın piyasaya dönüşünü, Batılı ülkelerin İran’da yatırımlara başlamasını göreceğiz. Irak’ta bir başka potansiyel ama Irak’ın kendi içişlerine dair sorunları var. Onun haricinde de LNG yatırımları artacak. Avrupa da Türkiye de böyle yapıyor, şimdi beşinci yatırımımızı yapıyoruz. Temelinde böyle dinamiklere rastlayacağız.

Türkiye’nin enerjideki geleceğini nasıl görüyorsunuz? Yeşil Mutabakat konusu gündemden düştü mü örneğin?

Türkiye’de şu anda yerleşik kapasite 100 GW’a ulaşmış durumda. Bu hem Türkiye için hem de Avrupa coğrafyasında önemli bir kapasite. Türkiye’nin kapasite bakımından bir başarı hikayesinden bahsedebiliriz, ama ülkemizin önümüzdeki döneme dair zorluğu, özellikle karbon emisyonlarının sınırlandırılması ve bunun Yeşil Dönüşümle desteklenmesi planlarının biraz geride kalmış olması. Türkiye’nin en büyük zorluğu yenilenebilir yatırımların finansmanı konusunda olacak. Burada enerjiden de bağımsız bir konudan bahsediyoruz. O da Türkiye’de yatırım maliyetinin yüksek olması, bu, ülkenin risk puanıyla ilgili bir şey. Ülkenin siyasi riski ve makroekonomik koşullarından doğan yatırım maliyetlerinin yüksek olması, bu dönüşüm çabası içinde de maliyetlerini artıran bir unsur. Yenilenebilir yatırımların düşen maliyetlere rağmen rekabetçi olmasının yolu, yatırım maliyetinin düşürülmesinden geçiyor. Bugün Türkiye’nin CDS puanı 700’ü geçti, bu ortamda projeler daha maliyetli hale geliyor. İkincisi, tabii ki Türkiye’nin zamanında Kyoto’ya taraf olurken de karşılaştığı zorluk, OECD ülkesi olarak görülmesi ve gelişme yolunda ülkelere sağlanan yeşil finansmana erişimin olmaması. Bunun da maalesef çözümü yok. Üçüncü formülse, en azından ikili anlaşmalar suretiyle finansman kolaylıkları sağlanması. Zaten Paris’e taraf olmadan önce Dünya Bankası, İngiltere ve Fransa ile yapılan anlaşma da bunun örneğiydi. Bunun tek seferlik kalmaması lazım. Bundan sonra Türkiye’nin enerji yol haritasında, tabii ki Yeşil Dönüşüm’e daha hızlı ayak uyduracak politikalar hayata geçirmesi gerekiyor, onun için finansman tarafında bahsettiğim çözümleri bir şekilde üretmesi gerekecek.