Orhan, Melih ve Oktay…

21 Mayıs 2017

Hayat bir sokak köpeğinin başıboş dolaşmasıdır“ der Garip akımının en uzun yaşayan şairi Melih Cevdet Anday.

Yedikule İstanbul’un en eski ve yoksul semtlerinden biridir. Sokaklarında yaz boyu bağırış çağırış içinde onlarca çocuk oynar ve boz renkli müflis sokak köpekleri de apartman ve otomobil gölgelerinde uyuklamaya çalışır. O sokak köpekleri gün dönmeye başlayıp da güneş altında kaldıklarında uyuşuk bir şekilde ayaklanıp başka bir gölge ararlar. O gölge en yakındaki diğer apartmanın ya da başka bir arabanın gölgesidir. Çift kale maç yapan çocukların arasından diğer gölgeye ulaşmaya çalışırken sokağa dalan bir arabanın kornasıyla yönlerini değiştirip başka bir gölgeye yöneldiklerinde hayatlarında aslında hiçbir şey değişmez. O gölgeyle bu gölge arasında temelde bir fark yoktur.

Bir tepki olarak doğmuş

Aslında biz insanların ulaşmaya çalıştıkları gölgeler arasında da fark yoktur ama ben entelektüel hayvan, hayatı bensiz ve benim yönlendirmem olmadan düşünmeye tahammül edemiyorum, çünkü ölüm henüz benim katlanabileceğim bir şey değil.

Halbuki Melih Cevdet Anday’ın dediği gibi, aslında “Hayatın bütün zorluğu çok basit olmasında”.

“Cânân ki Degüstasyon’a gelmez

Balık Pazarı’na hiç

Yazının Devamı

Benim annem öldü…

14 Mayıs 2017

Evet benim annem öldü. Beni bu hayatta koşulsuz seven tek insan da beni birkaç yıl önce bırakıp gitti. Hayır, bir suçlama değil bu. Ben bu hayatta en çok anneme kızdım. Beni bu hayatta en çok annem affetti. Belki affetmesi bile gerekmedi. Ben hep onun “küçük yaramaz oğlu”ydum çünkü.

Anne diye seslendiğimde kimse artık “Efendim yavrum?” diye yanıtlamıyor beni. Artık kimse çocuklarımı “Kuzucuklarım” diye sevmiyor. Artık dünya benim için hiç de o kadar güvenli ve emniyetli bir yer değil.

Hastanede son günlerini geçirirken kalan son gücünle bana “Buradan çıkabilecek miyim?” diye sorduğunda yalan söyledim sana. Affet beni anne! Sana hayatım boyunca birçok kez, o ya da bu sebeple küçük yalanlar söyledim ya da bazı gerçekleri sakladım. Ama bu büyük yalanım için beni affet!

Pazar günleri hiç adetin olmadığı halde köşe yazımın yayımlandığı gazeteyi alır yazımı okurdun, sonra bana dönüp “Ama sen yine bizi yazmışsın” derdin. Kimi yazacaktım ki anne? Herkesin derdi kendiyle değil mi bu hayatta?

Annemle çok uğraştım

Psikoterapi tarihi annelerle hesaplaşma tarihidir bir bakıma. Uzun süre anneleri suçlayıp durdu psikoterapistler, sonra da telaşla aklamaya çalıştılar. Babaların da neler yapabileceği,

Yazının Devamı

Aşk eski yaraları iyileştirir mi?

7 Mayıs 2017

Aşk ilişkisi bir insanın yaşayabileceği en yoğun, en önemli ilişki biçimidir. Diğer insanlarla olan ilişkilerimizde boş zamanımızı geçirebilir, onlarla çalışabilir ya da onlardan bir şeyler öğrenebiliriz ama kişisel olarak gelişebileceğimiz, olgunlaşabileceğimiz yegane ilişki en özel ve en mahrem olan aşk ilişkimizdir. Kulağa çok romantik gelmese de aşk ilişkilerimizde sevgili seçimimiz kişisel gelişimimiz ve olgunlaşmamıza katkıda bulunacak yönde olur temelde. Gelişim, olgunlaşma doğrusal bir çizgi izlemez elbette, inişleri çıkışları olduğu gibi, ketlenmeler, gerilemelerin de dahil olduğu zorlu bir süreçtir.

Erikson kişilik gelişimini farklı olgunlaşma evrelerine ayırır ve bu evrelerin her birinde tipik krizlerin ortaya çıktığını ve bu krizlerin çözülmesi sayesinde diğer evreye geçildiğini söyler. Bu çatışmalar çözülmediği zaman o evrede takılıp kalır kişi ve bunun yarattığı kaygı da kişilik gelişimini engeller. Bu durumda bilinçdışı bir şekilde bu çatışmaları çözmeye gayret eder, ilişkilerini de bu bilinçdışı arzu ve ihtiyaç yönlendirir.

Bu eski yüklerin bertaraf edilmesine yardımcı olacak biri sevgili olarak seçilir. Çok daha çekici ya da uygun biri çok sıkıcı gelir ve kişisel

Yazının Devamı

İnternet aşkları

30 Nisan 2017

Eski güzel günlerde, genç erkeklerin kahvelerde, genç kızların “hayat” denen iç avlularda toplanıp kısmetlerini bekledikleri o naif günlerde her şey çok kolaydı. Anne-babalar oğulları için en uygun kızın kim olduğuna onların anne-babalarına bakarak karar verirlerdi. Bir mantığı da vardı bunun. Çocukların birey değil, ailenin bir üyesi olduğu o sade vakitlerde ailelerin birbirlerine benzer olmaları, çocukların da anlaşabileceğinin önemli bir göstergesiydi. Ne de olsa davul dengi dengine…

Aşk birlikteliklerinin evliliğin ilk yıllarında, mantık evliliklerininse (görücü usulü evlilikler de bunun bir türü) sonraki yıllarda huzur ve mutluluk getirdiği, Batılı aile sosyologları tarafından bile çalışmalarla kanıtlanmış bir gerçek ne de olsa.

Komşuluk ilişkilerinin kalmadığı, aşırı göç nedeniyle insanların yabancı şehir ve ülkelerde yaşamaya başladıkları günümüzde ailelerin çocuklarına eş bulmaları neredeyse imkansızlaştı. Endüstrileşmeyle birlikte büyük ailelerin dağılması ve çekirdek ailelerin artışı gibi bireyleşmenin önünü açan sosyolojik değişimler, insanların eşlerini ararken ailelerine değil de kendi olanaklarına güvenmeye başlamalarını zorunlu kıldı. İyi de, yalnızlığın, aşırı

Yazının Devamı

Boşluk duygusu ve anlam yokluğu üzerine

23 Nisan 2017

Dün hayat gaileleri nedeniyle uzun zamandır görüşmediğim bir dostum aradı. Benden gidebileceği bir terapist ismi istiyordu. “Hayırdır?” dedim. Önce, “Sen beni tanıyorsun, bende narsistik kişilik bozukluğu var mı?” diye sordu gayet naif. Narsistik kişilik bozukluğu olan hiçbir erkeğin bunu sorgulamayı bile aklına getirmediğini bilmiyor elbette. Yani narsist değil. Sonra, “Bir süredir büyük bir boşluk duygusu yaşıyorum” dedi.

Arkadaşım kendi branşında çok başarılı ve tanınmış bir hekim. Hiçbir ekonomik sorunu yok, fiziksel olarak sağlıklı, iyi bir ailesi, güzel çocukları var. Bu hayatta istediği her şeyi yapabilecek durumda olan şanslı insanlardan. Sanırım bu yüzden de içindeki boşluk duygusuna anlam veremeyip suçu kendinde arıyor. “Olsa olsa narsistimdir ben” diyor yani.

Oysa sorun bireyin ihtiyaç ve arzularıyla toplumsal düzenin insandan beklediklerinin örtüşmemesi ve bunun sonucunda bireyin bir kimlik krizine sürüklenmesi. Birey toplumsal beklentilere ne kadar uyum sağlayabilirse ruhsal olarak o kadar sağlıklı olur. Ama ya toplumsal beklentiler bireyin uyum gücünü tamamen aşan ve bireyin arzu ve ihtiyaçlarını hiç gözetmeyen bir noktaya doğru evrilirse ne olacak?

İnsanlık tarihi

Yazının Devamı

İçimizdeki kalabalık

16 Nisan 2017

İçimde bir şeyler beni yalnızca şiir okumaya zorluyor. Hayır, bir kaçış değil bu siyasetten. Siyasete kaçmış aklımı kurtarmak istiyorum aksine.

“Terk ederek yeniliyordum kendimi, kendimden vazgeçerek” diye yazmış Yücel Kayıran. Ne çok şaire haksızlık ettim kim bilir? Uzun süre onları anımsamadan, gereksiz okumalarla ziyan ederek günlerimi.

Geçen cumartesi Pami Sahaf Pera’nın düzenlediği söyleşi ve imza günü etkinliğine katıldım. Söyleşiyi yapacak ve imza atacak kişi ben olduğum için mecburdum da. Benden başka, sağ olsun dostum Mehmet Mehmetoğlu ve sahaf Tolga Gürocak haricinde dört kişi vardı. Olabilir tabii, insanlar gereksiz okumalar ve söyleşilerle zaman kaybetmeyip zamanlarını benden daha iyi değerlendiriyorlar demek ki.

Çarşamba sabah 10.00. Erkenden ofisteyim. Kahvem önümde, David Fray’den Bach’ın piyano konçertoları fonda, masamın başındayım. Haftalık yazımı yazmak için. Kendimi “çılgın ve hüzünlü” hissettiğim sabahlardan birindeyim ve canım bilincimi yine öylesine aksın diye bırakmak istiyor. Böyle yazılarımı sevmez hiç Ş. Kendimi çok açtığımı ve bunun beni tehlikelere, saldırılara açık hale getirdiğini söyler. Haklı da sanırım.

Yardım etmeye, yakınlık göstermeye çalıştığım

Yazının Devamı

Öncesi ve sonrasıyla özgürlük fikri...

9 Nisan 2017

Önce özgürlük vardı ve mülkiyet yoktu... On binlerce yıl boyunca insan evladı acıktığında bir bitkiyi, bir otu ağzına atar ya da ölmüş bir hayvanın kemiğini kemirirdi. Arzu duyduğunda sevişir, sair zamanlarda öylece durmayı becerirdi. Dereye, ağaca, dağa bakar, yanındakine öyküler anlatırdı. Sonra bunlara mit adı verildi.

Şarkılar söyler, çocuklarla şakalaşır, oyunlar oynardı. Mağara duvarlarına yaşadıklarını, hayal ettiklerini, isteklerini çiziyordu. Sonra bunlara sanat adı verildi.

Tabii ki arada birbirlerine kızar ve hatta vurdukları da olurdu. Ama birbirlerinin üzerinde egemenlik kurmak, birbirlerini esir etmek, kadınları ve çocukları köleleştirmek için şiddet ve baskı uygulamazlardı. Akıllarına birbirlerine sahip olmak gelmediği için dün öğleden sonra kendileriyle sevişen adamın / kadının biraz ötede bir başkasıyla sevişiyor olmasını kafalarına takmazlardı. Bir başkasıyla sevişiyor olması onları değersizleştirmezdi. Zaten değerli olmak, seviliyor olmak gibi ihtiyaçları yoktu. Eksik hissetmezlerdi kendilerini. Dolayısıyla bir başkasının kendilerini bütünlemesine ihtiyaç duymazlardı. Tam bir otantik karşılaşmaydı onlarınki. Arzu duydukları için giderlerdi birbirlerine.

Farklı

Yazının Devamı

Psikonörozun kökeni ve cinsel istismar

26 Mart 2017

Kendi rüyalarını analiz etmeye başladığı 1895 yılı Freud için çok önemliydi. “Otoanaliz” olarak adlandırdığı bu süreç 1897 yılında başladı. İlk gerçek psikanalitik eser olarak görülen “Rüyaların Yorumu” da 1900 yılında yayımlandı. Bu yıllarda sayısız fikir vardı Freud’un aklında, belli ruhsal hastalıklar için uygun bir psikolojik teori geliştirmeye çalışıyordu. “Klasik” tıp ona pek zevk vermiyordu. Bu teorileştirme çabaları da hayatını zorlaştırmaktan öteye gitmiyordu. “Psikoloji bulmaca gibi” diye yazıyordu bir mektubunda “Bovling oynamak ya da sünger çıkarmak çok daha sağlıklı” Kim karşı çıkabilirdi ki bu görüşe.

Tasavvur ettiği psikoloji doğa bilimleri içinde kalmalı, fizyolojik olarak açıklanabilir olmalıydı. Gelecekte bütün psikolojinin fizyolojiye indirgenebileceğini ummak istiyordu. Nöroz olarak adlandırdığı ruhsal bozuklukların kökeninin cinsel sorunlar olduğuna inanıyordu. Nöroz terimi ilk olarak 1776 yılında İskoç hekim W. Cullen tarafından kullanılmıştı. Kastedilen, fiziksel nedeni bulunamayan ve bu nedenle ruhsal olduğu düşünülen sinirsel bozukluklardı.

Histeri üzerine yoğunlaşıyordu

Histeri nöroz olarak adlandırılan hastalıkların en fazla araştırılmış olanıydı o güne

Yazının Devamı