Aslı Perker

Aslı Perker

asli.perker@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İstanbul’da sanattan yana sıkıntı kalmadı. Hatırlıyorum da eskiden gidecek pek bir sergi bulamazdık. Şimdi istersen gün içinde dört beş tane gez, üstüne akşam oyunlardan oyun seç, beğen, git. Trafiği, İstanbul’un yağmurunu çamurunu, kaldırımlarda omuz savaşlarını göze alabiliyorsan dolu dolu bir gün geçirebilirsin. Öyle ki bir anda zihnin her türlü çerçöpten temizlenebilir, akşam Başbakan şunu demiş, Bülent Arınç şöyle toparlamaya çalışmış diye konuşmak yerine İngiliz meddah Russell Brand’in esprilerinden dem vurabilir, gördüğün sergideki işlerin orijinal mi yoksa litograf mı (taş basması) olduğunu tartışıyor olabilirsin. Ne olursa olsun gündem olaylarından daha akıl açıcıdır ve bizi muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak olan şeyler de bunlardır.
Ve inanın ben de bunlardan konuşmak istiyorum. Zira aslına bakacak olursanız benim hayatımdaki mevzular bunlar. Kendim yazarım, eşim çizer, bizim evde sohbetler bu minvaldedir. En kötü ihtimalle Spiderman’den, Batman’den konuşuruz.

Değişik bir mektup
Amma ve lakin, şimdi gel de Ekrem Dumanlı’nın Başbakan’a yazdığı açık mektuptan konuşma. Bakmayayım, görmeyeyim diyorum, olmuyor. İnsan bu kadar tuhaf içerikli bir mektubu görmezden gelemiyor. Dumanlı mektubun bir yerinde “Sayın Başbakanım, ‘Cemaatin içindeki insanlarla dershane konusunu konuştuk’ diyorsunuz. Haklısınız. Konuşuldu; ancak her konuşmada size, ‘Bu çok yaralayıcı olur, duygusal bir kopuşa neden olur...’ denildi. Allah şahit ki bu mevzu her açıldığında kanun zoruyla dershanelerin kapısına kilit vurulmasının yanlış olacağı size iletildi” diyor.
Konuştuk derken? Ben kimsenin bizimle bir şey konuştuğunu hatırlamıyorum. Oysa ben de halkım diye düşünüyorum. Yıllardır eğitime hizmet veren dershanelerin böyle bir kalemde silinip atılmasıyla ilgili fikrimin olabileceğini zannediyorum. Dahası etrafında halihazırda eğitim basamaklarını tırmanmaya çalışan çocukların olduğu biriyim, sistemdeki sorunlardan bihaber değilim. Ama belli ki kapalı kapılar ardında iki grup oturmuş konuşmuş, fikir teatisinde bulunmuş. Gerçi bir sonuca varamamış. Şimdi de Başbakan’ı ikna edemeyenler serzenişte bulunuyor. Biz size her şeyimizi verdik, siz bizim gönlümüzü kırdınız diye. Devlet işi hatır gönül işi midir? Bu millet aylardır, yıllardır ne diyor? Vergimi veriyorum, seni çalışarak ayakta tutuyorum, beni bir dinle, kulak ver, isteklerimi görmezden gelme diyor. Taksim’e AVM istemiyorum diyor, duyan olmuyor, sokağa dökülüyor. Kısacası o da gönül koyuyor. Koyuyor da, maalesef nazı geçmiyor. Üstüne gaz yiyor, su yiyor.

Kimin ahı alındı?
Cemaatin sayın Başbakan’ın farklı sesleri dinlemekten yana olmadığını işin ucu kendilerine dokununca -ki bu son derece maddi bir durumla alakalı olunca- fark etmeleri hazin. “Bu mağdur ve mazlum insanların âhını almamak lazım. Bugün halini halka arz edenler, bilmecburiye, yarın Hakk’a arz etmek zorunda kalır. Mevzuu buraya getirmeden çözmek şart...” demiş Dumanlı. Zannediyorum o konuda geç kalındı. Zannediyorum bu hükümet en azından bir Berkin Elvan’ın ailesinin ahını aldı.