Ayşe Tatari

Ayşe Tatari

aysetatari@gmail.com

Tüm Yazıları

Yaz hazırlıkları için Çeşme’deki evdeyim... Anne ve babamın bu dünyadan ayrılışından sonra kalan yegâne anılar mekânı... Beni çocukluğuma, gençliğime bağlayan somut hatıralar arasında en sevdiklerim, babamın ve annemin eski kitapları... Yıllardır yaz başı ve sonlarında kütüphaneyi karıştırır, mutlaka daha önce okumuş olsam da kitaplarla vakit geçiririm.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’ adlı kitabının sayfalarını karıştırıyorum... Kitabın önsözünde Tanpınar şöyle der: Beş Şehir’in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır. İlk bakışta birbiriyle çatışır görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir. Bu itibarla, onların arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü görmek daha doğru olur...

Haberin Devamı

...Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her an hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz. ‘Beş Şehir’ işte bu hesaplaşma ihtiyacının doğurduğu bir konuşmadır... Ahmet Hamdi Tanpınar 1960...Bu paragraf, önsözden alınan birkaç cümledir yalnızca... Kitapta, İstanbul’la ilgili bölüm, insanı okudukça teessüre boğar, zira İstanbul kadar ‘Mazi kalbimde yaradır’ şarkısını yakıştıracağımız bir başka kent var mıdır?

Uzun ve güzel tasvirlerle 1960 yıllarına kadarki İstanbul anlatılır Tanpınar’ın kitabında...

Servi ve çınar

“Eski İstanbul’da mimarinin saltanatına rekabet eden başka güzellik varsa o da ağaçlardı. Fakat buna rekabet denilebilir mi? Doğrusu istenirse, ağaç, mimarimizin ve bütün hayatımızın en lütufkâr yardımcısıdır...

İstanbul’a gelen seyyahların hepsi ağaçlarımızın güzelliğinden bahseder...

Büyük mimarlarımız ise, daima eserlerinin yanı başında birkaç çınar ve serviyi eksik etmezlerdi... Bazıları daha ileriye gider; cami veya medrese avlusunun hendesi cenneti ortasında, çınarın, servinin yetişmesi, gülün açması, sarmaşığın halkalanması için yer ayırırdı.

Küçük büyük, her çeşmeyi iri gövdeli bir çınar yahut da servi beklerdi... Mimarın veya hayrat sahibinin diktiği ağacın büyüdüğünü görüp görmemesinin ehemmiyeti yoktu. Dikilmiş olduğunu bilmesi yeterdi. Bilirdi ki, toprağa emanet edilmiş bir ağaç, mahalleye semte, şehre, hatta cemiyete ve bütün bir imana emanet edilmiş bir değerdir.

Haberin Devamı

Ağaç sadece mimarlık zevkimize ve şehirciliğimize girmez. Eski şiirin mücerret dünyası, bir halı desenine benzeyen servi, çınar, kavaklarla doludur...

İki ağaç, Türk muhayyilesinde ve hayatında izini bırakmıştır: servi ve çınar. Şehrin bilhassa dışarıdan görünen umumi manzarasını daha ziyade Karaca Ahmed, Edirne Kapısı eski Ayaz Paşa ve Tepe Başı gibi servilikler yapardı. Boğaziçi’ndeki o çok uhrevi köşelerle, bazı peyzajlar da çınarların etrafında toplanırdı. Eyüp servilikleri, bütün Haliç manzarasına üslubunu verirdi. İstanbul peyzajındaki asil hüznü, biz bu iki ağaca çam ve fıstık çamlarına borçluyuz. Hissi terbiyemizde onların büyük payı vardır...

Bir ağacın ölümü, büyük bir mimari eserinin kaybı gibi bir şeydir. Ne çare ki biz bir asırdan beri, hatta biraz daha fazla, ikisine de alıştık. Gözümüzün önünde şaheserler birbiri ardınca suya düşmüş kaya tuzu gibi, eriyor, kül toprak yığını oluyor...”

Haberin Devamı

Tanpınar’ın 1960 yıllarına kadar tasvir ettiği İstanbul... Ve sonrasından günümüze kadar gelen zamanın içinde; başka bir kente dönüşen talihsiz kent İstanbul...