Ayşegül Sönmez

Ayşegül Sönmez

a.sonmez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yaklaşık on beş yıldır takip ettiğim ve resimlerini izlemeyi çok sevdiğim sanatçı Antonio Cosentino son sergisiyle bambaşka bir istikametin yolunu tutturduğunu gösteriyor. Bu istikamete onu bugüne kadar geçtiği yolların götürmediğini iddia etmek imkansız. Sadece bir sergiliğine bugüne kadar onu o yapan bazı şeylere ara vermiş, diyelim. Yıllardır kendine tema, yuva ve yurt edindiği kente hiç olmadığı kadar kişisel yaklaşmış.
Onun ne kadar hızlı değiştiğine değil, o bu kadar hızlı değişirken, Cosentino’da neler sabit kalmış, değişmemiş, değişememiş, bunları süzmüş. Kasapların soğuk duvarlarını sıcak kılan resimler gibi resim yapmamış örneğin... Kasabın eti sarmaladığı kağıdı kendine fon edinmiş. Tekrara önem vermiş. Tekrarlarını pop artistik bir yaklaşımla yapmaktan kaçınmazken tuvallerini, tıpkı sergisine ismini veren Kumkapı gemisi gibi ütopyan, çok dilli, melez bir üslupla boyamış. Kumkapı gemisinde, hem savaş gemisi Aurora’dan hem de Sait Faik’in bir hikayesinde Türk çocukların Rum çocuklara ait olduğu için batırdığı edebi bir gemiden yola çıkarak yaptığı, hem sinagog hem mescit var. Hem lunapark hem alışveriş merkezi... Özellikle otel resimlerinde de öyle... Hem içerisi hem dışarısı hiç olmadıkları kadar iç içe. Hakan Gürsoytrak’ın deyişiyle “içeriyi dışarı, dışarıyı içeri gibi” boyayan Cosentino, bu sergideki otellerinde içeri dışarı ayrımı gözetmemiş. Hepsini bir düşünmüş. Tıpkı otel kavramının kendisi gibi... Geçici bir konaklama halinin kalıcı olanla mücadelesini, ardında bıraktığı anıya dair plastiğini ortaya koymuş.
Serginin yer aldığı galeri, aynı zamanda bir tekne satış ‘şovrum’u. Dolayısıyla henüz denizde yüzmeyen metalar ve meta olmayı kurcalayan anlayışa ait tuvaller, metalaştırılan teneke kutulara ait nostaljik grafikli plakalar, ölçeği çocukluğumuza ait anılarla büyüyecek iskele, demir deniz merdiveni ve basket potası şu sıralar fazla göz kamaştırmakla iştigal sergiler içinde nadide bir deneyim sunmayı başarıyorlar. Ne mutlu onlara ve bize...
(Bergsen ve Bergsen Galeri, Gayrettepe’de, Otim yokuşunun hemen sonunda.)

Haberin Devamı

Bir modern master: Sabri Berkel

Haberin Devamı

İyi sergiden çıkılmaz. Orada bir süre yaşamak istersiniz. Doğan Paksoy, Teşvikiye sanat galerisinde, koleksiyonundaki Sabri Berkel’leri sergiliyor. Birkaç gününüz var görmek için... Berkel’in aldığı bütün virajlar, Türkiye modernizminin de içinden geçtiği önemli dönemeçlerle birlikte düşünüldüğünde bu küçük serginin içinde görünebiliyor. Kağıt, karton, duralit üzerine çoğu resim. Tuval yokluğundan... Bu duralit resimler içinde bir seri natürmort var. O kadar özendiği Cezanne’dan vazgeçtiği, aslında inşa etmek değil, eksiltmekte karar verdiğinin ispatları. (Hatta bir tanesini Mehmet Günyeli almış.) Bu resimlerde Berkel’in Batı’yla Doğu arasında kuracağı konsensüsün bütün emarelerini okumak mümkün. Bu konsensüste azaltmanın değerini anladığını görmek de... Sabri Berkel, kendi kendisinin de pek çok resmini yaptı. Bu şekilde büyük ihtimalle kendini azaltmanın yolunu da aramış biri... Keşke sadece Berkel’in oto portrelerinden oluşan bir Master sergi daha açsa Teşvikiye sanat galerisi...