Ayşegül Sönmez

Ayşegül Sönmez

a.sonmez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bir İsrailli erkek bir Türkiyeli kadınla kucaklaşırsa...
Üstelik bu kucaklaşma iki kere gerçekleşirse...
Biri İsrail’de...
Diğeri İstanbul’da.
Birinci kucaklaşmada bir yaralı varsa.
O yaralı hem kadın hem de Türkiyeli olansa...
Bir masanın üzerinde özel dikim beyaz kıyafetler içinde birbirlerine karşı yürüyorlardı. Arada masanın üzerine eğilip masada yer alan kadehlerdeki suları içiyorlardı.
İçtikten sonra boşalan kadehi bir intihar bombacısını andıran beyaz kıyafetlerinin ön tarafında yer alan 14 cepten birine yerleştiriyorlardı.
Bardaklardaki bütün suları bitirip ceplerine yerleştirdikten sonra kucaklaşacaklardı. Bu bir kucaklaşmaktan çok bir çarpışmayı andıracaktı. Birbirlerini kucaklamanın şiddetiyle önlerinde yer alan kadehler kırılabilirdi. Kırıldıktan sonra bedenlerine batabilirdi. Kan çıkabilirdi...
İsrail’de kan çıktı.
İstanbul’da sadece ses...
Şiddetli sarılmayla kırılan bardak olmadı.
Nezaket Ekici ve İsrailli performans sanatçısı Sharar Marcus, Siemens Sanat’ta Farklı Hayatlar Karşılaşmalar Buluşmalar başlıklı sergileri için İsrail’de yaptıkları performansı İstanbul’da bir kez daha tekrar ettiler.
İkili aynı zamanda Necef çölü ve Lut gölünde günlerce süren ortak performans çalışmaları ve teker teker ürettikleri işlerin hepsini Siemes Sanat’ta sergiliyor.
Ekici böylesine bir ortaklığın onun için sıradışı bir deneyim olduğunu söylüyor. İsrail’deki çarpışmanın şiddetini İsrail’deki politik gerilime değil, ikisinin günlerdir birlikte çalışmaktan dolayı yorgun düşmelerine bağlıyor.
“Günlerce tuz ve su içinde çalışmıştık. Sürekli su içiyorduk. O yüzden bu performansta da su içelim istedik.
Çok yorgun ve bu yüzden gerilmiştik...”
Ekici ve Marcus, birlikte ürettikleri başka bir performansta Lut gölünde kıtlıktan çıkmışçasına büyük bir iştahla yemek yiyorlar. Üç saat güneşin altında tuzun ve suyun içinde yedikleri yemek büyük bir mücadeleden izler taşıyor. Doğaya, kendi bedenlerine, suyun kaldırma gücüne karşı bir mücadele bu... En çok Bunuel’in La Grande Bouffe’sini andırsa da Nezaket Ekici filmi hiç seyretmemiş.
Hatırlatmak gerekirse Ekici’nin en büyük özelliği performanslarında bir fikirden değil bir imgeden yola çıkmasında. Bir imge görüyor ve sonra bu imgeyi üretmek üzere harekete geçiyor.
Ve kesinlikle mekana özgü bunu gerçekleştiriyor. Mekanı içinde sahne alacağı bir tiyatro sahnesi, bir dekor gibi düşünmüyor. Necef çölüyle kendisini eşit mesafede konumlandırıyor örneğin... Çölü bir sahne değil yine performans yapan ikinci bir kendi gibi kurguluyor.
Bu da yaptıklarına büyük bir felsefi derinlik veriyor.
Performans sanatı, evet Peggy Phelan’ın dediği gibi şimdiki zamanın sanatı. Lakin içinde soluk alıp verilebilecek başka zamanlar var. Ekici’nin bir sırrı da burada galiba.
Bu zamanların farkında olmasında... Öte yandan Sharar Marcus da öyle... Ekici’ye nazaran daha tiyatrosal ama
kesinlikle çok duyarlı.
Bu ikiliye dikkat diyorum özetle!