Ayşegül Sönmez

Ayşegül Sönmez

a.sonmez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Şehrin neredeyse her ışıklı ve görkemli yalısında bir parti düzenlendi... Tüm dünyadan bienal ve onu takip eden Art International İstanbul sanat fuarı için İstanbul’a gelenler bu partilerin seçkin konukları arasında yerini aldı. Her partide eğlenilmiyor. Her davet, parti havasında geçmiyor. Geçtiğimiz hafta boyunca o parti senin bu parti benim dolaştım.
Soluğu yine bir sahil kasabasında oğlumun koynunda aldığımdan bu davetlere yeterince uzak bir mesafeden bakabildim. Ve her birimiz için önemli dersler çıkardım.
Şöyle ki...
Her şeyden önce iyi davet demek kalabalık davet demek değil... Bu böyle bilinmeli! Çok fazla insan çağırınca partinin iyi geçeceğine dair bir garantin asla olmamalı. Lakin hem çok insan çağırıp hem de iyi parti yapmak büyük maharet. Davetliler arasında ayrım gözetmeksizin yerliyi yabancıyı aynı ortamda her birini eşitlikçi bir tutumla aynı sıcak gülümsemeyle ağırlamak... İşte bu zor. Kıymetli olan da bu...

Pamuk bir ‘celebrity’
Oturmalı bir akşam yemeği daveti veriyorsan muhakkak şuna hazırlıklı olmalısın. Çağırdığın kişilerin her birinin en az bir kişi getirmesine... O yüzden yarım saat geç gelenleri yer yok diyerek bekletmemelisin. Üstelik ayakta... Sonra da onları oturtmak için açık büfede dolmaların durduğu masayı ulu orta almamalısın! Dolmaları, dönerin bulunduğu masaya aktararak görüntüyü daha alaturka hiç kılmamalısın!
Masayı koyduğun köşedeki lamba oturanların gözüne girince hele onu asla bez peçeteyle kapatmaya çalışmamalısın.
Bez alev aldı. Yangın çıkmak üzereydi. Hoparlörün kulağımda patlayan sesine hiç girmiyorum...
Kıyafetlerle ilgili yorumlar şüphesiz partilerin vazgeçilmezi oluyor. En ince topuklu giyen ama ne yazık ki partilerin en şıkı olamıyor... Partilerdeki şıklığın sırrı topuğunun değil kişiliğinin inceliğinde sanırım... Topuk değil bu incelik seni yükseltiyor. Bakınız, Lale Müldür’ün cırt cırtlı bez ayakkabıları...
Orhan Pamuk evet çok ünlü. O bir celebrity. Fakat onunla birlikte partiye gelenler, ünlülüğün bulaşıcı olduğunu ispatlıyor. Çok yakın bir dostum, Orhan Pamuk yanındayken bana uzaktan ve soğuk selam verince anladım. O kadar ünlü değilsen yakınımıza gelemezsin dercesine uzakta tutan bir selam...
Bir de yalıda davet veriyorsan. Turu unut. Nolur tur attırma! Hele bu turu veren ev çalışanından rehberine yalının Boğaz’daki yalılar içinde en pahalılarından, efendim kaç milyon dolar olduğunu İngilizce hiç söyletme... Yalı sahibi değil ama İstanbullu ev sahibesi olarak biz utandık.

Misafirperverlik varsa
Şu sıcak gülümsemeye geri dönelim! En önemlisi bu... Davet sahiplerinin kalbinin sıcaklığı... Bu öyle bir elektrik ki... Gelenleri asıl rahat ettiren bu. O zaman o evlere yayılıp ev sahiplerinin kitaplarını karıştırıp konyak yudumlayanlar mı istersiniz, resminin
yerini beğenip resmini özlemiş sanatçının resminin karşısında vakit geçirip puding kaşıklayan mı... Bienalin konusuna girer ama... Özel bir alanın bir sürü misafire açılması onu kamusal kılmıyor. Bir otel gibi gezmemizi... Belirli mesafelerden bakmamızı! Aksine daha da özel kılıyor. Eğer o misafirperverlik varsa içte! Konukluğuna değer veriliyorsa...