Ayşegül Sönmez

Ayşegül Sönmez

a.sonmez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Edward Krasinski, Polonya’nın gelmiş geçmiş en önemli kavramsal sanatçılarından... Kavramsal sanatın militanı olmayanlarından... Hayatını kavramsallaştıranlarından... Aradaki fark önemli. Tıpkı başka kavramlar arasındaki farkların önemli olduğu gibi...
Krasinski’den bahseden sanat tarihçisinin onun için “tipik bir kavramsalcı değildi”, demesi boşuna değil...
Aynı zamanda “tenseldi” diye ekliyor.
Varşova’da düşüneceğim aralarında bir diyalektik olup olmadığına karar vereceğim pek çok şeyden ikisi... Kavramsallık ve tensellik...
Ten işin içine girmedikçe kavramsallık fayda etmiyor gibi bir hissiyattan bahsediyorum özetle...
Bedeni hor görmemenin armağanı akılcılığı yenme temennisinde olabilir mi?
Bu temenniler içinde Krasinski’nin o öldükten sonra muhafaza edilen ve ironik bir isme sahip Avangard Enstitüsü’nün Varşova’ya hakim terasındayız.
Enstitü, Krasinski’nin yaşadığı ve ürettiği ortamı olduğu gibi muhafaza etmiş.
Meşhur mavi bantlarının bazılarının yapışkanlığı geçmiş, duvardan sarkıyorlar.
Yeni bantlara başvurulmamış. Onları yenilemek buradaki yaşanmışlık izlerini yok etmek demek çünkü...
Öte yandan sanatçının “tenselliği”ne vurgu yapıyor eskimişlikleri...
Krasinski’nin mirasına duyulan bu özene imrenmemek elde değil. Ona gözü gibi bakanların duyarlılığına hayran olmamak!

Haberin Devamı

Güzel ve çirkin şehir

Enstitünün müdiresi ve küratörü ‘Varşova mimari olarak ne kadar çirkin değil mi?’ diye camla kuşatılmış karanlık terasta sordu.
‘Ne bakımdan?’ diyerek sorusunu soruyla yanıtladım.
‘Birbiriyle bütünlüğü olmayan birbirinden farklı binalar... Çirkin işte...’ dedi...
Bu kez bir şehirden bütünlük beklemenin üzerine düşünmeye başladım.
Acaba bir şehrin birbiriyle uyumlu binalara sahip olması gerektiği gibi bir fikri geçmiş yüzyılda çoktan bırakmış olmamalı mıydık?
Bir şehir çirkin derken?
Bir şehir güzel derken?
Örneğin Varşova’yı, (onu ilk kez gören biri olarak) “çekici” kılan eski binalarıyla yenilerinin birbiriyle çarpışan elemanları. Sovyet modernizminin üstüne gelen, yanına ilişen, üstünü kapatan küresel yatırımcı modernliği... Sovyet realisti örnek kadın rölyefinin dev ayaklarına kurulan zayıf ve mutlu Mango kadını. Corbusier etkisindeki bir apartmanın yanıbaşında bitmiş tüm şehri üzerinde yansıtan dev alışveriş merkezi...
Şehirler içinde taşıdıkları karşıtlıklarla daha ilginç ve güzel olmuyorlar mı? Mimari açıdan bütünlük içindeki şehirler mazide kalmadı mı?
Onlar artık birer müze değil mi?
İçinde kullanıcıdan çok turist yaşatmıyorlar mı?
Siena artık bir müze değildir de nedir? Paris müze değil midir?
Yeni bir şehir plancılık olacaksa bunun bütünlük değil de kaostan, pek çok karşıtlıktan beslenmesi, kullanıcı dostu olmasından yanayım. Emek’i yıkmadan Emek’in yanında bitecek başka bir yeniden... Yeninin içinde yaşatılan eskiden... Ama hiç tanımadığımız zamanlarda yaşamış bir dinozor gibi yaşatılmayan bir eskiden... Eski ve yeninin eşitlik içinde yaşamasından belki de...
Eskinin kafadan daha değerli ve kıdemli olduğuyla tayin edilmemiş bir yeniden...