Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları

Osmaniye

Yaşar Kemal‘i yetiştiren toprak, onu kendi satırlarıyla karşılar gibiydi: “Bahar inmişti Çukurova’nın düzüne... Işık fışkırıyordu topraktan yağmur gibi...”
“Usta”, köylü kasketi, yılların eğemediği dimdik cüssesi ve olanca heybetiyle girdi Hemite köy mezarlığına...
Kabirler arasında yemlenen tavuklar kaçıştı.
Kalabalık heyet, saygıyla bir ağacın gölgesine sığıştı.
Dev yazar, orada 4 yaşında bir yetim oluverdi.
Köşedeki çift başlı mezara yaklaştı.
İki taşın arasında yatan, “927’de” kaybettiği babasıydı.
Taşın üstündeki namıyla, “Van muhaciri Hacıoğlu Sadık”.

Haberin Devamı

‘Bütün Türkiye benim köyüm gibi olsun’

Yaşar Kemal’in toprağıyla, topraklısıyla buluşmasına gelenler arasında en yakınları vardı. Nebil Özgentürk, Ayşe Kemal, Tarık Akan, Can Dündar ve Arif Keskiner de oradaydı.
* FOTOĞRAFLAR: Ercan Arslan

‘Yüreğim yanıyor’
Öldürüldüğü gün, 4 yaşındaki Kemal‘iyle camiye gitmişti Hacıoğlu Salih...
Van’da ölümden kurtarıp yanında büyüttüğü, göçerken Adana’ya getirdiği evlatlığı Yusuf da öbür yanındaydı.
Yusuf birden belindeki hançerine davranmış ve Hacıoğlu Sadık‘ın yüreğine saplamıştı.
“Kadın meselesi” demişlerdi sonradan...
Babasının şah damarından sızan kanı görmüştü Kemal...
Dehşete kapılmıştı.
O gece sabaha kadar “Yüreğim yanıyor“ diye inlemiş, sabah da, kekeme olarak uyanmıştı.
Babasının öldüğüne uzun süre inanmadı.
İnandırıldığında da öldü diye ona kırıldı, küstü.
Mezarına hiç gitmedi; kabrinin yanından bile geçmedi.
Ta ki düne kadar...

‘Bütün Türkiye benim köyüm gibi olsun’

‘Usta’, devasa bir çınarın altında, dünyaya anlattığı insanlarla yemek yedi, sohbet etti.

Helalleşme vakti
Dün, bir kalem ustasının, kendisini doğuran Çukurova’ya dönüşüne tanık olduk.
Yaşar Kemal, toprağına borcunu, o toprağı ve insanını dünyaya tanıtarak ödemişti.
Şimdi, helalleşme vaktiydi.
Osmaniye dün, ona minnetini gösterdi.
Daha önce Belediye’nin açtığı Yaşar Kemal Parkı’nın içinde Osmaniye Valiliği’nce yaptırılan “Yaşar Kemal Kültür Evi“ törenle açıldı.

En yakınlarıyla
Osmaniye Vali Yardımcısı Mehmet Sadık Tunç, parkın içine bir “Yaşar Kemal Evi“ yaptırmayı aylar önceden kafasına koymuş, zar zor evi bitirmiş. Sonra bir Cumartesi sabahı Vali Celalettin Cerrah’a götürüp göstermiş. O da destek verince kapısına Yaşar Kemal‘in adını, içine külliyatını, fotoğraflarını, yabancı dilde basılmış kitaplarını koymuş. Ve bu buluşmayı düzenlemiş.
Yaşar Kemal‘in toprağıyla, topraklısıyla buluşmasına gelenler arasında en yakınları vardı:
Başta can yoldaşı Ayşe Kemal...
Sonra onunla ilk kez 1956’da Cumhuriyet bürosunda tanışmış, yaşadıklarıyla “Demirciler Çarşısı Cinayeti“ romanına ilham vermiş Arif Keskiner...
“Yaşar Kemal belgeseli“ne imza atmış Nebil Özgentürk...
Onunla ilkin Basınköy’de komşuluk, sonra dar günlerinde yolculuk etmiş Tarık Akan...
Yaşar Usta‘yı, 1970’lerin sonunda rahmetli hocam Ahmet Taner Kışlalı‘nın Kültür Bakanlığı döneminde, Yankı Dergisi bürosunda tanımış bir gazeteci olarak ben de onun bu tarihi gezisinin davetlileri arasındaydım.
Ama galiba asıl davet sahipleri, onu Yaşar Kemal olmadan önce, yasal takibattan kaçmak için değiştirdiği ismiyle, “Kemal Sadık Gökçeli” olarak tanıyan hemşerileriydi.
Davul zurnanın “Köroğlu“ türküsü eşliğinde alana giren dev yazarın köylüsünce karşılanışı görülmeye değerdi.

Haberin Devamı

‘Bütün Türkiye benim köyüm gibi olsun’

Haberin Devamı

Yaşar Kemal, gezi sırasında karşısına çıkan İnce Memed heykelini selamladı.

Zulümden ödüle
O köyde babasının mezarını ve tek gözünü bırakıp çıktıktan sonra, ırgatlık, memurluk, öğretmenlik yapmış, 17 yaşından itibaren de, alabildiğine yoksulluk ile sınırsız zenginliğin buluştuğu Çukurova’da, kulağına fısıldanan efsaneleri, ağıtları yazarak yazarlığa başlamıştı.
Yazılarından ötürü yasaklardan, sorgulardan, mahpusluklardan geçmiş, zulüm görüp eziyet çekmiş, lakin “ipe çekeceklerini bilse de” yazmaya devam etmişti.
Dünyada okunmadık dil, dokunmadık yürek bırakmamıştı.
Zamanında İnce Memed‘i tehdit sayan, çekimine de gösterimine de izin vermeyen devlet, şimdi onu onur nişanlarıyla ödüllendiriyor, adına kültür evi açıyordu.

‘Hemite’ye gidelim’
Yaşar Kemal‘e dünyanın dört bir yanından davet yağar:
Ödül, fahri doktora, konferans, imza günü teklifleri...
90’lık dev, bunları kibarca reddeder.
Israrlı tekliflere rağmen hiçbir yere heykelinin yapılmasını istemez; niyetlenenlere ayak direr.
Kendisinin tabiriyle “Onun işi yazmaktır, konuşmak değil...”
Ama bu davet, doğduğu köyden gelince, -sağlığından endişelenen yakın çevresinin itirazlarına rağmen- “Buna gideceğim“ dedi.
Çünkü Hemite’de adına kurulan evde “İnce Memed”in torunları okuyacak, yazacak, çoğalacaktı.
Onlara bir çift sözü vardı. Onu söylemeye gelmişti.

‘Türkiye dinlesin!’
Dedi ki:
“Burada cennette büyüdüm ben... Çukurova’da muhacirdik. Türkmenler arasında tek Kürt aileydik. Ama hiçbir kötülük görmedim. Tersine: En sevgili çocuk bendim. Bütün çocukları döverlerdi. Kürt diye bana ilişmezlerdi. Bin yıl beraberdik. Türkiye bunu dinlesin: Bütün Türkiye benim köyüm gibi olsun...”

‘Hay senin sülalene!...’

Hemite kalesinin eteklerinde, mısır tarlalarının yanı başında, kendi adını taşıyan parkta sofra kurdular Yaşar Kemal‘e...
Devasa bir çınar, devasa bir çınarın altında, dünyaya anlattığı insanlarla yemek yedi.
“Yer Demir Gök Bakır“a, “Ölmez Otu“na ilham veren diyardaydık.
Karacoğlan‘ı, Dadaloğlu‘nu yetiştiren topraktaydık.
“Selvi Boylum Al Yazmalım”ın, “Yılanı Öldürseler“in, “Namus Borcu“nun çekildiği mekândaydık.
Yaşar Kemal, çocukken akşama kadar yüzdüğü Ceyhan’ın sularına bakarken, ahali dalga dalga ünlü hemşerisini görmeye geldi, sofrasını çevreledi.
“Alçakgönüllü büyüyen zeytin fidanları gibi” büyümüştü akranları, akrabaları, ahbaplarının çocukları...
Hepsiyle birer ikişer sohbete daldı:
“- Beni tanıdın mı Kemal?”
“- Kimsin sen?”
“- Döndüyüm ben emmoğlu...”
Birazdan bir köylü kadını daha:
“- Ben Tatarın kızı Elif...”
“- Aboovvv..”
“- Ben de Talat’ın oğlu Abdullah’ım Yaşar Baba...”
“- Sizin evin önünde bir ağaç vardı ne oldu o..?”
“- Odun oldu Yaşar Baba...”
Kahkahalar...
“- Sen kimlerdensin?”
“- Hösemoğullarından...”
“- Hay senin sülalene...”
“- Baban kim?”
“- Nalbant Hasan’ın oğluyum.
“- O zaman baban hariç...”
Yine kahkahalar...
Derken efsaneyi gerçeğe bulayan bir serzeniş:
“- İnce Memed’den o kadar para kazandın, şuraya bi mezarını yaptırmadın Kemal...”
Yine kahkahalar...

Hemiteli Kemal
Ömrünün ilk çeyrek asrını beraber geçirdiği Sarı Veli’yle, iki gür ağaç gibi birbirine yaslanıp eski hatıraları yad ettiler.
Saatlerce sürdü bu kucaklaşmalar...
Sanki “İnce Memed“ dağdan inmiş, ziyaretlerine gelmişti.
Her gelen, ellerinden, yanaklarından, alnından öptü Toros yürekli, “Hemiteli Kemal”i...
Sonra...
Yine sımsıkı sarılıp vedalaştılar köylerinin bu büyük evladıyla...
“O iyi insanlar, o güzel atlara binip gitti” yine...
Geride Çukurova toprağınca bereketli, Hemite kalesince heybetli bir efsane bırakarak...