Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları

Bir inci küpe hikâyesi

Alzheimer’ı bilirim. Kalleştir.
En yakınını el eder; seni tanımaz hale getirir.
Öldürmeden tattırır ayrılık acısını; hasta sahibini kahreder.
Eski bir bakandan dinlemiştim:
Demirel, Alzheimer olan eşini düzenli ziyarete gidiyormuş. Hasta bile olsa, ziyaretleri sektirmemeye çalışıyormuş. Doktorlar, onun yıpranmasını engellemek için “Kendinizi yormayın, nasılsa artık sizi tanımıyor“ demişler.
Acı acı gülmüş Demirel:
“Ama ben onu hala tanıyorum” demiş.

“Babamızın eşi”
Biz de aileden biri gibi tanıyorduk onu; o bizi tanımasa da birlikte büyümüştük sanki...
Ecevit’in aksine, Demirel eşini hiç ön plana çıkarmazdı. O yüzden de Nazmiye Hanım hep bir sır küpü olarak kaldı. Yine de cenazesinde tanıklık edebiliriz ki, Güniz Sokak’ın bu gölge mukimini “iyi bilirdik”.
“Baba“mızın eşiydi.
“65 yıllık evliydiler“ deniyor ama ilişkileri daha da eskiydi; onlar, beşik kertmesiydi. Yani doğuştan birbirlerine iliştirilmişlerdi.
Evlenmek için Demirel‘in “mühendis mektebi“ni bitirmesini beklediler. Sonra da üç gün üç gece süren bir köy düğünüyle evlendiler.
Bu üç günün ikisine katılamamıştı Süleyman Bey...
Belki iş yoğunluğundan, belki adetten...
Sonra ilk mühendis maaşından, eşine bir inci küpe almıştı.
O küpenin ilginç bir öyküsü vardır:

“Müjde Nazmiye!”
Nazmiye Hanım, kulağından eksik etmediği küpesini 1972’de Adalet Partisi’nin İstanbul kongresinde düşürür.
Küpe kaybolur.
Manevi değeri yüksektir; Nazmiye Hanım kahrolur.
Bunun üzerine Kelebek Gazetesi, “Nazmiye Hanım’ın küpesini bulalım” başlıklı bir kampanya başlatır.
Ve küpe hemen ertesi gün bulunur.
Kendisini “46 Demokratı“ diye tanıtan bir partili, yerde bulup cebine attığı küpeyi getirip teslim eder.
Haberi, evinin kapısında alan Süleyman Bey, hemen eşine seslenir:
“Nazmiye... Nazmiye... Müjde! Küpe bulundu.”
Dün, gazetelerdeki siyah beyaz fotoğraflara baktım.
Hayatının her döneminde, Nazmiye Hanım‘ın kulağında o inci küpe vardı.

Haberin Devamı

Ona düşen, sabretmekti
“Demirel’in Liderlik Sırları“nı kaleme alan Celal Kazdağlı, eşinin onun hayatındaki yerini şöyle tanımlar:
“Süleyman Demirel için Nazmiye Hanım, köyde modernlik, kentte gelenek demekti.”
Öyleydi; ve bu formül, Demirel’e hem köyde, hem kentte popülerlik bahşetti.
Yazar Hulusi Turgut, ona eşini sorduğunda ağzından dökülen ilk sözcük “sabırlı“ olmuştu. Evliliklerinde Nazmiye Hanım‘a düşen rol, sabredip beklemekti:
Düğün için eşinin mühendis diploması almasını beklemek... Uzun seçim kampanyalarında eve dönüşünü beklemek...
Zincirbozan’a sürgüne giderken hayırlı haberlerini beklemek...
Bu sonuncusunda, tam 30 yıl öncesinin o haziran sabahında, Güniz Sokak’taki gazeteciler arasındaydım.
Arabalar hazırlanıp bavullar yüklendikten sonra eşiyle vedalaşırken göz pınarlarında biriken damlaların nasıl süzüldüğüne tanığım.

Hiç “sınır ihlali” yapmadı
Ama tüm çektiklerine rağmen üzüntüsünü kimseye göstermemiştir Nazmiye Hanım...
Demirel‘in tabiriyle, “zor günlerde en ufak zaafa düşmemiştir. Başı hep diktir.”
Hamzakoy’da gözetim altındayken TRT kamerasına sadece iki cümle söylemiştir:
“Hiçbir şeyimiz yok. Sıhhatimiz yerinde...”
Gazeteler çocuk konusunda, “O’nu içten içe kemiren bir üzüntü var. Ama O, üzüntüsünü kimseye belli etmeyecek kadar büyük” diye yazdığında sessizce başını öne eğmiştir.1970’te büyük bir gazetenin iftirasına uğradığında da susmuş, savunmayı eşine bırakmıştır.
Daha 1964’te, eşi genel başkan seçildiğinde verdiği demeçte, “Kocam evin dışındaki işleri iyi bilir, ev içini de ben organize ederim” demiş, hayatı boyunca bu söze sadık kalmış, hiç “sınır ihlali“ yapmamıştır.
Bugün ilk ve son kez adı, eşinin adının önüne geçiyor.
Nur içinde yatsın.

Haberin Devamı

Bir iftira, bir tavsiye
Yaşar Kemal‘in doğduğu topraklara, Çukurova’ya dönüşünü yazmıştım önceki gün...
Çok beğendiği yazıda, babasının ölümüne dair bir iftiranın yer alması, “Usta“nın canını sıkmış.
Oysa O, kardeş bildiği adamın nasıl babasının katiline dönüştüğünü “Kimsecik“ üçlemesinde anlatmıştı. Göç esnasında canı kurtarılıp evlat edinilen bir öksüzü cinayete sürükleyen ruh halini, derinlemesine incelemişti.
En iyisi “Usta“dan özür dilerken, bu vesileyle önce onun “Yağmurcuk Kuşu”, “Kale Kapısı”, “Kanın Sesi” kitaplarından (Yapı Kredi Yayınları) oluşan “Kimsecik“ üçlemesini, sonra da Alain Bosquet’nin “Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor“ kitabı (Yapı Kredi, 2004) ile Prof. Dr. Orhan Öztürk’ün bu konuyu işleyen “Özerk Benlik, Kul Benlik” (Okuyan Us, 2012) kitabını tavsiye edelim.