Kaygı mı, üzüntü mü? Hangisini alırsınız?

25 Ekim 2010

Biliyorum hiçbirini istemediğinizi. Yine de “Mecbur kalsanız neyi alırdınız?” demeye getiriyorum. Aslında gerçek sondan korkmayız. Korktuğumuz şey ‘son’un öncesidir. Ben kendi cevabımı vereyim: “Ben hemen üzüntüyü alır bir güzel sarıp sarmalardım kendimi onunla”

Dostlara bunu anlatmak için bulduğum bir yol vardır. Diyelim ki biz kardeşiz ey okur. Ve çok ama çok sevdiğimiz bir babamız var. Çok ağır bir kansere yakalandı, üstelik daha genç. Yaklaşık bir yıldır hastane, ev, yoğun bakım, sonra yine ev. Kaygı içindeyiz, onu kaybetmekten korkuyoruz doğal olarak. Başka çareler arıyoruz sürekli. Yeni ilaçlar, tedaviler araştırıyoruz. Ve ben pek de kitap falan yazamıyorum, ofise gidiyorum ama sen, yani kardeşim yoğun bakım kapısındaysan. Ben geldiğimde de sen işine gidiyorsun. Tatil, eğlence vs. gibi şeylerin adı bile geçmiyor. Ve bir gün o acı gelip yüreğimize oturuyor. Babamızı kaybediyoruz.

Kurtulan sadece o değildir Biliyor musunuz? Şöyle bir laf edilir bu tür durumlarda: “Kurtuldu” denir. Aslında kurtulan sadece o değildir. Biz de kurtuluruz. Çok sevdiğimiz babamızdan değil ama korkudan ve kaygıdan kurtuluruz. Artık üzüntü vardır, yas vardır. Ve kırkı çıktığında onsuz

Yazının Devamı

Ben ya da hiç

11 Ekim 2010

Aklımın zehrini fark ettim. Zehirsiz bölgenin tehlikesini göze aldımsa da, yasağını delemedim


Zaman, sırlı bir aynanın içinde kendi oyununu oynarken beni nerede tuttu? Yaşam, zamanın içinde benim eğretilenmiş halim mi yoksa? Benim kim bilir ne zaman, ne zamandır ve nereden ve de niçin geldiğini bilmediğim varlığımı boynuzunda taşıyan iri memeli bu yuvarlak, yoksa sonsuz mercekli bir yanılsama mıydı?
Bir tane sandığım, ama asla bir tane olmak istemediğim kendim, biricikliğimi niye çoğunluğa hapsetmek istiyor ki? Neden hem özel hem tek olmak, hem de çan eğrisinin içinde kalmak isteği bu denli çelişik dururken ayaklarım dolanıp düşmüyorum? Niye diğerleri de kendileri düşmemek için beni tutuyorlar ve ben niye onları? ‘Onlar’ın içinde olmanın güvenini bu kadar gereksinirken, niye hem de farklı olmak istiyorum? Ve de niye boynum vurulasıya farklı olmayı göze alamayacak kadar ılık bir kazanda piştiğimi sanıyorum?

Var eden bilgiler
Ne olduğuma, kim olduğuma, nasıl göründüğüme, koktuğuma, ellendiğime dair bilgilerse beni var eden sadece, ben gerçekten var mıyım? Varlığım niye bilgiye ipotekli? Bir ya da daha fazla sembolle tanımlanmamın arasındaki fark ne? Ben aslında varlığa

Yazının Devamı

KAFESiN GÜVENLiĞi!

4 Ekim 2010

Kimi ruhlar çarmıha gerilidir. Kadim yaraları yüzünden yeniden ve yeniden gerilirler her iki koldan farklı iki çiviye. Birisi paslıdır çivinin. Onu çıkarmak hem zor, hem acılıdır. İki kolun asıldığı ve ruhu geren; gerdikçe çatlatan bu çarmıhın çivilerinden biri arzu, diğeri gereklilik; ya da biri aşk, öteki onaydır çoğu zaman. İçin için yansa da istediği yöne meyletmek için öteki paslı çivi tutar biteviye.
Birini koparmalı, birini sökmelidir. Yoksa daha fazla dayanamayacaktır. Sökülmeye aday olan taraf çoğu zaman yeni çividir. Arzu çivisi, onay çivisinden daha kolay sökülüp atılır. Daha az korkutucudur onu sökmek. Kendini yok etmek de olsa daha az suçluluk vardır o yanda. Eski esarete boyun eğmek yine de çarmıhtan kurtulmak olacaktır çünkü.
Ve fakat yeni bir çarmıh daha vardır. Nasıl yapmalı? Sorumluluk almadan, suçluluk hissetmeden... Kendini yok etmek isteyen, bunun da bulur bir yolunu. Bilir, öğrenmiştir çünkü paslı taraftan bunu yıllar boyu. Hataya zorlar ite kaka taze tarafı. Böylece kendi yapmamış olacaktır olanı biteni; kendi almayacaktır ne suçu, ne de sorumluluğu...
Aslında ortada tek çivi vardır. Geçmişin çivisi... Hiç kopamadığı... O yüzden yerleşemez ruh yeni bir

Yazının Devamı

Özgürlük insanı boğabilir mi?

27 Eylül 2010

Yalom’un önemli bir saptaması var: “Bugünün bireyleri bastırılmışlıktan çok özgürlükle başetmek zorundalar.” Rollo May, 'Aşk ve İrade' kitabının özellikle aşk bölümünde meseleyi enine boyuna ve sapasağlam biçimde anlatıyor. Üzerinde çok durulması, iyice açılması gereken bu hali ve sonuçlarını o denli fazla görüyorum ki... Ve fakat bütün okların başka bir yönü gösterdiği bir yerde maalesef hem anlatması hem de anlaması zor görünüyor. Ve hatta yerine koyduğum önerinin eskiye dönmek olduğunu düşünmek gibi yalınkat bakışlar, yorumlar ve itirazlar da oluyor. Bir zamanların cadı avcıları şimdinin avcı cadıları olmuş görünüyor. Oysa yeniden başka bir bastırma süreci içindeyiz. Özgürlük insanı bastırır mı?

Aşkı yok etmek
Önce yaşamına bakıp sağlam bir içgörüyle geçmişini anlatan bir kadının size söyleyecekleri var. Bu mektubu yazmasını ben rica ettim kendisinden :
“Hayattan beklediğim ne varsa, hepsine ulaşmak için yoğun bir çaba sarfediyordum. Ulaşamadıkça hırsla boğuluyordum. Çabam, beni peşinden sürükleyen bir hayvana dönüşmüştü. Hırpalanıyor, parçalanıyor ve ard arda gelen hayal kırıklıkları yaşıyordum. En çok istediğim şey, sevmek ve sevilmekti. O kadar sabırsız ve o kadar

Yazının Devamı

KENDiNi GERÇEKLEŞTiRMEK

13 Eylül 2010

Abraham Maslow’un ortaya koyduğu ihtiyaçlar hiyerarşisi sıklıkla bir piramit olarak düşünülür. Bu piramidin neresindesiniz ya da neresinde olmayı arzu edersiniz? İşte size yol gösterecek birkaç insan özelliği


En temel ihtiyaçlar piramidin tabanında yer alır. Nefes almak, yemek, içmek, ısınmak, barınmak gibi fizyolojik ihtiyaçlardır bunlar. Varsayıma göre, açlık içinde birinin daha üst düzeydeki bir arzuya yönelmesi pek olası değildir. Bir üstteki katmanda güvenlik vardır. Eğer kişi kendisini, ailesini ve içinde bulunduğu toplumu güven içinde hissederse bir sonraki katmandaki ihtiyaçları tatmin etmeye yönelebilir. Üçüncü katmanda ait olma ve sevgi gereksinimi vardır. Yani yaklaşık olarak başkalarıyla ilişki kurmak, kabul edilmek ve bir yere ait olmak... Daha da yukarı çıkıldığında saygınlık ve değer gereksinimi vardır ki bu prestij, başarı, yeterli olmak, başkaları tarafından tanınmak ve benimsenmek gibi ihtiyaçları içerir. Piramitin en tepesindeyse kendini gerçekleştirme gereksinimi vardır.
Aslında anlaması çok kolay. “Aç ayı oynamaz” sözünden gidin. İnsan, bir alt katmandaki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, yani kişilik düzeyine

Yazının Devamı

Kamyonetle kendine gitme rehberi

6 Eylül 2010

Bu hafta sonu çok yakın bir yere gittim, Sedef Adası’na. Oradan yazıyorum bu satırları. Kendime de gitmiş oldum. Böyle zaman-larda insan kandırama-dığı aynalarla karşılaşıyor. Rahatı kaçıyor, iyi de oluyor


İnsan bir yere gidince oraya gitmekle kalmıyor kendisine de gidiyor. Gidilen yerde gördüklerine şaşırıyorsun ama iyi bakarsan, aslında en çok kendinde buldukların(d)a şaşırabiliyorsun. Mümkünse alıştığın konforunu darmadağın edecek gitmelere bırakmak lazım kendini. Ne çok uzağına düşersen kendinin, o kadar uzağında kalan kendine bakma fırsatın oluyor. Derin aşklarda da böyle olur insan. Sarsılır. Bir başkasına gitmeye kalkışmak çünkü bir yanıyla da aşk. Orada da fena halde kendinle karşılaşıyorsun.
Size acayip gelecek bir gitme tarzım vardı. Birkaç yıldır yapmadım, yapamadım. Bir ara size de anlatacağım. Gördüğüm yerler, karşılaştığım insanlar kadar, belki ondan da çok kendimi; daha doğrusu bilmediğim- kendime doğru gidişimi yazacağım. İnsan her sabah baktığı aynadan başka aynalarla -kandıramadığı aynalarla- karşılaşıyor çünkü. Biraz orası burası kanıyor. Rahatı kaçıyor. Gözü yerse çok da iyi oluyor.

Terapist oyunbozandır
Bazen bana “Terapist nedir, nasıl bir şeydir?”

Yazının Devamı

Aşk ve hayat: Bir ‘tık’ın çok ötesinde

30 Ağustos 2010

‘Kolay’ olana, ‘yüzeysel’ olana meylediyoruz, hayatımızda ‘giriş, gelişme, sonuç’ istemiyoruz. Yaşamın üzerinden hızla tıklayarak geçtiğimizde daha çok şey alacağımızı, daha çok şeyi yiyebileceğimizi sanıyoruz. Derin olmayan, aynı zamanda iki kutuplu kalmaya mahkum oluyor. ‘Tık’ladıkça etiketliyor veya etiketleniyoruz


Biliyorsunuz artık her şeyin kursu var. Çoğunluğu, öğrettiği şeyi sadece iyi değil hızlı öğrettiğini iddia ediyor. Çağın en çok rağbet gören kavramlarından biri hız çünkü. Hızlı kilo vermek, hızlı öğrenmek istiyoruz, hızlı yükselmek, hızlı gitmek, hızlı tanışmak... Sadece internet bağlantı hızımızın yüksek olması yetmiyor, aradığımız şeyi hızlı bulmak ve onu hızla kavramak istiyoruz. Hem uzun hem de hızlı yaşamak istiyoruz.
Yaşamı adeta tüketmeye odaklıyız. Tüketecek şey arttıkça daha da çok tüketmeye yöneliyoruz . Ve de bunu hızla yapmaya olan gereksinimimiz artıyor. Hız da diğer ‘şey’ler gibi aslında. Bazen iyi bazen kötü, bazen güzel bazen çirkin, bazen yararlı bazen yararsız oysa.
Bu köşede yazdığım yazılara gelen tepkilere baktığımda şaşırdığım oluyor. Yazının içeriğine katılanlar, katılmayanlar, beğenenler veya beğenmeyenler olabilir. Fakat bazen

Yazının Devamı

‘Aşk’ın çeşitleri ve ‘biz’

23 Ağustos 2010

Herkes kendi meşrebince sever bir diğerini. Öyle çok aşk yaşadı ki insanoğlu var olduğu günden beri. Ben bile oturup yazmaya kalksam bildiklerimi, bitiremem bir ömür boyu. Ama yine de kaç çeşit sevebiliriz birbirimizi? Şeyleri anlamak için zaman zaman sınıflandırırız çünkü. Batı düşüncesi -doğuya göre- daha çok sever sınıflamayı, bölmeyi. O yüzden daha iyi anlar insan. Bu anlama zihinsel bir anlamadır gerçi. Yine de daha çok güven verir. Doğu, meseleyi zihnin ötesine de taşıdığı için zordur. Çoğu, içine alamaz. Oysa doğuda “iç” ve “dış” bile kesin çizgilerle ayrılmaz. (Doctor Maximus’u okuyup anlamaya çalışanlar bilirler.)

Gerçek ilişkide hepsi varBatı düşüncesinde aşkın temel anlamda dört çeşidi var. Basitçe anlatmak gerekirse ilki libido. Bu bildiğiniz seks ya da şehvet. Sonra eros geliyor. Bu yaratmaya ve üretmeye dönük ve daha yüksek ve derin biçimi aşkın. Sonra philia geliyor: Daha dostluğa, kardeşliğe yakın bir sevme biçimi. Ve agape : adanmış, karşılıksız, menfaatsiz sevgi.
Gerçek bir ilişki ve aşk deneyiminde bunların hepsinin olması ideal olanı. Libidonun tümüyle bastırılması veya agapenin hiç olmaması gibi durumların nelere yol açtığını aslında sizler de biliyorsunuz.

Yazının Devamı