Cem Mumcu

Cem Mumcu

cemmumcu@okuyanus.com.tr

Tüm Yazıları

Eski Türk filmlerinde iyiler ve kötüler hiç de yaşamdakine benzemeyecek biçimde ikiye bölünmüştür. Bu yapı hâlâ toplum olarak bizi kıskıvrak bağlar. Kendiliğimizin kötü yönü tarafından istila edileceğimiz korkusunu yaşarız. Bu bizi saldırganlığa iter


Şeyleri, insanları, olguları şaşırtıcı biçimde iyi ve kötü diye kesin çizgilerle ikiye ayırıyoruz. Aslında çocukluk dönemine ait ilkel bir savunma düzeneğidir bu: Splitting. Henüz kendi kimliğini, bedenini, varlığını tam olarak algılayamayan bebek için dış dünya esastır. Basitçe süt veren meme veya anne ‘iyi’, süt vermeyen meme veya anne ise ‘kötü’dür. Adeta nesneler ikiye ayrılmıştır. İyi ve kötü... İyi anne, kötü anne...
Dünya, iyi nesnelerin harekete geçirdiği ‘iyi kendilik’ ve kötü nesnelerin harekete geçirdiği ‘kötü kendilik’ olarak bölünmüştür. O dönem için benliğin yaşama tahammül edebilmesi, varlığını sürdürebilmesi ve daha ilerideki bütünleşmeyi sağlayabilmesi için kendiliğini ve dış dünyayı böylesine parçalara ayırması gereklidir.

Haberin Devamı

Bölünmüş bir topluma bölünmemiş bir yazı
Kimse artık sadece iyi ve kötü değil
Zihinsel yapı tekâmül edip gerçeklik algılanmaya başladıkça bu ilkel düzenek zayıflamaya başlar. İyi ve kötü arasındaki kesin çizgi silindikçe bütünlüğe doğru yönelmeye başlar çocuk. Artık şeyler iyi ve kötü diye ayrılmaz. Şeylerin iyi ve kötü, beğendiğimiz ve beğenmediğimiz yönleri vardır olsa olsa.
Dış dünya, iyi ve kötü olarak ikiye bölünmüş olarak algılanmaz artık. Dünya her ikisini de içinde barındıran bir yerdir bundan sonra. Sevgililerimiz, annemiz, arkadaşlarımız hatta izlediğimiz filmler, dinlediğimiz müzikler artık her iki özelliği de barındıran şeyler haline gelir. Kimse artık Türk filmlerindeki Lale Belkıs gibi sadece kötü ya da Hulusi Kentmen gibi sadece iyi değildir. Oysa dört yaşlarında iyi ve kötü kendiliği birleştirerek bütüncül bir kendilik oluşturamayan bireyler , daha sonraki hayatlarında borderline kişilik denilen oldukça sıkıntılı bir örüntü ile yaşarlar.
Konu aslında uzun ve çetrefilli. Bu kadarıyla yetinelim şimdilik. Ve gelelim meseleyi taşımak istediğimiz zemine. Çünkü derdimiz bireylerden çok toplum olarak topyekün kendimize bakmak.

Haberin Devamı

Adil bir bakıştan uzak
Aslında geçmişte izlediğimiz Türk filmlerinde bu yapıyı defalarca izlemişsinizdir. İyiler ve kötüler hiç de yaşamdakine benzemeyecek biçimde ikiye bölünmüştür. Ve bu yapı hala toplum olarak bizi kıskıvrak bağlamış biçimde. Hemen hemen her türlü sıcak gündemde bunun izlerini görebilirsiniz. Bütünleştirici ve adil bir bakıştan uzak biçimde bakılır meselelere. “Arabesk kötü” dür, “arabesk iyi” dir. Popüler olan her şey değersiz ve kötüdür veya değerlidir. Cem Yılmaz’ın filmi ya kötüdür ya da iyidir. Partiler ve liderleri kötü veya iyidir. Başörtülü olmak kötüdür veya iyidir. Taş atan bütün çocuklar kötüdür. Avrupalılar kötüdür veya iyidir.

Olumsuz algıdan kurtulmak isteriz
Entelektüeller iyi, halk kötüdür. Türk milleti aptaldır veya tam tersine çok zekidir. Bu ve benzerleri sadece diğerlerini değil kendimizi, kendiliğimizi de kötü olarak yaşantılamamıza neden olan olumsuz duygu ve algıları canlandırdığından, bir an önce bu halden kurtulmak isteriz. Bu bizi saldırganlığa iter. Çünkü kendiliğimizin kötü yönü tarafından istila edileceğimiz korkusunu yaşarız. Saldırmalı veya kötü olanı diğerinin üzerine topyekün boca etmeliyiz.

Haberin Devamı

Anne veya baba figürü kimlerdi?
Bu toplumun dört yaşları nereye denk gelmektedir? Neden iyi ve kötüyü bütünleştiremedik? Hangi devrimler, hangi yasalar, hangi okul kitapları ile hastalandık? Anne veya baba figürü kimlerdi? Gelişim sürecini bozan sağlıksız ebeveynlerimiz kimlerdi?
Kendiliğimizi inşa edemeyişimiz yüzünden yaşadığımız dürtüsel yapımız, tutarsız ulusal benlik algımız, paranoyaya ve çözülmeye meylimiz üzerine çalışmamız lazım. Başka sorular da sormalıyız. Bir ulusun aydın (?) kesimi neden kendiliğini, kendi halkını sevmez ve onu aşağılar?
Neden onun gerçekliğini hem kabullenmez, hem onun kültürünü görmezden gelip aşağılar, hem de ona çok öfkelidir? Neden aşağılayıp ezdiği ve yaşamasına engel olmaya çalıştığı yapının direnişine, direnişiyle ürettiği çözümlere, tercihlere, kültüre de sağlıklı biçimde bakamaz? Neden kendiliğini, kendi toplumunu beğenmemenin rantını başka yerlerde yediği halde, bu beğenmemeyi, beğenmediklerinin de beğenmesini bekleyecek kadar boşluk ve aymazlık içindedir?
Bir gün iyileşirsek umarım hastaneden çıkışımız bile askeri bir terim olan “taburcu olmak” biçiminde ifade bulmaz.
Bu kadar laftan sonra okurdan yazıyı iyi veya kötü diye ikiye ayırmamasını istesem çok şey mi istemiş olurum?


Haftanın önerileri
Kitap: Sabaha Karşı Toprak Şifa Bulacak, Zamyatin, Kavis Kitap
Film: The Green Butchers, Yönetmen: Anders Thomas Jensen
Müzik: Fado, Katia Guerreiro
Web Sitesi: www.facebook.com/dizustuedebiyat
Mekan: Çınaraltı Kafe, Kuzguncuk