Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları

Eylül ayı sanayi üretim endeksi beklentinin üzerinde geldi. Bir önceki yılın aynı ayına göre yıllık 10.4 artış gösteren sanayi endeksi, 2017 yılı büyümesinde, nitelik olarak, önemli bir değişimin işaretini veriyor. 2017 yılında sanayinin üretim ve ihracat açısından genel trendine baktığımızda ve bunu 2016 yılıyla karşılaştırdığımızda, 2017 yılının sürekli ama istikrarlı bir çizgide artan bir tempo tutturduğunu görüyoruz.

Türkiye’de sanayi üretiminin en önemli sorunlarından biri, sanayicinin, finansman, işçilik, enerji gibi doğrudan üretimi ve verimliği etkileyen değişkenlere bağlı olarak, istikrarlı bir üretim çizgisi tutturamamasıdır.

Haberin Devamı

Bu yüzden yıl içinde bile sanayi üretimi çok keskin iniş çıkışlar gösterebilir.

Bu durum, istihdamı ve sonuçta genel refahı etkileyen, büyümeyi düşüren önemli bir sorunumuzdur. Türkiye, 2017 yılında bu önemli sorunu aşan bir sanayi üretimi çizgisi tutturmuştur.

Yeni bir yol...

Öncelikle KGF ile sanayicinin en dar zamanında finansa erişimini kolaylaştırıldı. İşgücüne katılım bu yıl en üst düzeyde seyretti ve enerji fiyatlarında ve tedarikinde bir sorun yaşamadık. Bunun dışında hükümet, yeni bir büyüme ve kalkınma perspektifiyle sanayiciye ve ihracatçıya destek verdi. Merkez Bankası, para politikasını istihdamı da gözeten ve bu doğrultuda çok farklı araçları kullanan yeni bir patika üzerinden kurgulamaya başladı. Maliye politikasında sanayici için dışsallık yaratan ve yalnızca “faiz dışı fazlaya” odaklanmayan, başarıyı burada saymayan anlayış yerine oturmaya başladı.

Kemer sıkmanın istikrar değil, kriz ve kaos getireceğini tam aksine üretim ile istikrarın ve refahın geleceğini nihayet anlamaya başladık. Hiç şüphesiz ki bütün bunlar Türkiye’nin, yakın zamana kadar yürüttüğü, IMF kökenli ortodoks programların dışında yeni bir yolu önümüze koyuyordu. Ancak şunu da hemen belirtmek gerekiyor ki hâlâ “eskiyi” aşmak ve eski yoksullaştırıcı kriz politikalarını tümüyle bırakmamız için bir hayli yolumuz var.

Öte yandan, Türkiye’nin bu sanayi bazlı büyüme temposunu aşağıya çekmek için şu an yoğun bir çaba olduğunu da gözlemliyorum.

Haberin Devamı

Bir anı...

Biliyorsunuz krizli doksanlı yıllardan sonra IMF’nin son müşterilerinden biri Türkiye idi. Türkiye ile IMF’nin 19. stand-by anlaşması sonrası yeni bir anlaşma yapmaması yalnız ekonomik değil siyasi bir dönüşümün ilk adımıdır.

Türkiye’nin IMF ile yeni anlaşmaya içerideki geleneksel sermaye çevreleri, faizci-yağmacı kesimler tarafından zorlanması çok önemli bir tarihi hikâyedir.

Burada Erdoğan’ın direnmesi, aynı dönemde darbeci güçlere Türkiye’nin direnmesinin ekonomik tarafıdır. Türkiye burada teslim olmayınca, ekonomi 2010 ve 2011 yıllarında, ihracata dönük yeni bir sanayileşme ivmesiyle çok ciddi bir büyüme yakaladı. Adeta Türkiye’nin yıllardır bastırılan, saklanan büyüme potansiyeli ortaya çıkmış, ekonomi, hizmetler ve finans dışında ilk defa dünyaya ayak uyduran, dış pazarlarda rekabet yapan yeni bir kalkınma perspektifi yakalamıştı.

Burada bir anımı anlatmak istiyorum. 2009 yılında İstanbul’da IMF ve Dünya Bankası’nın toplantılarında Hak-İş’in düzenlediği panelde konuşmacıydım.

Haberin Devamı

O panelde IMF temsilcisi de konuşmacıydı. Ben, İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Dündar Murat Demiröz’le birlikte yaptığımız bir çalışmayı sundum.

Bu çalışmada, biz Türkiye’nin 2010 yılında yüzde 8.9-9 civarında büyüyeceği bulmuştuk. Ben bunu anlatınca salonda gülüşmeler oldu. IMF temsilcisi de gülerek, Türkiye “Bu büyümeyi rüyasında göremez” dedi. Biliyorsunuz, Türkiye 2010 yılında yüzde 8.9 büyüdü. Bu büyümeyi arkasına alan hükümet seçimlerde önemli bir başarı yakaladı. O zaman da Türkiye’nin, yeni bir sanayi kalkınmasına ve buna bağlı yeni para ve maliye politikalarına sahip olması gerektiğini dilimiz döndüğünce anlattık. Yine aynı süreçte, 24 Televizyonu’nda bir programa katılmak üzere kuliste beklerken Tarhan Erdem’le karşılaştım. Bizim 2010 büyümesini yüzde 9 bulduğumuzu söyledim. O zaman Tarhan Bey bana aynen şunu söyledi: “Ciddi misiniz? Bu dediğiniz olursa AK Parti 2011’de yüzde 50 ile iktidar olur.” Biliyorsunuz, gerçekten de öyle oldu.

O zaman da “Cari açık, enflasyon artar, bu kadar hızlı büyümememiz lazım, zaten büyüyemeyiz, siz ne yapmışsınız” nakaratlarını o kadar çok duydum ki. Peki, ne oldu? Türkiye, yüksek sanayi bazlı büyüme temposunu tutturduğu zaman cari açık, enflasyon zaten sorun olmayacaktı, olmadı da zaten...

Yıllar sonra, tam bugün aynı tartışmayı yapıyoruz aslında... Birileri 2019 seçimleri için Türkiye’nin büyüme temposunu aşağıya çekmeye çalışıyor. Örneğin, Türkiye’nin en önemli sanayi ve büyüme yanlısı adımlarından biri olan KGF’yi sabote etmek için her türlü yolu deniyorlar. Ancak başarılı olamayacaklarını şimdiden söyleyebilirim.