Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları

Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) son dünya ekonomik görünüm raporuna baktığımızda, kalıplaşmış birkaç teknik ve ekonomik verilerden kaynaklı yorum dışında, raporun örtülü bir siyasi yöneliminin olduğunu, açık olarak, görüyorsunuz. Raporda, küresel ekonominin orta vadedeki riskleri sıralanırken küresel gelir dağılımı eşitsizliği, gelişmiş ülkelerin içe dönük -korumacı- politik yönelimi, ekonomilerdeki düşük verimlilik gibi tespitler yapılıyor ancak bu temel yapısal sorunların ana nedenleri tespit edilmediği için, büyüme beklentilerinden, yapılması gerekli reformlara kadar olan sonuç tespitleri, sübjektif siyasi temenniler olarak rapora yansımış gözüküyor.

Haberin Devamı

Rapor, genel olarak, merkez Avrupa dahil olmak üzere, gelişmiş ülkelerin büyüme beklentisini yukarı revize ederken, gelişmekte olan ülkelerin büyüme beklentilerini, siyasi risk temelli olarak, düşürüyor. Tabii Türkiye’nin de 2017 büyüme beklentisi, aynı nedenle, aşağı yönlü olarak revize ediliyor. IMF, kısaca şunu söylüyor: “Referandum ve sonrasında jeopolitik risklerin de etkisiyle Türkiye bir siyasi belirsizlik sürecine girecek.” Tabii bu tespitin bir temenni olmadığını, objektif ekonomik bir çıkarım olduğunu söylemek isteriz ama bu tabii ki zorlama olur.

Komplo teorisi

Çünkü burada görülmeyen, Türkiye’nin 2016’nın son çeyreğinde başlayan büyüme temposunun 2017’de ivmelenerek devam edeceği gerçeğidir. Ocak ayı işsizlik rakamları, tarım dışı işsizlikte düşüşe girdiğimizi gösteriyor. Bir önceki dönemde düşüş gösteren tarım dışı işgücünün ocak ayında artış göstermesine rağmen, tarım dışı istihdamın bundan daha hızlı arttığını görüyoruz. Şubat ayı itibarıyla sanayide de hızlı istihdam artışının devreye gireceğini öngörüyoruz. Sanayi ve ihracatın, 2017’de, istihdam artışını yukarı çekerek, büyümeye net pozitif katkı yapacağını söyleyebiliriz. Bunun nedenlerine aşağıda kısaca değineceğim ama IMF’nin Türkiye ile temennisinin esası şudur: “2008 kriziyle belirginleşen gelişmiş ülkelerin dünyanın ekonomi gücündeki gerilemesi artık durmalı ve Asya kalkınması Avrasya coğrafyasına ulaşmamalıdır. Bunun için hem Pasifik hem de Ortadoğu ve Kafkasya gibi Ön Asya coğrafyalarında siyasi riskler öne çıkacaktır.”

Haberin Devamı

İşte IMF’nin siyasi risklere bağlı olarak Türkiye gibi yeni yükselen ekonomilerin büyüme beklentisinin düşürmesi ancak parçalanmanın eşiğindeki Avrupa’nın resesyona girmeyeceğini iddia etmesi politik bir temennidir. Ama bizim üzerinde durmamız gereken bir temennidir. Türkiye’de referandumdan evet çıkması ve Türkiye’nin siyasi ve ekonomik sistemini değiştirmesi bir risk ve belirsizlik değil, tam aksine, eski sistemin belirsizliklerinin aşılması ve kurumların yeni döneme göre yenilenmesinin ve reformların önünün açılması anlamına gelir.

Ancak siz burada halkın bu siyasi iradesini yok sayıp, “hayır” oyu kullananları ayaklanacak bir cephe olarak gören sapkın politik tespiti yaparsanız buradan tabii ki ekonomik büyümeyi vuran bir senaryo ve bu senaryoya bağlı belirsizlik komplosu kurgularsınız. Geçen gün yazdığımız yazıda İstanbul, Ankara gibi büyük metropollerde hayır oylarının yukarıda olmasının iktisadi temelini yazmıştık. Ama son iki gündür öyle akla ziyan yorumlar yazılıyor ki bunlar IMF raporunu hayli “bilimsel” bir metin seviyesine de yükseltiyor. Mesela hayır çıkan illerde daha çok vergi toplandığı, dolayısıyla, hayırın siyasi olarak daha güçlü olması gerektiğini yazan da çıktı. Bu, tabii “Çobanın oyuyla benim oyum bir olur mu?” diyen sarışının kel versiyonu ama bunların küresel karşılığı da var. Bunu da IMF raporunun satır aralarında görüyoruz. Şunu söylemek isterim; ne IMF’nin iddia ettiği belirsizlik ekonomiye hakim olacak ne de Türkiye’de refahı ve büyümeyi etkileyecek, bir siyasi gelirim ve iç çatışma çıkacak. Bunu kurgulayanlara ve devreye sokmaya çalışanlara da bu halk FETÖ’ye yaptığını yapacak.

Haberin Devamı

Reformları bekleyin!

Çok kısa sürede yeni sistemin rüzgârıyla sağlanacak istikrar ve ekonomik büyümeyle çok da yaygın olmayan sosyal tedirginlik hızla ortadan kalkacaktır. Yeni dönemin kurumları ve reformları için 2019 sonrasını beklemeye gerek yok. Bunlar zaten devreye girmeye başladı. Kredi Garanti Fonu (KGF) bu konuda çok somut ve tarihi bir örnektir. Bu adım, vesayet ekonomisinin en ciddi sorunu olan ipoteğe dayalı bankacılığa son verme doğrultusunda atılan dev bir adımdır.

KGF çok kısa sürede 137.7 milyar TL kredi kullandırdı. 122.3 milyar TL olan toplam kefaletin sadece yüzde 2’si mevcut kredilere sağlanmıştır. Yani burada bankalar şüpheli alacaklarına çare buluyor eleştirisi doğru değildir. Bu büyüklüğün yüzde 92’si ile KOBİ’ler desteklenmiş ve ortalama faiz yüzde 14 olmuştur. Sadece istihdam destekçisi bu kredi genişlemesinin 2017 büyümesine yüzde 1 ya da 1.5 katkı yapacağını öngörüyorum. Tabii IMF yeni dönemin bu adımını hesap edemez. Bunun için herkese mayıs ayından itibaren hızla gündeme gelecek reformları izlemelerini öneririm.