Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları

Türkiye’nin 16 Nisan itibarıyla gerçekleştirmek için ilk adımını atacağı büyük dönüşümü biz -bu anayasa değişikliğine bağlı sistem değişikliği olduğu için- ağırlıklı olarak idari, hukuki ve siyasi alanda tartışıyoruz. Ancak bu sistem değişikliği esas itibarıyla ekonomide çok önemli değişimlere yol açacak ve biz gerçek anlamda en büyük dönüşümü ekonomi alanında göreceğiz.

Önümüzdeki anayasa değişimi, milletin siyasi iradesini doğrudan iktidarın bütün erklerine taşıyan ve bu erklerin politik denetimini, anayasal mekanizmalarla, yine doğrudan millete bırakan bir halk devrimidir. Bu devrimin kaynağı da, çok açık olarak, 15 Temmuz’dur. 15 Temmuz direnişi ve başarısı olmasaydı bu anayasal değişim de olmayacaktı.

Haberin Devamı

Böyle olunca, geçen yazımızda da belirttiğimiz gibi, 16 Nisan dönüşümü özünde, bir toplumsal mutabakat temelinde gerçekleşecektir. Bu toplumsal mutabakat, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son on yıldır adım adım yukarıya taşıdığı yoksul ve orta sınıfları merkeze alan ama her kesimin kazanacağı bir tarihsel uzlaşma temelidir. Bu temelin ana harcı da ekonominin, her kesim için, giderek daha iyi ve ortak refaha giden bir yol izleyeceği beklentisidir. Esasında bu dönüşüm için şunu da söylemek abartı olmaz; Doğu Avrupa’dan başlamak üzere, Hazar’a kadar uzanan ve diğer tarafta Büyük Mağrip dediğimiz Kuzey Afrika coğrafyasını da kapsayan büyük bölgede Türkiye merkezli bir ortak refah (commonwealt) birliği imkânı, Türkiye’deki bu büyük dönüşümle birlikte doğuyor.

Ortak refah...

Japon düşünür Kojin Karatani, geçmişte, bu tür ortak refah arayışlarının, AB dahil olmak üzere, başarısız olduğunu söyledikten sonra, bu “başarısız” modern dünya sisteminin çevresinde konumlanan eski dünya imparatorluklarının -Çin, Rusya, Hindistan, İslam Dünyası merkezinde yeniden ortaya çıkmaya başladığını söylüyor.

Belki de tüm sorun burada ve Batı’nın sanayi devrimiyle kurduğu ve bir önceki yüzyılda iki dünya savaşıyla tahkim ettiği kan ve para iktidarı çözülüyor.

Bu iktidar modernizmi, karşı konulmaz bir yaşam biçimi hatta “bilimsel” bir ideoloji olarak dayattı. Şimdi bu da çözülüyor ve sistemin ayakta kalması için mutlaka gerekli olduğu söylenilen ve uygulanmazsa batarsınız denilen tüm “bilimsel tezler” de uyduruk söylemler halini alıyor. Örneğin bugün, “Yükselen ekonomilerde enflasyon nereden kaynaklanır ve özünde bir gelir aktarım mekanizması olan enflasyonu nasıl önleriz” meselesi, şimdi görüyoruz ki hiç de bize anlatıldığı gibi değilmiş.

Haberin Devamı

Yapay zekâ...

Nasıl bir ekonomiye doğru gittiğimizi şu örnekle anlatalım: Bugün tıp biliminin radarına giren yaklaşık 12 bin hastalık olduğu söyleniyor. Ve bu hastalıklara karşı tıp insanları, ciddi hakemli dergilerde, her dakika iki tane bilimsel makale yayımlıyor. Yani tıp literatürüne her gün yeni kavramların girdiğini pekâlâ söyleyebiliriz. Şimdi bilgi akışının bu denli yoğun olduğu tıp alanında bir uzman doktorun doğru teşhis koyma ihtimali yüzde 65’e kadar düşmüş durumda. Eğer doktorun elinde, hızla literatür tarayacak ve buna bağlı girdiği verileri süzüp sonuç verecek bir bilgisayar varsa doğru teşhis oranı yüzde 90’ın üzerine çıkıyor. Tabii verileri yanlış girme ihtimali yüzde 10. Peki verileri insan değil de bilgisayara yine bir bilgisayar girse-Endüstri, 4,0, nesnelerin veri iletişimi- işte o zaman doğru teşhis yüzde yüze çıkıyor. Aynı örneklemeyi hukuk gibi hızlı karar alınması gereken ve insan haklarını doğrudan ilgilendiren alanlar için de yapabilirsiniz. Milyonlarca hukuk davası için artık yapay zekâ gerekmiyor mu?

Haberin Devamı

Zekâ ve ekonomi...

Ekonomide ise bu veri meselesi ve buna bağlı planlama ise çok eski bir tartışmadır. Üretimin ve üretilenin, piyasa mekanizması dışında planlanmasını en son devletçi Sovyet sosyalistleri düşünmüştü ve tam da bu yüzden battılar. Milyonlarca verinin girdi ve çıktı olarak insan aklıyla hesaplanması mümkün değildi. Ve mümkün olmayınca da bu piyasanın acımasız duvarlarında kayboldu. Piyasa sonuçta bir deneme yanılma ve buna göre yol bulma mekanizmasıdır. Şimdiye değin bu deneme yanılma mekanizmasının zekâsına ulaşamadık ve tabii ki buna teslim olduk. Ancak şimdi milyarlarca veriyi saniyede işleyecek ve buradan yalnız mekanik değil, sosyolojik içerikli sonuçlar da üretecek yapay zekâya doğru gidiyoruz. Artık piyasa ve planlama kavramları birbiriyle çelişen değil, birbirini tamamlayan kavramlar olabilir.

Gelmiş geçmiş en zeki insan olan Leonardo da Vinci’nin IQ seviyesinin 205 olduğunu okumuştum; önümüzdeki 20-30 yıl içinde yapay zekânın IQ seviyesi 10 bine ulaşacakmış. Ortalama insan IQ’sunun 100 seviyelerinde olduğunu düşündüğümüzde, şimdiye değin bu seviyede bir zekâ ortalamasının bilgi diye ortaya çıkardığı “bilimin” eskide kalmış bir ideoloji olduğunu görmeyecek miyiz?

Burada, içinde bulunduğumuz dönemin temel ayrımı şudur; bu büyük devrim, yani yeni endüstri dönüşümü, kendi doğası gereği hızla kopyalanabilir ve ilk halinden daha mükemmel yeniden üretebilir bir teknoloji imkânının üzerine oturuyor. Dolayısıyla, Batı’nın sanayi devrimiyle birlikte kurduğu bütün hiyerarşiyi de yıkıyor. Bu devrim, eskinin yoksullarını, sömürgelerini yeni dünyaya ortak ediyor.

Ama bu dönüşümü yakalamak 20. yüzyılın çürümüş, siyasi kurumlarıyla olmaz.

İşte Türkiye 16 Nisan’da IQ seviyesi artık yerlerde sürünen eski dünyanın vesayetçi, uyduruk parlamenter sistemini geride bırakacak.