Ceren Şehirlioğlu

Ceren Şehirlioğlu

ceren.sehirlioglu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

‘İnsan doyumsuz bir varlık’ cümlesi, içi doldurulmadıkça, boş bir klişeden ibaret. Doyumsuzluk terbiye edilebilir. Hayvanlardan farkımız ‘hayvanlaşmıyor’ olmamız. Ama doyduğumuz sürece terbiyeye açığız. Susayan adama su verilmezse, su için öldürecek hale gelir. Baskı tatminsizliği, yasak, tutkuyu tetikler.
Türkiye, sekiz senedir korkuyla içine kapanıyor. Muhafazakarlaşma eğilimi senelerdir gündemimizde.
Dünyanın içine kapandığı, karanlığa gömüldüğü, dogmalara sarıldığı her dönemin korkuyla hatırlanan bir öyküsü olduğu gibi, muhteşem karnavalları var. Orta Çağ’ın her türlü sapkınlık hikayesiyle dolup taşması, Soğuk Savaş döneminin ardından dünyanın ‘çiçek açması’, İran devrimi’nin ardından, ülkenin çok ünlü gizli partileriyle anılması, Rusya Ana’nın baronlarının akıl almaz hedonistik hayatı gibi pek çok örnek var.

Haberin Devamı

Peri masalı dizileri
Bu dönemde de ‘Aşk-ı Memnu’, Türkiye’nin doyumsuzluklarına hayal yoluyla hizmet verdi. Halit Ziya Uşaklıgil’in 1899-1900 arası yazdığı roman, tam da Oğuz Atay’ın günlüklerinde “Yazar, Abdülhamit yönetiminden çekindiği için, eserlerinde sosyal ortamı, kökünden sarsılan Osmanlı Devleti’ni ve bu sarsıntıları sözkonusu etmez” notuyla eleştirdiği gibi, suya sabuna dokunmadan televizyona uyarlandı. Sarışın jönün, dramatik esas kızın, konaklarda geçen dünyası sosyal baskıyı unutturan bir rüya alemiydi. Türkiye’nin özel televizyonlar tarihinde bugüne kadar en çok izlenen ikinci dizisi olması şaşırtıcı değil. Zamanlama çok doğru. 2002’de atv’de yayınlanmaya başlayan ‘Asmalı Konak’ın finalinin yüzde 80’lere varan izlenme payıyla bir çılgınlığa dönüşmesi de, sekiz yıllık dönemin başına denk geliyor. Aynı ataerkil düzen içinde görkemli bir konağa gelin giden Bahar’ın Seymen Ağa’yla yaşadığı çalkantılı ilişki, tüm bastırılmış duygularımıza hitap ediyordu. Yine ‘Aşk-ı Memnu’daki gibi sempatik ‘mutfak ekibi’ saray hayatını portreliyor, saraydaki mutsuz prenses, kuleye kapatılan Rapunzel gibi peri masalları formunu tutturuyordu.

MAHALLEDEN KONAĞA

Gösterişten utanılan yıllar
Halbuki bundan 10 sene öncesini hatırlayacak olursak, Türkiye’yi ekrana bağlayan dizilerdeki manzaranın ne kadar farklı olduğunu göreceğiz. En çok izlediğimiz dizi, Ecevit iktidarı sırasında 1999’da yayınlanmaya başlayan ‘İkinci Bahar’dı.
Kebapçı Ali Haydar (Şener Şen), Samatya’da tüm esnafla birlikte mütevazı, samimi bir yaşam sürüyordu. İstanbul’da dikiş tutturmaya çalışırken, ataerkil düzene bir başına meydan okumaya çalışan Hanım’a (Türkan Şoray) aşık oluyor, mahalle hissinin ustaca kullanıldığı sıcaklıkta insani bir öykü kurgulanıyordu.
Bundan öncesinde, 1993-1997 seneleri ‘Süper Baba’yla, uzun yıllarımız da ‘Bizimkiler’le geçti. O zamanlar şaşaa utanılacak bir şeydi. Zenginlik göstergesi olan her şey görgüsüzlük olarak algılanırdı. Dizilerdeki varlıklı karakterler pek de iyi insanlar değildi. Konakta yaşamak, ancak dededen kalma zorunlu bir miras olduğunda kabul görür, bunun tantanası yapılmazdı. Mahalle, aile ilişkileri, dostluk gibi kavramlar şiirsel bir değer taşıyordu ve belki de fazlaca üstüne düşülüyordu.
Bugün ‘Aşk-ı Memnu’ gibi dizilerin 10 kişiden yedisini koltuklarına kilitleme gücünün sırrı, “insan doyumsuz bir varlık” sözünün içinde yatıyor. Uzun süredir doyması gereken yanlarımız aç. Asla sahip olamayacağımız paraların, gücün, insanlar üzerinde kurmayı hayal etmemiz gereken baskının peşinde olmaya zorlanıyoruz. ‘Kurtlar Vadisi’ ile ‘vatan’ı sahipleniyor, ‘Aşk-ı Memnu’ ile el ele tutuşmaya bile iznimiz olmayan sevgilinin yerini dolduruyoruz. Arap dünyasında Kıvanç Tatlıtuğ’un prens olmasının sebebinin sadece sarı saçları olmadığını biliyoruz. Bizim için de aşkta şimdilik hiç memnuniyet yok.