Ceren Şehirlioğlu

Ceren Şehirlioğlu

ceren.sehirlioglu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

ŞÖHRET AKADEMiSi


Lost büyük finale doğru ilerlerken, hayranları meraktan çıldırmanın eşiğinde. Onları en rahatlatan şey Claire rolündeki Emile de Ravin’in dönüşü oldu. Ravin, şimdi Alacakaranlık yıldızı Robert Pattinson’la oynadığı ‘Remember Me’ ile de sinemada olacak.


Ünlü olmak değil, şöhreti idare etmek zor. Kimse kendi kendine kişisel yönetim becerisi elde etmediğine göre, bu insanları birinin yönlendirmesi lazım. Demet Akalın’ın bu işi eşine devretmesi, Türkiye’de ünlülerin nasıl temsil edildiği sorusunu akla getiriyor


Demet Akalın Gölcük’te büyüyüp, ilkokuldaki utangaç hallerini lisede güzel bacaklarını keşfettikten sonra üzerinden atan bir kız. 1990’da ‘mayo güzeli’ seçilen bir manken. 90’lı yılların başından beri de bizimle.
Sevgiliyi arkasına bakmadan terk etmek, Bebek’te üç beş tur atmak, mantık evliliği yapmak üzerine yazlık şarkılar söylüyor. 1990’dan 2000’e gelene kadar şöhretini idare etmek konusunda bugünkünden daha başarılı olduğu söylenebilir. 2000’den sonra, seri üretimde hız kesen Türk pop müziği fabrikasındaki boşluğu iyi dğerlendirip, Hande Yener’in bıraktığı tahta oturdu. Ama sonrası yüksekte yaşamanın ‘yüksek insan’ olmaya yetmediğinin basit bir örneği.
Akalın 2004’te, artık hitap ettiği ‘tabakayı’ değiştirdiğini düşünüyordu. Ankaralı Turgut’un katıldığı bir programa “O alt tabakaya hitap ediyor, onunla aynı programa çıkmam” demişliği var. Yani, artık standart belli. Akalın’ın tabakası, metropol hayatını yazın Bodrum ve Çeşme’de dinlendiren ‘üst sınıf’. Eğer tercih gerçekten bu yöndeyse, mahalle ağzı, sakızla balon patlatma, küfretme gibi alışkanlıkların törpülenmesi lazım. Bu da kolay bir iş değil. Kimse bir sabah uyanıp Gregor Samsa gibi metamorfoza geçirmiyor. Şöhret idaresi, ince işçilik gerektiren bir zanaat. Akalın ise bu dönüşümde ona yardımcı olacak profesyonelleri değil, parasını idare edecek akıllıları yanında tutmayı tercih etmişe benziyor. Şimdi 10 yıllık menajeriyle yollarını ayırıp, şöhretinin idaresini yeni eşi Önder Bekensir’in tecrübesiz ellerine teslim etti. Bu durum, ona bir dur diyen olmadıkça, daha kavgacı twitter satırları, daha çok gaf, daha rüküş kıyafet seçimleri anlamına geliyor.

Haberin Devamı

Hollywood’un kukla ustaları
Dünya yıldızların ışığında dönüyor artık. Onların ne kadar ışıl ışıl olacağını söyleyen bir takım adamlar olmasa, yeryüzündeki kaosun resmi Hollywood, gerçek bir Dionysos şenliğine dönüşebilir.
Bir dönem ezeli rakipler David Geffen ve Mike Ovitz bu parlak gezegenin krallarıydı. Ovitz, 80’lerde dev stüdyoları dize getiren acımasız bir menajerdi. Yönetimi altındaki yetenekleri ‘paketleyip’ piyasayı tekelinde tutmasıyla ünlüydü. Universal gibi stüdyoları hiç istemedikleri bir oyuncuyu projelerine dahil etmek zorunda bırakabiliyordu. Bill Murray’nin ‘Mad Dog and the Glory’nin kastına dahil olması bunun bir örneği.
David Geffen de müzik piyasasının tanrısıydı. Niravana, Guns n’ Roses, Aerosmith gibi grupların zıvanadan çıkmış rock yıldızlarını, uzun yıllar muhteşem bir stratejiyle kendi uyuşturucu denizlerinde boğulup yok olmadan zirvede tutmayı başardı. Dreamworks ve Geffen Film ile tecrübesini Hollywood’a da taşıdı.
Bugün de ‘Entourage’ dizisine ilham veren Ari Emanuele’in günü. Hiperaktif, huysuz ve kalpsiz bir menajer olan Emanuele’in yönetimindeki Endeavor ajansı, bugün Matt Damon, Ben Affleck, Jude Law, Hugh Jackman, Keira Knightley, Amy Adams, Diane Keaton, Edward Norton, Robert de Niro, Martin Scorsese, Christian Bale gibi yıldızları temsil ediyor. ‘Gossip Girl’, ‘30 Rock’ ve Heroes gibi televizyon dizilerini ‘paketliyor.’
Bizde bir dönem Şahin Özer aynı güçteyken sonra yerini küçük hırslı ajans kraliçeleri, cingöz bağımsız menajerler aldı. Erol Köse’nin açtığı polemikle albüm sattırma stratejisi dereyken çağlayan olup kendine yeni denizler arıyor. Demet Akalın da Önder Bekensir’in yönetiminde hangi yola sapacağını bekleyip göreceğiz.

Mimolett’i anlamak
‘Fine dining’ konusunda bilgili olduğum söylenemez. Gastronomi kültürüm ‘Top Chef’ izlemekle şekillendi. Küçük porsiyonların, ‘amuse bouche’ diye anılınca karizmatik olduğunu zannediyorum. Geçen akşam Sıraselvi-ler’deki Mimolett’te yediğim mini minnacık pancar salatası ve trüflü risotto’dan anladığım tek şey, benim anlamadığım bir şey olduğu. Fazla ilgili garsonlar ve genellikle gergin müşterilerle dolu bir yer burası. Yan masamızda oturan, belli ki romantik bir randevu için burayı tercih etmiş olan güzel kız, hayatımda gördüğüm en mutsuz insanlardan biriydi. Arka masadaki Türk-İngiliz karışık grup ömürlerinin belki de en sıkıcı saatlerini uzun sessizlikler arasında iki kelime konuşarak geçiri-yordu. Herkes sessizce süt içen kediler gibi küçük porsiyonlarının daha küçük lokmaları ayırarak yedi. Sigara molası için çıktığım bahçedeki salyangoz ailesi Mimolett’in en renkli ayrıntısı herhalde.