Dilek Kurban

Dilek Kurban

dilek.kurban@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Almanya yakın tarihinin en büyük ceza davası 17 Nisan’da başlıyor. 2000-2006 yılları arasında sekizi Türkiye, biri Yunanistan kökenli dokuz göçmenin öldürüldüğü cinayetlerin faili Nasyonal Sosyalist Yeraltı (Nationalsozialistischer UntergrundNSU) adlı Neo-Nazi örgütün yaşayan tek üyesinin yargılanacağı dava, Almanya’nın göçmenlere yönelik ırkçılık ile yüzleşmesi için tarihi bir fırsat. Ancak, devletin ve toplumun bu fırsatı ne kadar iyi değerlendireceği üzerinde soru işaretleri var.

Yanıt aranan sorular Davanın ana sanığı, NSU’nun yaşayan tek üyesi olduğu iddia edilen Beate Zschape. Sanıklara ithaf edilen suçlar arasında, bir polis memurunun öldürülmesi, iki bombalı saldırı ve 14 banka soygunu da bulunuyor. 1997’den bu yana yeraltında olduğu ve üç kişiden oluştuğu iddia edilen bir örgütün, bu kadar uzun bir süre, ülkenin farklı bölgelerinde, bu kadar çok suç işlemeyi nasıl başardığı yanıt aranan sorular arasında.

Aslında, güvenlik birimlerinin sağ terörizmi ciddiye almaması yeni bir durum değil. Almanya’nın geleneksel güvenlik politikaları, sol terörizm tehdidi algısı üzerine kurulu. 90’larda 100’den fazla göçmen ve mülteci, aşırı sağcı gruplar tarafından öldürülmüştü. Ancak ne politikacılar ne güvenlik birimleri, bu göçmen karşıtı suç dalgasına, Kızıl Ordu fraksiyonunun 70’lerde ve 80’lerde işlediği 34 cinayete gösterdiği ilgiyi göstermişti. Bunda, Kızıl Ordu’nun hedefinde yüksek savcı, bankacı ve işadamları varken, Neo-Nazi örgütlerin siyasi gücü ve sosyal statüsü olmayan göçmen ve mültecileri öldürmesinin etkisi var.

Medya sorgulamadı Güvenlik güçleri, 11 yıl boyunca, sadece mağdurların etnik kimliğinden dolayı, cinayetlerin Türkiye kökenlilere ait uyuşturucu ve kumar mafyasının iç hesaplaşması olduğunu iddia etmişti. Cinayetlerde aynı silah kullanılmış olmasına ve mağdurların profiline (Türkiye kökenli olan veya olduğu düşünülen, küçük işletme sahibi) farklı eyaletlerdeki soruşturmaların hiçbirinde cinayetlerin ırkçı saikle işlenmiş olabileceği ihtimali üzerinde durulmamıştı. Almanya medyası, polisin tutumunu sorgulamaksızın “dönerci cinayetleri” haberleri yapmıştı.

Komisyonlar kuruldu Cinayetlerin işlenmesinde ve etkin araştırılmamasında güvenlik birimlerinin sorumluluğunu tespit etmek üzere, federal parlamentoda, peşi sıra üç eyalet parlamentosunda araştırma komisyonları kuruldu. NSU davasının kilit sorusu da, zaten, 1990’lardan bu yana maaşlı ihbarcılar yoluyla aşırı sağ örgütlere sızan gizli servisin Neo-Nazi örgütlerle ilişkisinin boyutu. Federal parlamentodaki oturumları takip eden Berlin Hür Üniversitesi öğretim üyesi Bilgin Ayata, eski Doğu Almanya’nın Thüringen bölgesinde NSU’nun öncülü olan bir aşırı sağ örgütün 140 üyesinden yaklaşık 40’ının istihbarat ajanı olduğunun ortaya çıktığını ifade ediyor.

Dosya sayısı 300 Öte yandan, gizli servisin sağ örgütler ile ilişkilerinin bütünüyle ortaya çıkması mümkün görünmüyor. Zira ulusal istihbarat örgütü Anayasayı Koruma Bürosu, Kasım 2011’de davaya ilişkin istihbarat kayıtlarını imha etti. Bu skandalın yarattığı tepkiye rağmen, imhalar eyaletler düzeyinde devam etti. Ayata’nın komisyonun bir yetkilisinden aldığı bilgiye göre, imha edilen toplam dosya sayısı yaklaşık 300. Ayata, bir cinayetin mahallinde olduğu tespit edilen bir istihbarat görevlisi hakkında soruşturma açılmamış olmasının da NSU- istihbarat ilişkisinin üzerine gidilmeyeceğini gösterdiğini belirtiyor. Madalyonun diğer ucu Madalyonun diğer ucunda, Türkiye basını yer alıyor. Türkiyeli hiçbir basın kuruluşunun bir yılı aşkın süredir düzenlenen federal parlamento araştırma komisyonunun kamuya açık oturumlarına düzenli temsilci göndermediğini belirten Ayata, Almanya basınının NSU’ya ilişkin soruşturma ve araştırmaları sorgulamaksızın aktardığını vurgulayarak Türkiye basınına önemli bir rol düştüğünü belirtiyor. Ancak, yakın zamana dek Türkiye basınının da “dönerci cinayetleri” dilini benimsediğini hatırladığımızda, bu beklentinin gerçekçiliği şüpheli.