Dilek Kurban

Dilek Kurban

dilek.kurban@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sonbahara az zaman kalmasına rağmen, Almanya seçim atmosferine henüz yeni giriyor. Koalisyonun büyük ortağı Hıristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) seçim programı geçtiğimiz günlerde onaylandı. Dünya siyasetini kendi perspektifinden okumaya alışkın olan Türkiye’de, Angela Merkel’in lideri olduğu CDU’nun programında sadece ‘bize’ dair ifadeler ilgi gördü. CDU’nun Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunun belirtildiği programda “imtiyazlı ortaklık” ifadesinin yer almaması Almanya’nın pozisyonunda bir gerileme olarak yorumlandı.
CDU yetkililerine göre bu yanlış bir okuma. Konuya ilişkin görüştüğüm CDU’nun Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Federal Komitesi üyesi Ruprecht Polenz, imtiyazlı ortaklık ifadesine Türkiye’de yol açtığı hassasiyetler nedeniyle yer vermemeye karar verdiklerini belirtti. Almanya Federal Parlamentosu’nun Dış İlişkiler Komitesi Başkanı da olan kıdemli milletvekili Polenz, başbakan Merkel ile CDU’nun lideri Merkel arasındaki farkı hatırlatarak, CDU’nun Türkiye’ye ilişkin tavrının hükümetin pozisyonunu olarak algılanmaması gerektiğini vurguladı. Zira CPU tek başına değil, bir koalisyonun ortağı olarak iktidarda bulunuyor. Rupert, Almanya hükümetinin, AB Konseyi’nin müzakerelerin başladığı 2005’te aldığı karar doğrultusunda, “Türkiye’nin AB ile tam üyeliği amaçlayan açık uçlu ilişkisini benimsediğini” hatırlattı.

Neden engellendi?
O halde, Almanya, 26 Haziran’da açılması beklenen bölgesel politikalar konulu 22. başlığın açılmasını neden engelledi? AK Parti hükümetinin Gezi olaylarına ilişkin tavrı nedeniyle. Rupert, Gezi olaylarında “barışçıl göstericilere karşı orantısız güç kullanılması ve Türkiye hükümetinin buna ilişkin tatmin edici olmayan açıklamalarda bulunması” sonrasında, Almanya’nın “hiçbir şey yaşanmamışçasına” Türkiye-AB ilişkilerine kaldığı yerden devam etmesinin mümkün olmadığını belirtti. Peki, Almanya neden vetosunu geri çekerek müzakerelere devam edilmesini onayladı? “Türkiye’ye sivil topluma ve barışçıl göstericilere karşı tavrını değiştirmesi yönünde açık bir mesaj vermek için.”
Rupert’in bu sözleri Brüksel’de görüştüğüm yetkililerin değerlendirmeleri ile örtüşüyor. Gezi direnişi, Avrupalıların Türkiye ile müzakerelere dair tavrını gözden geçirmesine vesile olmuş. Brüksel’deki yetkililer, AB’nin Türkiye ile açılan fasılların kapatılması için ‘ek protokol’ koşulu getirerek “kendini ayaklarından kurşunladığını” düşünüyor. Zira böylece, Türkiye’de bireysel özgürlüklerin korunması ve sivil toplumun devlet karşısında güçlenmesi için önem taşıyan fasıllarda ilerleme sağlanamadı. Bu durum, Türkiye’de kolluğun denetimsiz kalmasına, toplantı ve gösteri hakkı başta olmak üzere temel hakların keyfi ve hukuk dışı bir biçimde engellenmesine neden oldu. O nedenle AB, yargı ve temel haklar başlıklı 23. Fasıl ile adalet, özgürlük ve güvenlik başlıklı 24. Fasıl başta olmak üzere kritik önemdeki fasılları bir an önce açarak sivil toplumun gelişmesine katkıda bulunmalı.
Rupert’in, Yeşiller Eşbaşkanı Cem Özdemir’in iki hafta önce yer verdiğim değerlendirmeleri ile örtüşen şu sözleri, Gezi direnişi sonrası yeni Avrupa perspektifini yansıtıyor: “Türkiye’nin giderek daha fazla Avrupalı olduğu ve toplumun ataerkil bir biçimde yönetilmek istemediği yönünde Almanya’daki siyasi partiler arasında bir mutabakat bulunuyor. Türkiye sivil toplumu artık çok daha özgüvenli ve hakları konusunda devlete karşı çok daha talepkar. Bu yüreklendirici bir durum. Biz işte bu nedenle AB ile müzakerelerin devam etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Avrupa standartlarında bir toplantı ve gösteri yasası, Türkiye’de sivil topluma destek olacaktır. Yargı ve insan hakları alanındaki reformlarla bireysel hakların devlet nezdinde güçlendirilmesi Türkiye’de demokratikleşme sürecini güçlendirecektir.”

Raporun önemi
Kısacası, AB’nin Türkiye ile yola devam kararı almasının ardında Türkiye’deki sivil toplumu yalnız bırakmama kaygısı yatıyor. Şu aşamada, Avrupa Komisyonu’nun ekim ayında yayınlayacağı ilerleme raporu kritik önem taşıyor. Komisyon’un Gezi direnişine dair yapacağı değerlendirmeler ile Türkiye hükümetinin rapora vereceği tepki, 22. Fasıl’ın açılması ile yeniden başlayacak olan müzakere sürecinin ruhunu ve dinamiklerini de belirleyecek gibi görünüyor. Gerek Brüksel gerek Berlin’in beklentisi, Türkiye hükümetinin İlerleme Raporu’nu “ciddiye alması.” Zira AB ile ilişkiler, yeni bir çöpe atma vakasını daha kaldıracak gibi görünmüyor.