Dilek Kurban

Dilek Kurban

dilek.kurban@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi’nin Şubat-Mart 2009 tarihli oturumda verdiği resmi rapora göre, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun Temmuz 2006’dan itibaren geçen üç sene boyunca ayrımcılığa ilişkin yaptığı inceleme sayısı üç. Üstelik bu vakalardan sadece birisi Türkiye’ye, diğer ikisi ise iki Avrupa devletine ilişkin...
Komisyon, Türkiye’de Alevi olduğu için öğretmeni tarafından aşağılanan ve düşük not alan bir öğrenciye ilişkin yazdığı raporda, öğretmenin dini inanç temelli ayrımcılık yaptığı sonucuna varmış. Diğer iki vakada ise, Almanya ve Hollanda’nın topraklarında yaşayan göçmenlerin ailelerini yanlarına almasını zorlaştıran yeni göç yasalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin aile hayatını ve ayrımcılık yasağını düzenleyen maddelerini ihlal ettiğine kanaat getirmiş. Söz konusu yasalar bu iki ülkedeki bütün göçmenlere yönelik iken, Türkiye’nin parlamentosunu harekete geçiren, kuşkusuz, Türkiye kökenli göçmenler.

Üç senede üç vaka
Bu örnekler, Türkiye devletinin insan haklarına, ayrımcılığa ve vatandaşlığa bakışına, kimi temsil ettiğini düşündüğüne dair çok şey anlatıyor. Müslüman, Türk, Sünni, heteroseksüel, zengin, eğitimli, statülü olmayan milyonlarca vatandaşının sistematik olarak ayrımcılığa uğradığı Türkiye’de, o insanları korumakla yükümlü parlamento, üç senede sadece bir vakayı incelemeye değer bulmuş. Üstelik ayrımcılık olduğuna kanaat getirdiğinde, bunu bireysel bir eylem olarak ele almış ve ‘faturayı’ sadece öğretmene kesmiş. Sünni olmayan öğrencileri resmi Sünni İslam öğretisinin dikte edildiği din derslerini almaya zorlayan anayasa hükmünün de ayrımcı olduğunu söylemeksizin, öğretmenin Alevi öğrencisine ayrımcılık yapmasını mümkün kılan ve görmezden gelen siyasi kültürü ve hukuk rejimini sorgulamaksızın. Yurtdışında yaşayan Türkiye kökenliler söz konusu olduğunda ise, TBMM Komisyonu, ayrımcılığı bireysel bir eylem olarak değil bir devlet politikası olarak inceleyerek Almanya ve Hollanda’nın göç yasalarının ayrımcı olduğuna karar vermiş.

İkircikli tutum
TBMM’nin bu ikircikli tutumu, insan haklarına her daim ulusal kimlik ve ideoloji içerisinden yaklaşmış olan devlet politikalarının sadece bir örneği. Geleneksel olarak homojen bir Türk ve Sünni Müslüman kitle olarak algıladığı ‘dış Türkleri’ Avrupalı devletlere karşı korumak için parlamentosundan Diyanet’e çeşitli kurumlarıyla sınır ötesine erişen Türkiye devleti, sınırlarının içerisine çekildiğinde ise vatandaşları arasında ayrımcılık yapmaktan geri durmaz. Anayasadan genelgelere hukukun her kademesinde yasal dayanağı olan ayrımcılık ete kemiğe büründüğünde kendi kurumları ve görevlilerini dokunulmazlık zırhıyla kuşatmakla kalmaz, Türkiye’de adalet bulamayan vatandaşlarının Avrupa’nın kapısını çalmasını da engeller. İşte bu nedenledir ki, örneğin, vatandaşlarına Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi’ne bireysel başvuru hakkını tanımamaya devam eder. Oysa Almanya, mesela, bu hakkı tanımıştır ve Komite’nin Thilo Sarrazin’in Türkler hakkındaki ırkçı sözleri nedeniyle Almanya’ya karşı verdiği ihlal kararı da bu sayede mümkün olabilmiştir.