Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Prof. Dr. Özcan Köknel

Cinsiyet gelişme endeksi


Prof. Dr. Özcan Köknel, 1954 yılında İ.Ü. Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniğine asistan olarak girmiş, 1995 yılına kadar uzman, doçent, profesör, yönetici olarak çalışmıştır. 1995 yılında emekli olmuş; 2002-2008 yılları arasında Ticaret Üniversitesi’nde ders vermiştir.

Bilimsel çalışma, araştırma ve yayınları gençlik sorunları, ruh sağlığı, ilaç tedavisi, alkol ve madde bağımlılığı alanlarında yoğunlaşmıştır. Yabancı dergilerde 50, yerli dergilerde 200’den fazla yayını vardır. Yirmi beş kitabı yayımlaşmış; yirmi kitabın bir ya da birkaç bölümünde yazıları yer almıştır. İki uluslararası, beş ulusal bilimsel derneğin üyesidir. Dört ödül kazanmıştır.


Bu başlık Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) her yıl yayınladığı ‘İnsanı Gelişme’ raporunda yer alıyor. Ekonomi, eğitim, öğretim, sağlık gibi toplumsal gelişmenin insani boyutlarını da kapsıyor. Türkiye, bundan önceki yıllarda olduğu gibi ‘İkinci grupta’ 188 ülke arasında 72. sırada yer alıyor. Ancak, ‘Cinsiyet Gelişme Endeksi’nde kadın erkek arasında büyük fark olduğu vurgulanıyor. Bu farkın nedenlerini irdelemek gerekiyor.
Etkisi zamanla artarak yayılan geleneksel kültür içinde, erkek egemen, baba soyuna bağlı, baskıcı, katı, sert, sıkı, baba gücü, ilk ve temel neden olarak görülüyor.
Empati yapma farkı
Benlik, kimlik, kişilik olarak erkek, atak, atılgan, girişimci, güçlü, mert, yiğit, haksızlığa karşı çıkan, kollayıcı, koruyucu, kavgacı, savaşçı, kazanmak, kahraman olmak için çaba harcayan, çabuk karar veren, kolay kızan, öfkelenen nitelikler taşıyor. Buna karşın, kadın, anlayışlı, boyun eğen, çile çeken, duyarlı, duygusal, fedakar, gönül alan, hatır sayan, hayal gücü, sezgisi güçlü, sakin, sessiz, yaratıcı, üretici nitelikler gösteriyor. Bu nitelikler erkek kadın arasında duygu sezgisi (empati) farkı yaratıyor.
Toplumda, kadının simgesi ‘ana’; erkeğin simgesi ‘silah’tır. “Erkek sel gibidir. Aşar, coşar, taşar.” “Kadın göl gibidir. Durgun, sakin, sessiz.” Bu özdeyişler kadın erkek farkını açık seçik anlatıyor. “Oğlan doğuran öğünsün, kız doğuran dövünsün” öz deyişine uygun olarak “Kız beşikte, çeyiz sandıkta” deyimi doğrultusunda, baba kızın giyimine, kuşamına karışıyor. Çocuk yaşta ‘başlık parası’ ya da çıkar karşılığı istediği erkekle evlendiriyor.
Kuran-ı Kerim’in dördüncü ‘Nisa’ (Kadınlar) suresinde insanların tek varlıktan eşit yaratıldığı, kadın hakları, kadının toplumsal durumu, rolü, yeri, değeri belirlenmiştir. Buna karşın İslam dininin özünü anlamayan, insana, kadına değer vermeyen kimi erkekler dini kullanarak kadınlara baskı yapmakta, giyimine, kuşamına, örtünmesine, çarşıya, pazara, komşuya gitmesine, çalışmasına, toplumsal ilişkisine karışmaktadır.
Kanunlar belirlemiş
1920’li yıllarda yürürlüğe giren medeni kanun; 1934’te kabul edilen seçim kanunu kadın erkek eşitliğini belirlemiş. Kadının toplumsal durumunu, rolünü, yerini, değerini yasal olarak kabul etmiştir. Din ve çağdaş yasalara karşın araştırmalar, toplumda kadın erkek eşitliği olmadığını göstermektedir. Evlilikte, resmi nikah yanında imam nikahı, imam nikahı ile sürdürülen evlilikler, evli erkeğin imam nikahı ile başka kadınlarla yaşaması güncel örneklerdir.
Yetişkin yüz kadından ikisi okuma yazma bilmiyor. Her yüz kadından yirmisi çalışıyor. Bunların yarısı sosyal güvenceden yoksun, ya az ücretle ya da ücretsiz iş yapıyor. Çalışan kadınların ancak yüzde 11’i teknolojiden yararlanıyor. Yüz işverenden altısı kadındır. Taşınmaz malların yüzde dokuzu kadınlara aittir. Her yüz milletvekilinden dokuzu; belediye başkanından biri; bin muhtardan ikisi kadındır. Çalışan annelerin yüzde 12’si bakım hizmeti alıyor.
Kadına yönelik şiddet dayakla başlar. “Dayak cennetten çıkmadır”, “Kızını dövmeyen dizini döver” özdeyişlerine uyarak, çocuklara, kadınlara dayak atılıyor. Araştırmalar iki ya da üç aileden birinde erkeklerin kadını, çocuğu dövdüğünü, tokatla başlayan, yumruk, tekme, sopa ile gerçekleşen bu durum yaşam boyu sürüp gider. Ailelerin yüzde 20’sinde dayak evliliğin ilk günlerinde başlar. Gebelik döneminde azalır. Doğumdan sonra artar. Dayak nedeni başta anlaşmazlık, kıskançlık olmak üzere, erkeğin beklentilerine uymayan davranışlar olarak özetlenebilir. Dayak yiyen kadın, çoğunlukla ailesinden yardım görmez. Boşanmasına karşı çıkılır.
Gerçeklerden kaçma
Cinsel istismar, taciz, tecavüz, kız ya da erkek çocukların, kadınların yetişkin bir erkek tarafından, cinsel doyum amacıyla kullanılmasıdır. Bu durumun genel nüfus içinde yaygınlık oranını saptamak çok zor, hatta imkânsızdır. Nedeni tecavüzcü erkeklerin çoğunlukla aile içinden ya da aile yakını olmasıdır. Tecavüze uğrayan kişi bu durumu çoğunlukla aileden saklar. Haberdar olan aile toplumdan gizler. Hatta inkar eder. Kimi kez olay tecavüze uğrayanın öldürülmesi ya da intihar etmesiyle sonlanır.
Kadına yönelik şiddet artmış, yayılmış, günlük haberler arasında yer almıştır. Kadın cinayetleri ile ilgili araştırmalar cinayet suçundan hüküm giyenlerin “onurunu korumak”, “ailenin namusunu sürdürmek” amacıyla cinayet işlediklerini ortaya koymuştur.
Ailede, birincil ve ikincil toplumsal kurum ve kuruluşlarda etkili, yetkili erkeklerden şiddet içeren iletiler alan kadın endişe kaygı, korku duyar. Derdini, sorunlarını yakınlarına anlatır. Kendini koruyacak, sorunu çözecek bir yol bulamaz. Önce kızar, öfkelenir. “Niye ben?” diye sorar. Karşı çıkmak, karşı koymak, savunmak, savaşmak ister. Çevreden, ilgili kurum ve kuruluşlardan anlayış, destek yardım arar. Aradığını bulamazsa ruhsal çöküntü yaşar. Zamanla duygu dönüşmesi, edilgin yaşam gerileme, gerçeklerden kaçma, içe yansıtma gibi savunma düzenleriyle duruma boyun eğer. Simgesi silah olan erkek egemen güce sığınır, teslim olur. Kısır döngü sürer gider.
Bu durumun temel nedeni erkek egemen kesimde erkeklerin duygusal zekasını kullanmaması, kadını anlamak için duygu sezgisi yapmamasıdır.

Sevgi eğitimi gerekli

İnal Aydınoğlu

Cinsiyet gelişme endeksi


İnal Aydınoğlu, 18 Ekim 1941’de Gaziantep’te doğdu. Çalışarak okumak zorunda olduğu için eğitimini yarım gün olan Gaziantep Ticaret Orta ve Gaziantep Ticaret Liseleri’nde yaptı. 1964’te İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden mezun oldu.

1972’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenci olan Tülay Hanım ile evlendi. Yüksek Mimar olan eşi ile 20 yıl birlikte çalıştılar. İki oğlu, bir torunu vardır.


Marmara Üniversitesi’ndeki Topluma Hizmet Uygulamaları dersinde topluma hizmet etmenin mutluluğunu anlatmış, bu mutluluğa ulaşmanın yolunun da insanları karşılık beklemeden ve koşulsuz olarak sevmek olduğunu söylemiştim. Dönem başı ilk ders oluşu nedeniyle sevgi üzerine öğrencilerle uzun uzun konuşmuştuk. Bahçeye çıktığımda, yağmur çiselemesine rağmen bir kısım öğrencinin beklemekte olduklarını gördüm. Yolumu kestiler; “Hocam elinizi öpmek için bekliyoruz” dediler. “Öyle bir alışkanlığım yoktur, ben sizin ellerinizi sıkar, yanaklarınızdan öperim” dedim. İtiraz ettiler, birkaç tanesi de ellerime sarıldılar.
İnsanlar çok zor hayatlar yaşıyorlar. Bütün dünya kavga, mücadele, savaş içinde. Özellikle gençler, tüm yaşamlarını akıllarıyla idare etmeye, köşeyi hızlı dönmeye, daha çok kazanmaya, daha çok sahip olmaya, hedefe ulaşmak için her yolu mübah görmeye odaklılar. Analar, babalar, öğretmenler de öyle yaşadıkları için gençlere sevgiyi, şefkati, karşılık beklemeden vermeyi, paylaşmayı öğretmiyorlar.
Milliyet Gazetesi’nde bir araştırmanın başlığı: “Çocuğa Meslek Seçiminde En Temel Kriter Para” diyordu. Her iki ebeveynden biri çocuklarının meslek seçiminde en temel tercih kriterlerinin maddi olarak mesleğin iyi kazandırması olduğunu ifade etmişler. Yine Marmara Üniversitesi’nde başka bir fakültenin dersinde bu araştırmadan söz ediyordum. Pırıl pırıl gözleriyle sanki etrafa zekâ saçan, sevimli mi sevimli bir öğrencim, sözlerimin hemen ardından öyle doğal bir tepki gösterdi ki hayretler içinde kaldım: “Başka ne kriter var ki hocam?”
Üzülerek belirtmek gerekir ki, ebeveynler bazında yapılan araştırma öğrenciler bazında yapılsa, oran belki de daha fazla çıkardı. Çünkü gençler de aldıkları nasihat sonucu kendi seçimleriyle maddeye, şana, şöhrete, servete odaklı yaşıyorlar.
Gençleri televizyonların, reklamların, ekonominin, dünyanın çarkları arasına bıraktığınız zaman onlarla biçimleniyorlar. Dünya değerlerine ve nefislerine odaklı homo economicus’lar yetişiyor. Oysaki gençlerimizin özünde; sevginin, saygının, cömertliğin, misafirperverliğin, yardımlaşmanın, dayanışmanın, şefkat ve merhametin en yücesini gönlünde taşıyan Türk Milleti’nin yüce ruhsal değerleri vardır. Sevgi üzerine bir saat ders anlattığınız zaman dahi kapı önünde bekleyip sevgi anlatanın elini öpmek isteyecek kadar gönül zenginlikleri ortaya çıkıyor.
Önemli olan, geçmişimizden gelen bu yüksek ruhsal değerleri günlük yaşamına yansıtacak ve bu değerlere göre yaşayacak gençleri yetiştirmektir. Her insanın içinde sınırsız sevgi vardır. Maddeye olan aşırı düşkünlük; kapma, kapışma, sahip olma telaşı insanları sevgiden uzaklaştırıyor, kalplerinin kapılarını kapatıyor, içlerindeki sevgi ateşi külleniyor. Ama insanda sonsuz ve sınırsız olan sevgi bitmez. En büyük katilleri, soyguncuları, mafya babalarını yakalamak için bile, polis ya sevgilisinin, ya torununun telefonunu dinlemeye alır veya evlerinin önüne pusu kurar.
Sevginin küllenmesi, günlük yaşamdan geriye çekilmesi toplumsal yaşamı çok zorlaştırır. Hırslar, kinler, kıskançlıklar, çekişmeler, öfkeler, şiddetler daha çok artar. İçimizdeki sevgiyi yaşama katmak için öğretimin her kademesinde sevgi eğitimine önem verilmesi gerekir.
En büyük servet
Disiplini ve görevdeki sertliği ile ünlü bir vali, Merkez Valiliği’ne atandığı beş yıl boyunca benim verdiğim sevgi kurslarına katılmıştı. Daha sonra ise milletvekilliğine aday olmuştu. Aday olduğu günlerde bir gazete Vali Bey’le röportaj yapmak istemiş. Gazeteci Hanım röportaja renk katmak için olsa gerek, “Siz görevdeyken bir lakabınız var mıydı?” diye sormuş. O da, “Bana duvar, beton derlerdi. Ama sevgi kurslarına katıldım, şimdi pamuk oldum, yumuşadım” demiş.
Sevgiyi konuşan, öğrenmek için çalışan, yaşamına katan herkes öfkeden, şiddetten kurtulur, huzura kavuşur. Üniversitelerde sevgi ve toplumsal sorumluluk öğretmeye çalıştığım 1.000’e yakın öğrencim var, en büyük verimi onlardan alıyorum. Evrenin en büyük ortak serveti sevgidir.
Çabalarımız sürmeli
Bu dünyada varlığımızı sürdürebilmek için evimizde, işimizde, ülkemizde sevgiyi yaşatacak, yaygınlaştıracak bilinçli çabalar göstermeliyiz. Sevgi öğretmenleri yetiştirmeliyiz. Her birimizin içindeki sevgi pınarının verimini artırmalı, sevme yeteneklerimizi geliştirmeli, toplumu sevgi içinde yaşayacak hale getirmeliyiz. Çünkü sevgisiz ortamlarda sevgi öğrenilmez, sevgi içinde yaşanmaz.
İnsanlar sevgilerini topluma yansıtmayı, yaşama katmayı çok zor şeymiş gibi görüyorlar. Oysaki sevgi bin bir yolla insandan insana akar.