Ferhan İstanbullu

Ferhan İstanbullu

ferhanist@gmail.com

Tüm Yazıları

Geçen hafta yaşadığımız kâbustan bir günlüğüne kaçıp dünyanın en önemli sanat fuarının ön gösterimini izlemek üzere Basel’e gittim

O SIRADA DÜNYADA...

Saydım, bu dünyanın en önemli koleksiyonerlerinin, sanat adamlarını

O SIRADA DÜNYADA...
n, galerilerinin mutlaka ziyaret ettiği fuara beşinci gelişim... VIP gününün ayrı bir şaşaası var tahmin edersiniz; Avrupa’nın ‘eski para’ sahibi, kontlu kontesli unvanlı sanat düşkünleri, sınıf atlamak isteyen Hollywood ünlüleri, yeni zengin olduğu için bir an evvel sanat koleksiyonu oluşturması gerektiğine inanan oligarklar ve bu hercümerci izlemeye bayılan gazeteciler bir arada. Şehir minnacık, cetvelle çizilmiş muntazamlıkta, dünya çapında galerilerle, devlet ve özel teşebbüse ait müzelerle dolu. Bir Beyeler Foundation var ki; bizde kendi özel müzesini kurmaya hevesli patronların mutlaka görmesi lazım. Hayatta işlerini en beğendiğim mimarlardan Renzo Piano’nun eseri; müzenin mükemmel bir koleksiyonu var ve müthiş ilgi uyandıracak sergiler düzenliyorlar yıl boyunca.

1937’den beri
Art Basel de taa 1937’den beri yapılıyor. İşte bizim Avrupa’yla aramızdaki, o asla kapatamadığımız gibi bu gidişle daha da büyüyecek
uçurumu anlamak için bir neden daha...
Bu arada Türkiye’den bir günlük mola alan, müze açma, koleksiyonunu genişletme yolundaki ünlü işadamlarımızı da görüyorum. Basel, bu kez yaş aldığım için mi yoksa çok huzursuz bir yerde yaşadığım için mi bilmem; gözüme eskisi gibi sıkıcı değil şahane görünüyor. İnsanlar 17.30’da işlerinden evlerine dönmüş, ailecek belediyenin kapalı yüzme havuzlarına spor yapmaya gidiyormuş. Herkes bisikletli; yeme-içme, kültür, Park adına koca İstanbul’dakilerin hepsini dövecek gelişmişlikte örnekler var bu küçücük şehirde...

Avrupa’nın fakirleştiğinin resmidir
Gitmediğim 2 yılda Art Basel’in eski görkemini yitirdiğini söylemişlerdi de inanmamıştım! Ön gösterim gününde salınmanın bir prestij olduğu fuarın girişinde sıralar olur, lokantalarda yer bulmak mümkün olmazdı. Basel dediğiniz bugün gözüme hayli harap ve yorgun görünen Şişli semti kadar bir yer... O yüzden BMW sponsorluğunda gezdirilen VIP izleyicilerin varlığı normalde şehirde kendini bas bas belli ederdi... Görünen o ki, VIP MİP müşteri kalmamış. En büyük oyuncular zaten fuar falan dinlemeden alımını ayrıca yapıyor, koleksiyonu zengineştirmeye çalışan Avrupalı’nınsa belli ki parası yok. (Art Basel türü fuarlar zaten sanat dünyasının ilelebet tartışmalı başlıklarından. Kabul etmeli ki burada bir sanat eserinin verdiği hazzın önünde alışveriş, pazarlık geçiyor. Bu da gerçek sanatseverlerin karınlarının kasılması için tek
başına bir neden)

Kaydettiğimiz aşama...
Basel’de moraller sıfır gezinirken şunu düşünmeden edemiyorum; sürekli dış basının Türkiye’yle haber yapmasını ‘komplo’yla bağdaştıranlar, nedenin her şeyden önce ‘ekonomik’ olduğunu nasıl anlayamıyor? Türkiye’de bilmemne kadar yatırımı olan yabancılar, bizde istikrar olmasını elbette işlerinin tıkırında yürümesi için istiyor. Biz ne kompleksi insanlarız ki Avrupa, ABD’nin bizi ‘sevmesine-beğenmesine’ kafayı bu kadar takmışız? Onaylanma ihtiyacımız ne kadar yüksek ki aksi senaryoda hemen ‘komplo!’ lafını yapıştırıyoruz hâlâ... En okumuşlar bile ‘O Amerika nerde, baak!?’ diye celallenmekten geri kalmıyor. İbrahim Eke’nin EMDR yöntemini okudum bu yazıyı yazmadan önce. Değersizlik hissinin tedavisinde çok etkiliymiş diyorlar... Belki bizi ‘birey’ olmaya taşıyacak bir toplu psikolojik terapinin arayışına geçmeliyiz. Zira bunca yıldır beyaz Türk’ün de, muhafazakâr olanlarımızın da bu konuyla ilgili ne aşama katedebildiği an itibarıyla ortada. Benim dahil olduğum ve benden yaşlı kuşak, o Y kuşağı gençler olmasa Gezi Parkı için “Cık cık...” deyip korkak hayatlarına aynen devam edecekti. Muhafazakâr kesiminse hali ortada; “Aaa, üstadımız gitmeyin dedi ya, neyi tartışıyorsunuz?” diyen, insanın kendine ait bir sesi olacağına hiç ihtimal vermeden yaşayabilen insanlara söylenecek söz kaldı mı ki?