Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Birçok kadına “Bir kitap okudum, hayatım değişti” dedirtecek bir roman çıktı geçen hafta Doğan Kitap’tan: “Camdaki Kız”. Yazarı Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu. “İstanbullu Gelin” dizisinin öyküsünün yazarı olarak bilinse de çok daha fazlası kendisi. 40 yıllık psikiyatr. Dört kitabı var. Türkiye’nin ilk psikiyatri merkezi Madalyon’un kurucusu. Hepsinin ötesinde insan ruhunun büyük arkeologlarından biri. Yeni romanında yaptığı kazıyı nefesimi tutarak okudum ben. Hem bir okur hem de bir psikoloji yüksek lisans öğrencisi olarak.

Haberin Devamı

İlk cümledeki hayat değiştirecek kitap benzetmesini, havalı bir giriş olsun diye yapmadım. “Camdaki Kız”, doğru okunduğunda sadece kadınların değil erkeklerin de hayatını değiştirebilecek kudrette. Ama esasen kadınların. Suni bir özgüven pompalayarak yazılmış, hiçbir psikolojik derinliği olmayan, bu yüzden de verdiği önerileri ciddi sorunlara yol açabilecek, kerameti kendinden menkul kimi ‘kişisel gelişim’ kitaplarına gönül indiren, hatırı sayılır satışlar sağlayan kadın okurlara o kadar çok üzülüyorum ki, özellikle onların “Camdaki Kız”la buluşmalarını kalpten diliyorum.

“Psikolojik roman” türünden biraz çekinir bazı okurlar. Ağır bir terminolojiyle yazıldığını, anlayamayacaklarını düşünür, nedense sıkıcı bulur, uzak dururlar. “Camdaki Kız”, su gibi bir roman her şeyden önce. Sayfalar akıp gidiyor. Hiç bulandırmadan, dupduru bir şekilde. Budayıcıoğlu’nun ‘kader motifi’ adını verdiği bir yaklaşımı var. “Kaderimiz aslında doğduğumuz evlerde yazılır” diyerek söze başlıyor. Budayıcıoğlu’na göre bu motif, çocukluk yıllarımızda nasıl şekillendiyse, artık çok mu aşağılandık, terk mi edildik, yeterince sevgi mi görmedik, yetişkinliğimizde de o motif sık sık karşımıza çıkar. Bunu fark edip müdahale etmediğimiz sürece. Fark ettiğimiz takdirdeyse çözemeyeceğimiz herhangi bir sorun yok. Bu kadar iddialı.

Roman, lüks içinde yaşamış ama ‘yok sayılmış’ bir çocukluktan gelen iç mimar Nalan ile, sert ve yoksul bir çocukluk geçirmiş elektrikçi Hayri’nin aşk hikayesi kısaca. Gülseren Budayıcıoğlu’nun terapisini yürüttüğü gerçek bir çiftin hikayesi bu. Yedi yıldır birlikte olan bu çiftten Hayri, yedi yılın sonunda bir Laz kızına âşık oluyor. Kendisi aynı zamanda evli, üç de çocuğu var. Evdeki kadın Türkan kaderine razı ama Nalan, terk edilmeye dayanamıyor. Ortalığı ateşe veriyor. Hayri de, yakasından düşsün diye - kendi deyişiyle - onu alıp Gülseren Budayıcıoğlu’na götürüyor. Terapi, varoluş, kadınlık bilgisi, değerini tayin etme hakkını bir erkeğe vermemek, hiçbiri umrunda değil Nalan’ın. Onun tek isteği, bu iri kıyım, kırmızı montlu hiç de entelektüel diyemeyeceğimiz hatta biraz kaba saba Hayri kendisini bırakıp gitmesin. Perdeyi bu özetle açıyor Budayıcıoğlu.

Haberin Devamı

Başlangıçta karakterler de, yaşadıkları aşk da hiç inandırıcı gelmiyor. Hadi canım böyle aşk mı olur demeden edemiyor insan. Ve fakat kitabı okudukça yanıldığını anlıyor. “İlişki sınıfsaldır ama aşk değil” diyor zira Gülseren Budayıcıoğlu. Ve ilk terapiden başlayarak onların iç dünyasını öyle ustalıklı bir şekilde analiz ediyor ki, hayattaki en anlaşılabilir aşk hikayelerinden birinin içinde buluyorsunuz kendinizi. Her ikisinin de kader motiflerini ortaya çıkarıyor. Öyle didaktik bir üslupla filan değil. İyi bir terapist olduğu kadar çok da iyi bir hikaye anlatıcısı yazar. Büyük bir merakla okuyorsunuz her bir satırı. Karakterlerini sorularıyla kendini bulma yoluna sokarken, aralarda bir psikiyatr olarak kendi iç sesini konuşturuyor, hastanın o an anlattıklarının psikolojik yorumunu yapıyor. Ki çok kıymetli yorumlar bunlar. Her bir okurun hayatına değecek nitelikte. İster istemez bir ayna dikiliyor gözünüzün önünde. Kendinizi görüyorsunuz. Bu görüntüyü beğenmeyip aynayı kırmak, kitabı elinizden atmak da mümkün, o görüntüyü içtenlikle sorgulayıp o güne kadar farkına varmadığınız sorunlarla yüzleşerek yeni bir hayat inşa etmek de… Zaten roman karakterleri de kendi kader motiflerinin farkına vardıkça terapiler yardımıyla, o motife müdahale ediyor, değişiyor, dönüşüyor.

Haberin Devamı

Hepimiz devasa bir insan galerisinin içinde yaşıyoruz. İnsan dediğimiz bir gayya kuyusu. İçine saldığımız kovadan ne çıkacağı belli değil. Çok muhteşem, çok hüzünlü, çok yaratıcı, çok sorunlu, çok nahif, çok sert, çok depresif, çok keyifli, çok obsesif, çok narsist, çok içten, çok zarif, çok masum, çok kötü… Her şeyi çok ve çok da heyecan verici. Onu anlamak zor. Ama anlamadan yaşamak da mutsuzluğun garantisi. O yüzden “Camdaki Kız” gibi romanları çok değerli buluyorum. Bir roman hayat değiştirir mi? Okuyun, kararınızı kendiniz verin. Benim diyeceğim o ki… Kaleminize, kalbinize, insana adadığınız ömrünüze sağlık Gülseren Budayıcıoğlu.