Fuat Bol

Fuat Bol

fuat.bol@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Biz Türkler, Doğulu bir kavim olmamıza rağmen, tarih boyu hep Batı’ya doğru yürümüş ve Batı’yı kendimize yurt edinmişiz.

Buharlı makinenin keşfiyle birlikte, Batı, maddeyi hükmü altına alarak güç elde etti. Elde ettiği bu gücü de sömürü aracı olarak kullandı ve zenginliğine zenginlik kattı.

Bu zenginliğine rağmen, Batı, kendi içindeki değişim ve dönüşümü uzun süreli savaşlar yaparak, çok kan dökerek ve çok ağır bedeller ödeyerek gerçekleştirdi.

Tüm bu zorlamaların sonucunda, Batı, asırlar boyu boyunduruğunda inim inim inlediği kilisenin hegemonyasından kurtuldu.

Haberin Devamı

Kilise baskısından kurtulan Batılı toplumlarda laikliğin uygulanması zor olmadı. Çünkü Hıristiyanlığın dünyaya ait, dünya nizamına ait bir söylemi yoktu. Bu yüzden olsa gerektir ki laiklik, usuletle ve suhuletle (kolaylıkla) uygulanabilmiştir.

Avrupa’da en katı laiklik Fransa’da vardır; orada bile okullar kiliseye bağlıdır. Dolayısıyla, Avrupa’da kimsenin dinine, inancına, dini ritüellerine ve dinsel hayatına karışılmamıştır.

Kısaca, laiklik, orada dindarlar üzerinde bir baskı ve hatta zulüm aracı olarak kullanılmamıştır.

Biz de ise bütün bunların tersi oldu; laiklik gibi uygulamalar toplumumuza tepeden dayatılıp giydirildi ve bundan da önemlisi, bunlar birer zulüm aracı olarak kullanılarak toplum ayrıştırıldı.

Malum, milletler dilleriyle anılır. Cumhuriyet öncesi dönemde, asırlar boyunca Osmanlı Türkçesini kullandık. (Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan çeşitli unsurlar kendi dillerini kullanırlardı; ancak devletin dili Osmanlı Türkçesi idi.)

Bu dilin alfabesi de Arap elifbasıydı. Cumhuriyetle birlikte Latin alfabesine geçtik; dolayısıyla geçmişle bağımızı kopardık. Neden biliyor musunuz? Çünkü Osmanlı Türkçesini de yasakladık; Osmanlı Türkçesi ile yazılmış milyonlarca kitabı okuyamadığımız gibi, Osmanlı Türkçesi ile yeni kitap basımına da müsaade etmedik.

Bu yapıp ettiklerimizle bugün geldiğimiz noktaya bakın; gençliğimiz, (üniversite) İstiklal Marşı şairimizin (M. Akif Ersoy) ve yakın dönem edebiyatçı-larımızın (Yahya Kemal, Necip Fazıl, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Falih Rıfkı, Refik Halit Karay, Ömer Seyfettin, vd.) dilini anlayamıyor.

Haberin Devamı

Bırakın daha ötesini, Atatürk’ün söylem ve söylevlerini anlayamıyor.

Özal’ın gününe kadar bu ülkede fikir ve ifade hürriyeti ile din ve inanç hürriyeti yoktu. Vardı diyen yalan söylüyor. 141, 142. ve 163. maddeler kaldırıldı da millet bir nefes aldı.

O maddeler yüzünden, sağcısı, solcusu ne kadar fikir üreten veya fikrini ifade eden aydın varsa hapsi boyluyordu. Üç beş dindar kişi bir araya gelip kitap okuduklarında, yakalanıp, tarikatçı muamelesi görüyor ve laikliğe aykırı davrandı diyerek, irticai faaliyetten dolayı bunlar da hapsi boyluyordu.

İslam dini, kendi müntesiplerinin (Müslüman) hayatını ana rahmine düştüğü andan, doğup-büyüyüp-yaşayıp-ölünceye kadar kuşattığından, birey bazında kişinin laikliği düşünülemez.

Müslümanların yaşadığı bir devlet laik olur, nitekim oldu. Ama inanç veya inançsızlık yönünden devlet bireye bir şey dayatamaz ve bireyin de bu şekildeki hayatına müdahale edemez.

Haberin Devamı

Maksat laiklikse, Batı’da uygulanan şekli budur. Ama bizde maksat üzüm yemek olmayıp, bağcıyı dövmek olduğundan, devlet, dindar vatandaşını laiklik sopasıyla dövmüştür.

Bir başörtüsü yüzünden çekilmeyen zulüm kalmadı.

Neden sonra, bu yönde adımlar atıldı ve nihayet, eğitimde ve kamuda başörtüsü serbest kılındı.

Ama görüyorsunuz, ABD ordusunda bile başörtülüleri laikliğe sığdıran mahut zihniyet, Türk ordusu içindeki başörtülüleri pekâlâ laiklik karşıtı eylem olarak görüp değerlendirebiliyor.

Bu denli köhnemiş bir mütalaayı veren savcı, zaman tünelinde kalarak, belli ki eskiyi hortlatmak istiyor! Neyse ki Danıştay’ın 2. Dairesi, savcının görüşünü dikkate almayarak, davanın reddine karar verdi.