Fuat Bol

Fuat Bol

fuat.bol@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İnsanoğlu dünya sahnesine geldiği günden beri ideal nesiller yetiştirmek için çırpınıp durdu.
Anne ve babalar, öğretmenler, bilgeler, filozoflar ve hatta peygamberler bu kutsal işi görev bilip, ömür tükettiler. İdeal nesiller ancak sevgiyle oluşturulabilirdi; bunun dışındaki her şey çürüktü, yanlıştı, batıldı, çıkmaz yoldu.
İnsanoğlunun en büyük ihmali kendinedir; her şeyi bilmeye ve tanımaya çalışırken, kendinin cahili olarak kaldı. Bundan dolayı da tabi tutulduğu sınavı başaramadı.
Hamur mayası sevgiyle yoğrulmasına karşın, sevilmesi gereken muhatabını sevmek yerine kendini sevdi. Kendini sevginin odağında tutup, diğerlerini sevdi. Yani tüm sevdiklerini kendisi için, kendini sevdiği için sevdi.
Kendini seven herkes diğerine, diğerinin sahip olmak istediği her şeye musallat oldu.
Benimki benim, seninki de benim dedi ve savaş başladı; hem de daha ilk günden.
İnsanoğlunun bu denli egoizmi, şahıs, aile, aşiret, cemiyet ve devlet planında geometrik olarak arttı ve bunun sonucunda da emperyalizm tüm insanlığı esir aldı.
İnsanlık, rahatın, huzurun ve mutluluğun, birbirini sevmekten ve kardeş olmaktan geçtiğini bilmesine rağmen, düşmanlık ortak paydasında buluşuyor ve bile bile mutsuzluk girdabına sürükleniyor.
Sadece kendini seven nefis, başkasının malını yiyip doyacağını zannediyor ama nafile. Dünyaları yese doymuyor.
Ne Allah’ın ne de kulun taksimine rıza gösteriyor.
Bundan dolayı da dünya üzerinde gözyaşı, kan ve savaşlar eksik olmuyor.
Dünya sofrası adil dağıtılsa, herkese yeter de artar bile. Taksimatı kurt yaptığından olacak, kuzular açlıktan, kurtsa obezlikten çatlayıp ölüyor.
Sonuçta herkes mutsuz.
Dünyadaki yemek yeme sınavında insanlar, karşılıklı şekilde ikişer kişi olarak oturtulup, ellerine, sapları bir buçuk metre olan kaşıklar verilir. Ortalarına konan kazandan çorba içmeleri istenir.
Herkes kaşığı kendi ağzına getirmek ister, lakin hiçbirisi bunu başaramaz. Çok az kişi, uzun saplı kaşıkla ancak karşısındakini yedireceğini anladığından, birbirlerini yedirirler.
Sofradan dökmeden ve karnı tok olarak kalkan da işte bu çok az kişiler, yani kendi yerine arkadaşını doyuranlar olur.
Türk insanı, tarihten tevarüs ettiği sağlam aile yapısıyla mutluydu. Bunun da sebebi, anne ve babaların evlatlarını kendilerinden çok sevmesi ve yemeyip onları yedirmesi, giymeyip onları giydirmesindendi.
Üstelik tüm bunları karşılık beklemeksizin yerine getirirler.
Demek ki mutluluğun sırrı, karşılık beklenilmeyen sevgidedir. Bu sevginin tipik örneği ise, annedir, bundan dolayı da anne gibi yâr olmaz denir.
Sevgi temelli eğitim şart ama söyler misiniz, bunu kim kaybetmiş ki biz bulabilelim!
Hem de egoizmin tüm ufkumuzu tutup kapladığı bu uğursuz günde!