Fuat Keyman

Fuat Keyman

fkeyman@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Suriye’ye askeri müdahale konusunda Türkiye ciddi bir ikilem içinde.
Bir taraftan, Türkiye, Esad rejimine yönelik tüm eleştirilerinde haklı çıktı. Esad rejimi, kendi halkına karşı, ölümler, işkenceler, yok etmeler, göçe zorlamalar v.b kabul edilemez saldırılarda bulunarak, ülkesinde büyük bir insan trajedisi yarattı. Bu vahşet kimyasal silah kullanmaya kadar gitti.
Bugün, Türkiye’nin Suriye politikasının, ahlaki, norm ve uzun dönemli siyasi düzeylerde haklı olduğu, Batı ve çok sayıda ülke tarafından kabul ediliyor.
Ama, diğer taraftan da Türkiye, Suriye konusunda bugüne kadar en fazla zarar gören ülke konumunda. Her geçen gün de, daha da fazla zarar görme riski içinde.
Cumhuriyet tarihinin en büyük terör eylemi Reyhanlı’da yaşandı. Elli üç masum insan katledildi, yüzlercesi yaralandı.
Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin sayısı 500.000’e yaklaştı. Bu sayı hızla yükselecek.
Suriye sınırında yaşayan vatandaşlarımız ölüyor, ölüm riski ve korkusu altında yaşıyorlar.

Benim savaşım değil
Başkan Obama, Esad rejiminin kimyasal silah kullandığına “ikna olmuş” durumda.
NATO Genel Sekreteri Rasmussen, “Çok somut kanıtlar var... Suriye rejimi bu saldırıdan sorumludur” diyor.
Büyük olasılıkla Suriye’ye bir askeri müdahale olacak. Ama bu, Esad rejimini çok zayıflatacak ya da rejim değişikliğine yol açacak bir askeri müdahale olmayacak. Müdahale, belli noktaları “vur ve çekil” türü sınırlı ve sembolik bir hava bombardımanı içerecek.
Obama, Suriye’de yaşananları, “başka birisinin savaşı” olarak tanımladı. “Benim savaşım değil, benim askerim yere ayak basmayacak” dedi.
O zaman, bu sembolik askeri müdahaleden sonra ne olacak? Bu soru, birinci derecede Türkiye’yi ilgilendiriyor.
Türkiye, Ürdün, İsrail en riskli ülkeler olarak görülüyor. Ama net biliyoruz ki, Türkiye böyle bir askeri müdahaleden sonra “en riskli ülke konumu”nda.
Esad rejimini yerinden oynatmayan ya da çok zayıflatmayan bir askeri müdahale Türkiye için çok büyük tehlikeler ve riskler içeriyor?
Rasmussen, bu gerçeği görüyor ve “Türkiye’nin korunması için planlarımız hazır” diyor.
Obama yönetiminden de, Türkiye’nin tehlikelere karşı savunulacağı üzerine açıklamalar geliyor.
Gerçekten öyle mi? NATO ya da ABD, Türkiye’yi koruyabilir mi?
Hiç zannetmiyorum.

Tehlikeler
Türkiye’yi bekleyen olası tehlikeleri sıralayalım;
Bir, Esad rejimi, Türkiye’ye karşı, kimyasal ya da başka tür füzeyle saldırır;
İki, Türkiye’de Reyhanlı türü terör eylemleri olabilir;
Üç, Türkiye’de Alevilik temelinde mezhep kavgasına yol açacak provokatif eylemler düzenlenebilir;
Dört, Çözüm Süreci’ni olumsuz etkileyecek saldırılar örgütlenebilir. PKK sorunu geri gelebilir, Kürt sorunu çözümsüzlüğe savrulur.
Birinci olasılığının, Esad rejiminin Türkiye’ye saldırma olasılığının çok düşük olduğunu düşünüyorum. Rasmussen ve Obama’nın Türkiye’yi savunuruz söylemleri, bu düşük olasılıkla ilgili. Bu nedenle de, Türkiye’yi savunma söylemi pratikte çok fazla bir anlam taşımıyor.
Ama, diğer üçü, Esad rejiminden bekleyeceğimiz ve gerçekleşebilecek olasılıklar. Başta Reyhanlı olmak üzere, ölümcüllük derecesi yüksek terör saldırıları bugüne kadar yapıldı.
Alevilik temelinde mezhep kavgası olasılığı, sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da dile getirilen, ciddiye alınması gereken bir risk.
Çözüm sürecinin Suriye’ye askeri müdahaleden olumsuz etkileneceği, tüm Kürt aktörler tarafından dile getiriliyor.
Vurgulayalım: Ne ABD, ne de NATO, bu tehlikelerde Türkiye’ye yardımcı olabilirler.
Türkiye, kendisini koruma durumunda. Bu gerçeği bilmeliyiz.
Peki, Türkiye, bu büyük tehlikelere ve risklere karşı hazır mı?
Gelecek yazıda yanıtlamaya çalışacağım.