Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

9 aylık hamile Emani Al Rahmun, çok yaklaşan doğumu için hazırlanıyordu.

Suriye İdlip’ten kocası ve bebeği ile birlikte kaçıp gelirken, orada görmediği şiddeti Sakarya Kaynarca’daki ormanda göreceğini hiç düşünmemişti muhtemel.

Tüm savaşların kutsalı ve dokunulmazı hamile kadın, doğumu bekliyordu artık.

O ormanlık alana kaçırılmasa, 11 aylık bebeği Halaf Al Rahmun’un kardeşi doğacaktı.

İhtimal ki bir hafta sonra yapacağı doğuma hazırlanırken, sosyal medyada kopartılan “Nasıl da ürüyorlar, evlerine dönsünler” fırtınasını da hiç duymamıştı.

Haberin Devamı

Birkaç gün sonra, o kampanyaya büyük öfkeyle katılanların bir bölümünün pişmanlık duyacağını, bir bölümünün ise yaşanılanları hiç üzerine alınmayacağını da bilmiyordu.

Evinden kaçırıldı, tecavüz edilerek öldürüldü.

Hem birlikte kaçırıldığı, hem karnındaki bebeği de kendisiyle birlikte can verdi.

Kadındı, hamileydi, ölse bile “namusuyla” ölmesi beklenirdi.

İdlip’e cenazesi taşınmadan önce, trafik kazasında öldüğünün söylenmesi istendi.

Ancak hiçbir şey gizlenecek gibi değildi.

Muhtemel ki kendisine sorsalar, Suriye’de, doğduğu kentte, doğduğu mahallede ölmek isterdi.

Kimse bir şey sormazdı, öyle de oldu.

Sakarya Kaynarca’da, bir ormanda bebekleriyle son nefesini verdi.

***

Walter Benjamin, şiddet konusunu, devletlerin çok da hoşuna gitmeyecek tezleriyle incelerken, hukuk ve adalet kavramlarına odaklanır.

Benjamin, hukukun, şiddetin adil bir amaca mı yoksa adil olmayan bir amaca mı hizmet ettiği ölçütüyle hareket ettiğini söylerken, ilkesel olarak şiddetin adil amaçlar için kullanılsa da ahlaki bir araç olup olmayacağı sorusunun açıkta bulunduğuna işaret eder.

Buradan bir insanın bedenini arzu ettiği hedefe yönlendirmeyi hakkı saymasına, doğal hukukun nasıl baktığını inceler. Sonuçta şiddetin, en barışçıl toplumsal sözleşmede bile dışlanmadığına, aksine, sürekli biçimde nasıl var olduğuna yönelir.

Aslında, bütün bu olup bitenleri, “insanın arzu ettiği hedefe yönlenmeyi hakkı saymasıyla” açıklamak mümkün.

Hak sayıldığında kullanılan şiddet ve türleri.

Şiddet tekelini elinde bulunduran devletlerin, göz yumduğu, genişlettiği alanlar.

Haberin Devamı

***

Adliyeleri, mahkemeleri bilenler işlerin nasıl yürüdüğünü bir süre sonra fark eder.

Sanılır ki bütün bu suçları, sapıklar, caniler, azılı katil doğmuş olanlar, içimizde sinsice saklanan yılanlar, genlerine şeytan bulaşmışlar işliyor.

Sanığı dinlediğinde, savcıya kulak verdiğinde, hakimin kararını öğrendiğinde fark eder.

Düşük cezayı alkışlayanları, o cezaya bile tepki gösterenleri gördüğünde fark eder.

Hiçbir şey böyle değildir, işler böyle yürümez.

İçlerinde elbette psikolojisi bütünüyle bozuk, toplum içinde değil bir tedavi merkezinde bulunması gerekenler vardır suçluların.

Ama geneli yan komşudur, bakkaldır, akrabadır, arkadaştır, hiç tanımadığı ama yolda görse ürkmeyeceği bir insandır.

Bu yüzden son derece çarpık biçimde bu ülkede siyasal nedenlerle cezaevine girmiş olanlara ağır suçlu olarak bakılıp, adli nedenlerle girmiş olanlara kader mahkumları denilir.

Kader mahkumu tanımı, o suçu herkesin bir gün işleme ihtimalindendir.

Haberin Devamı

Suç profili, toplum eğilimini de gösterir.

Cinsel suçların artması, sadece cezaların yetersizliğinden, uygulama biçiminden değildir.

Bazen de o toplumda yaşayanların bir başkasının hayatına müdahale alanının çok geniş olduğunu düşünmesindendir.

Etek giymişse, o saatte sokağa çıkmışsa, abartılı biçimde gülmüşse vs. vs.

Amalar, fakatlar sıralandıkça cesaret artar.

Sırtını sıvazlayanlar artar, “en iyisini yapmışsın” diyenler artar.

İşte onlardan bazıları sadece laf atar, bazıları kadına ya da kendi değerlerine uymadığını düşündüğü erkeğe sözle ya da şiddetle müdahale eder, bazıları ise o beden üzerinde bütünüyle hak iddia eder.

O kişilerin meşruiyet alanı genişledikçe, başta kadınların, küçük kızların, öğrencilerin, toplumun yaşam alanı daralmaya başlar.

Suçlar peşinden gelir.

Kimisine “iyi hal indirimi” verilir, kimisine “tahrik indirimi.”

Büyük bir kalabalıktan da, “çocuklar ne yapsın, hak etmiş zaten” sesi gelir.

Bakmayın Özgecan öldürüldüğünde kopan infiale.

Son noktada, bir yerinden tutacak bir taraf bulunamadığında, en anlamayan bile vicdana gelebilir.

Sanmayın ki idam cezası gelince, korkarak, geri adım atarlar bir suç işleyecek olanlar.

Onları suç işlemeye iten asıl neden, toplumdaki yargılar ve o yargılar esas alındığında ne yaparlarsa yapsınlar başlarına bir şey gelmeyeceği düşüncesidir.

***

Suriyeliler mi tartışılıyor, bir parti mi hedefte, bir topluluk mu, bir kişi mi, toplumda oluşan tepki, bir şiddet dalgasının ya da şiddet türünün de habercisidir.

Tepkinin odağında kim varsa, artık meşru bir hedeftir.

“Biz miyiz bu vahşetin suçlusu, eleştirmek bu vahşete mi ortak yapar bizi?”

Yapmaz elbet.

Ancak insanlık tarihi gösteriyor ki, bir devlette toplumsal sözleşme zayıfladığı, dezavantajlı kim varsa daha az umursandığı dönemlerde en tehlikelisi, biraz daha ötekileştirmektir.