Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

... Antik Yunan’dan günümüze miras
bir kavram “Parrhesia”.
Durgun sularda değil, tam da deniz dalgalıyken, tekneden atılma, dışlanma, kapatılma risklerini de göze alarak hakikati söylemek olarak
özetlenebilir belki kavram.
En zor zamanlarda, doğru bildiğini, gerçekliğine yürekten inandığını bütün risklere rağmen
dile getirmek...
Antik Yunan’da Sokrates, “parrhesiastes”
olduğu için idama mahkum edildi.
Diyojen’in “deli” denilerek toplumdan
dışlanmasının sebebi de benzerdi.
Bugüne isimleri ve ödedikleri bedelin
kazandırdıkları kaldı...
Belki işte o “parrhesiastes”ler bir dilekte
bulunmalı ve haykırmalı hepimize...

Ankara, kar altında “temiz” gözüküyor.
Cinayetlerin, saldırıların, bombaların kirlettiği caddelerin üzeri kar.
Haber bültenlerinde “Ankara’nın yüksek kesimleri” diye özetlenen semtlerin birinde, düşmemek için lastik izlerinden yürüyor insanlar.
Çocuk annesine soruyor, elini sıkı sıkıya tutmuş.
“Ne dileyelim yeni yıldan anne.”
“Dilemeyelim” diyor annesi, “ne zaman bir şey dilesem, daha kötü geçti yıl.”
Anlamıyor çocuk elbette.
Annesi biraz pişman tutamadığı için kendisini:
“Dileyelim, hadi bir şey dileyelim.”
H H H
Antik Yunan’dan günümüze miras bir kavram “Parrhesia”.
Durgun sularda değil, tam da deniz dalgalıyken, tekneden atılma, dışlanma, kapatılma risklerini de göze alarak hakikati söylemek olarak özetlenebilir belki kavram.
En zor zamanlarda, doğru bildiğini, gerçekliğine yürekten inandığını bütün risklere rağmen dile getirmek.
Antik Yunan’da Sokrates, “parrhesiastes” olduğu, yani inandığını yürekten savunduğu için idama mahkum edildi.
Diyojen’in “deli” denilerek toplumdan dışlanmasının sebebi de benzerdi.
Bugüne isimleri ve ödedikleri bedelin kazandırdıkları kaldı.
Platon’a göre en iyi yönetilen toplum için bile “parrhesia” gerekliydi.
Öfkelendirse ya da hakarete uğramış hissettirse bile.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, “şoke edici olsa da fikirlerin özgürlüğü” içtihadının temeli, bu yüzden bir anlamda “parrhesia” tarafından atıldı.
Belki işte o “parrhesiastes”ler bir dilekte bulunmalı ve haykırmalı hepimize.
H H H
Yeni yıl için bir şey dileyelim.
En basit yolu, yaşadıklarımızı bir daha yaşamamayı dilemek sanırım.
Ocak’ta Sultanahmet’te canlı bomba saldırısında 10 kişi can verdi, Şubat’ta Ankara Merasim Sokak’ta 29 kişi.
Mart’ta Kızılay’da otobüs durağında patladı bomba, 38 insan yaşamını yitirdi.
Yine Mart’ta bombalı saldırıyla İstiklal’de 5 kişi.
Mayıs’ta Tanışık köyünde bomba dolu kamyonun patlamasıyla ölen 14 kişinin boş tabutlarıyla yapıldı cenaze törenleri.
Haziran’da, Atatürk Havalimanı saldırısında 44 kişi hayatını kaybetti.
Temmuz’da, kentlerin üzerine bombalar yağdırıldı, 246 kişi sokaklarda can verdi.
Ağustos’ta, Gaziantep’teki kına gecesinde patlayan bombada 54 kişi.
Kasım’da, Aladağ’daki yurt yangınında 12 küçük kız yanarak öldü.
Aralık’ta Beşiktaş’ta 45, Kayseri’de 14 kişi yaşamını yitirdi.
H H H
İnsanların servislere bindiğinde sadece o gün uğradığı küçük bir haksızlığı ya da büyük bir hoşluğu soğuktan birazı buzlanmış, birazı buğulanmış cama başını dayayarak düşünebildiği bir şubat dileyebiliriz.
Durağa giderken ablasına “birazdan otobüse biniyorum” diyen çocukların, otobüse binip, inmek istediği yerde inebilmelerini.
Bütün doğanın gürül gürül hayata aktığı mayısta sadece yaşamı konuşmayı.
Kavuşmak için havaalanına gidenlerin, kavuşmalarını.
Temmuzun tank ve uçakla değil, herkesin gidebildiği tatillerle anılmasını.
Düğünlerin yorgun bir mutlulukla sonlanmasını.
Kız çocuklarının “namuslarını korumak” için yurtların yangın çıkışlarının kilitli bırakılmadığı, kocaman gülüşleriyle hayatı var ettikleri bir yaşamları olmasını.
İnançların değil, hakkın ve liyakatın esas alındığı, üzerimize kurşun ve bomba yağdırmayacak devlet memurlarının, halk için görev yapmasını.
Adaleti sloganlara, ezberlere, önyargılara ve yok etmeye odakladığınızda yaşanabilecek ne varsa yaşadık.
İfade özgürlüğünün, “böyle dedi, çürümesi gerekir” olmadığını, adaletsizliği gördüğümüz yerde karşı çıkarak adaleti bulabileceğimizi anladığımız bir yılı dileyebiliriz pekala.
Suçsuzluğuna kefil olduğumuz insanların, hayatları yok edenlerle bir tutulmamasını, mektuplarını cezaevlerinden değil, sıcak evlerden yazmalarını.
Akademisyen Nuriye Gülmen’in ve gerçek akademisyenlerin işsizleştirilmesine karşı yaptığı barışçıl eylemlerle değil, bilimsel çalışmalarıyla gündeme gelmesini.
Veli Saçılık’ın yeniden mağdur edilmesini değil, başarı hikâyesini dinlemeyi.
Ahmet Şık ve gerçek gazetecilerin, gazetecilerin suç işleme özgürlüğü olduğu için değil, yaptıkları gazeteciliğin suç olmaması nedeniyle özgür kalmasını.
Tahammülü ve bambaşka bir dili.
Basit esasen; hayatın adaletli ama olanca rutinliğinde akmasını dileyebiliriz.
Pek çok kar yağmalı üzerimize.
Umudu büyütmeli sonra da anlatmalıyız o güzel hikâyeleri...