Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Otobüste, hücre-lerine nüfuz etmiş “genel ahlakın” güveniyle Ayşegül Terzi’ye tekme atan saldırgan Abdullah Çakıroğlu, sosyal medya isyanı üzerine gözaltına alınıp serbest bırakılıp, itiraz üzerine tutuklanıp, ilk duruşmada yine serbest bırakılıp, itiraz üzerine yeniden tutuklanıp sonra serbest bırakıldığında, zaman, bir İskandinav ülkesinin ülke tarihine sığacak olaylarla akıyordu.
Çakıroğlu, sanki çok çıkası varmış gibi yurtdışına çıkış yasağı koşuluyla serbest bırakıldı.
Öyle ya sonuçta “darp”, ne kadar tutabilirsin cezaevinde.
TCK’daki “kin ve düşmanlığa tahrik”, alışkanlıktan olacak sadece “barış” diyenlere uygulandığından akla gelmez mesela.
Memleketin birliğini bozmak gelmez, ayrımcılık gelmez.
“Darp” yeter, ona da tutukluluk gerekmez.
Tekmeci Çakıroğlu, akıl sağlığı yerinde mi diye hastaneye bile kapatılmaya gerek görülmeksizin salıverildiğinde, bir kadın, “Belki adaleti sağlarım, belki Ali İsmail’imin hayallerini yeşertirim” diyerek koşuyordu.
Ali İsmail’in 50 yaşındaki annesi Emel Korkmaz, yani oğlunun fotoğrafını, oğlunun kafasına son tekmeyi atan polisin yüzüne yüzüne tutup, saçları o an biraz daha beyazlasa da gözleri milim oynamayan yürekli anne, oğlunun, “Bir derde deva olurum” hayaliyle 13 Kasım’daki Avrasya Maratonu’na hazırlanıyordu.
***
O esnada, KHK ile cezaevlerini boşaltmak için çıkarılan düzenlemenin, son tekmeyi atan polisin cezasını biraz daha kuşa çevirdiği, tahliyesinin söz konusu olabileceği haberi geliyordu.
Öldürücü tekmeyi kasten değil de, “yaralama” kastıyla attığına karar verilen polis Mevlüt Saldoğan’ı da kapsayan düzenlemeyle ceza indirimi öngörüldüğünden Yargıtay Başsavcılığı’nın tahliye istediği ortaya çıkıyordu.
Tekmeci Çakıroğlu’nun birkaç günlük misafirliğine elbette şaşırmayan, ancak tekmeciye belki biraz olsun caydırıcı ceza verilir diye bekleyenler, elbette bu habere de şaşırmıyordu.
Aynı sırada, Ankara’da yeni kurulan istinaf mahkemesi, kızını tekme tokat döven, kafasına vuran, sonra da küçücük bir leğende boğarak öldüren babanın, “Nasıl da haklı” itirazlarını dinlemiş, cezasında indirim yapıyordu.
Yine bir başka istinaf mahkemesi, marketten ailesi için muz çalarken yakalanan sanığa ceza veriyordu; 3 yıl 4 ay.
Cezada biraz indirim yapılmıştı, ancak daha fazla indirilemezdi.
Caydırıcılık mühimdi, hep aynı kişiler caydırılıyordu ama mühimdi.
Aynı sırada, KHK ile hayatında hiç soru çalmamış, kimseye himmet parası vermemiş, görev yaptığı kurumdaki hocalar dışında kimsenin sözünü dinlememiş, bir kişiye bir fiske bile vurmamış, şiddete bütün gücüyle karşı çıkmış genç bir kadın kamudan ihraç ediliyordu.
Görevli bulunduğu üniversitede özlük hakları bulunmasına rağmen asıl kadrosunun olduğu üniversite, soruşturma gereği bile duymamış, kozmik toplantılarla insanlara hayatı dar etmiş, haklarını yemiş kişilerle, genç kadını sadece solcu sendikadan diye aynı kefeye koymuş kamudan ihraç edilmesini istemişti.
İşçi babasının genç yaşta ölümünden sonra okuyabilmek ve ailesine destek olmak için fabrikalarda gece vardiyalarına kala kala liseyi bitirmiş, üniversiteyi kazanmış, yüksek lisans yapmış kadın, yeniden fabrikada çalışabileceğini düşünüyor ama niye kamudan uzaklaştırıldığını anlamıyordu.
Anlamak gerekmezdi.
Terörle zerre bağının kurulamayacağı gerçek bir soruşturma yürütmeyen ve nasılsa en çok bunu yapan rektörlerin, kurum başkanlarının, savcıların FETÖ’cü çıktıkları bir ortamda, yani kendilerini kurtarmak için başka hayatları yine yok ettikleri bir ortamda neyi anlayacaktı ki gerekmezdi.
***
O esnada, yani tekmeci Abdullah Çakıroğlu henüz adliyenin merdivenlerinden erkek adalete sonuna kadar güvenerek ve büyük bir mutlulukla indikten hemen sonra Cumhuriyet gazetesi yazarlarına operasyon yapılıyor, 9’u tutuklanıyordu. HDP’li vekillerden de 9’unun tutuklandığı haberi geliyordu.
Ve bombalanan çocukların, evsizlerin, ölümlerin haberleri.
O esnada tartışma bambaşka bir şekilde akıyordu.
Gazeteciler, siyasetçiler yargıdan muaf mıdır, operasyon yapılır mı yapılamaz mı, kaçının basın kartı var, yargının davetine neden uymadılar?
Basın kartlarını devlet veriyordu, gazetecilerin yargıdan muaf olmadığını sanırım en çok gazeteciler biliyordu, evet yargı operasyon yapabilirdi, siyasetçiler de bundan bağımsız değildi.
Mesele bu değildi ki?
Avrupa’nın, şunun bunun “Endişeliyiz” tepkileri de değil.
Mesele güven duymak ve yaşamakla ilgili.
Adalete güven duymak, suç işlememişsen başına bir şey gelmeyeceğine güven duymak, otobüste güven duymak, sokağa çıkarken güven duymak, kendisi şaibeli birisinin aklanmak için seni harcamayacağına güven duymak.
Sen tarafını, şiddetten uzak, barıştan ve bir aradan yana olmaktan seçmişken, “Hayır, sen o tarafta değilsin” denilmeyeceğine güven duymak.
İncecik bir köprüden geçiyor Türkiye.
Ali İsmail’in annesi işte o incecik köprüde koşuyor.
İsmini bilmediği çocuklar okusun, Ali İsmail’in adı yaşasın, bir umut olsun diye koşuyor.
“Keşke kurşunla ölseydi, keşke kazada ölseydi” diyen annesi Ali İsmail Korkmaz Vakfı’na gelir sağlamak için koşuyor.
O esnada, Bursa’da kızını Ankara Garı önündeki canlı bomba saldırısında kaybetmiş 90 yaşındaki baba hakkında, evine gelen iki polisten, “Ön ayaklarıyla kapımı tekmelediler” diyerek şikâyetçi olduğu için soruşturma açılıyor.
Şaşırmıyor ama soruyor o baba: “Neden tekmeliyorlar ki çalsalardı zili.”
Ne yazık ki kapılar ne zamandır öyle zil çalınarak açılmıyor.

... Mesele güven duymak ve yaşamakla ilgili.
Adalete güven duymak, suç işlememişsen başına bir şey gelmeyeceğine güven duymak, otobüste güven duymak, sokağa çıkarken güven duymak, kendisi şaibeli birisinin aklanmak için seni harcamayacağına güven duymak.
Sen tarafını, şiddetten uzak, barıştan ve bir aradan yana olmaktan seçmişken, “Hayır, sen o tarafta değilsin” denilmeyeceğine güven duymak
....