Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Babası İbrahim tam kapıdan çıkıyordu ki Veysel, yeşil gözleri öyle buğulanmış koşturdu:

“Hani ben de gelecektim.”

İbrahim Atılgan; hacca gittiğinden bu yana kardeşlerinin “hacı abisi”, üç kızının tam da kız babası, küçük Veysel’in kahramanı, eşi Nezihe’nin kader yoldaşı, gülümsedi:
“Hadi uyu biraz daha, bak ben çıkmak üzereyim.”

Veysel ve Hakan öğretmen

Dinlemedi Veysel, atılıp anahtarı aldı kapıdan, pencerenin önündeki saksıya sakladı, erik yeşili gözleriyle kocaman ağladı.

Saklanırdı ve saklardı Veysel.

Ablalarını korkutacağında saklanırdı, annesi bulduğunda ona sarılsın diye saklanırdı.
Ve babası gitmesin diye anahtarı saklardı.
Gülümsedi kocaman İbrahim Atılgan: “Çabuk giyin de gidelim.”

H H H

Amasya ne kadar yer ki, herkes Hakan hocayı tanırdı.

Hakan Dursun Akalın, meselenin tanınmak olmadığını bilirdi.

Bir merhaba diyebilmek, bir derdi anlatabilmek, sana dertlerini anlatmaları.

İşte okulun aşağısındaki küçük çay ocağı.

Orada Alevi’si, Sünni’si, Türk’ü, Kürt’ü.

İşte yine bayrağa sarılmış gelen bir başka şehit cenazesi.

Diğer yanda yapılacak barış mitingi.

Hepsini anlayabilmek ve anlatabilmek, anlaşabilmek yani.

Hakan hoca, 8 Ekim’de doğum gününü kutlayan kız kardeşine, öğretmen eşi ve kızına ertesi gün sendikanın otobüsüyle Barış Mitingi’ne gideceğini söyledi.

Akşam açtı facebook hesabını, içinden dökülenleri yazıverdi:

“Gel demekle gelmiyor. Umut edip beklemek acizlere göre. Kaçıp saklanacak vakit değil. Sevgi emek ister ya. Ekmek ve huzur için de emek. Ankara’daymış barış, alıp getirmek gerek. Ben gidiyorum, kalanlara selam olsun. Getirebilirsem barışı kızıma sefa olsun.”

Sonra, “Aşk bitti”yi paylaşmış, aşk hiç biter mi?

Mesajı yazdığında 46 yaşındaymış, ne kadar da az yaşamış.

H H H

8 yaşında bir erkek çocuğunu mutlu etmek pek kolaydır.

Babası, “Gel hadi” dediğinde Veysel’in dolu dolu gözyaşının yerini çağla yeşili mutluluk almıştı.

Annesi kapıdan çıkarken öpmek istediğinde hem şımardı hem de küçük bir erkek çocuk bilmişliğiyle annesini tavladı.

“Öpmene gerek yok, sen bir gül yeter.”

Kocaman gülümsedi annesi.

Dünyada hangi kadın hangi erkeğe bu kadar güzel gülebilirdi ki?

H H H

Otobüs 9 Ekim’i 10 Ekim’e bağlayan gece çıktı Amasya’dan yola.

Sabaha kadar bazen uyku, bazen türkü, ver elini Ankara.

Ankara’da sonbaharın en güzel zamanı, ekim.

Ayak bastığında Gar Meydanı’na, gözlerini yukarıya dikip bakamayacağın bir güneş, yerde sarı sarı çınar yaprakları.

Halaylar çekilmeye başladı, Ankara Garı’na en uzak taraftaydı Amasya’dan gelenler, Hakan hoca, üzerinde sabahın neşesi, öğretmen arkadaşının oğluna simit satmanın inceliklerini anlattı.

H H H

Veysel’in başı dönmüştü, eli babasının elinde.

Rengârenk, gülümseyen insanlar, kalabalık, halaylar, babasının arkadaşları.

Gar Meydanı’nın hemen önünde, babası sohbet ederken arkadaşlarıyla dünyayı garın tam önünden izlemeye başladı.

Hakan hoca, öğretmen arkadaşı Metin hocayla Amasya kortejinden ayrıldı.
Diğer arkadaşlarına bakacaklardı.

Buldukları arkadaşları tuvaleti kullanmak için gara girince, iki öğretmen, sırtlarını meydandaki küçük havuza dayayıp, oturup taze bir sohbete başladı.

H H H

Hikâye tanıdık, isimleri önceden zaten bilinen, eylem yapabilecekleri konusunda zaten istihbarat gelen, o şehirden bu şehirden yola çıkmış, üzerlerine intihar yelekleri giydirilmiş, taksiyle Ankara’nın bir yerinden garın önüne gelmiş iki canlı bomba, saniye farkıyla üzerlerindeki bombayı patlattı.

Artık ekim, yeryüzündeki cehennemdi.

Ve 10 Ekim 2015’te Ankara’da Gar Meydanı’nı görmemişseniz, acıyla ilgili bütün tarifleriniz eksiktir.

H H H

Patlama haberi geldiğinde, ölenlerin yakınları, hayatta nasılsa kalabilmiş ve orada olanları 10 santimetreden görenlere, “Haberin var mı?” diye yakardı.

Oğluyla can veren İbrahim Atılgan’ın arkadaşı da arayanlara haykırdı:

“Bizi öldürdüler, bizi öldürdüler.”

“Veysel de mi?”

Haberin Devamı

“Veysel de.”

Hakan hocanın Amasya’dan yola çıkan ailesi, Ankara’ya gidene kadar bulamadılar izini.
Gider gitmez Adli Tıp, cenaze bekleyen 100 aile, diğer ailelerin aksine hemen teşhis.
“Oturmasaymış havuz başına bilye ensesine değil bacağına girecekmiş.”

H H H

İstihbarat gelmiş ama ardı ardına geliyormuş istihbaratlar, o yüzden sonuncusu ilgili makamlara bildirilmemiş.

Hemen patlamadan sonra, yaralılar yerdeyken alana gaz sıkılmış ama aslında mukavemet olmuş, ondan sıkılmış.

Adli Tıp, ölenlerin bombadan öldüğünü söylemiş, aslında gazdan ölmemişler.
Toplanma noktasında arama olmazmış, bundan sonra toplanma noktasında da arama yapılacakmış.

Bir ihmal, bir sorumlu yokmuş?

Böyle şeyler işin akışında olurmuş, öyle demiş, soruşturma izni vermemiş valilik.
Savcılık da itiraz etmemiş, kapanmış ihmal dosyası.

Arabayla getirenleri yakalamışlar, eylemi planlayan IŞİD’liler de zaten Suriye’deymiş.

H H H

Avukat olmayı, tablet almayı istiyordu Veyselcik.

Ne bilsin ölümü, bombayı, o örgütü, o büyük sözleri.

Dünya annesinin gülüşü değilmiş ne bilsin.

Islıklamış saygı duruşunu binlerce kişi, ne anlasın.

Nasıl anlatsın felsefe dersinde Hakan hoca öğrencilerine bundan sonra.

“Yaşasaydık, bir bahar günü yolda gördükleri Veysel’in başını okşayacak, bana dünyayı soracaklardı, öldük, ölmemize kızgındılar.”

Haberin Devamı

1 yıl geçti Ankara Garı’ndaki o günün üzerinden.

Hiçbir kamu görevlisine dava açılmadı, tazminat davalarının bir bölümü hâlâ açılamadı, hâlâ asıl sorumlular yakalanmadı.

Sadece 1 yılda bu kadar çok zaman geçti, listeye sığmıyor yaşananlar.

Ve korkmadan, şaşırmadan hesap soruyor hâlâ yaralılar, kaybedenler, dostları, tanımadan dost oldukları.

Ve sürüyor...

“Ve sürecek... Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.”*

(* Adnan Yücel)