Hakkı Öcal

Hakkı Öcal

hakki.ocal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Batı gazetelerinde, El Cezire televizyonunun ekranında bir telaş, bir telaş. Erdoğan Suudi veliahdı Muhammed bin Salman’ın görüşme talebine, “Bakarız” demiş; vay efendim bir katille görüşülebilir miymiş? “Arap” dendiği zaman tüylerinin ürperdiğine şahit olduğumuz insanlar, makaleler döşeniyorlar: Arap gençlerin bile protesto ettiği prens ile görüşme olabilir miymiş?

Önce kimden söz ettiğimizi iyice belirleyelim: Gezi olaylarının dolaylı finansman kaynaklarından biri, Türkiye’deki son döviz operasyonunun tetikçilerinin baş finansörü, Yemen’de her 7 dakikada bir bebeğinin öldürülmesini sağlayan adam, ABD’nin İsrail Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararını protesto eden Hamas’a telefonla, “Gösterileri durdurun, yoksa beş kuruş alamazsınız” diyen zat, ABD Başkanı’nın damadıyla her hafta sonu gizli gizli bovling oynayan özentili kukla. Bu kişinin Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı’yı sırf gazetecilik faaliyeti dolayısıyla, hedef seçmesi ve öldürülmesi emrinin bizzat kendisi tarafından verilmesi ne kadar önemli ise, Yemen’de yarattığı cehennem, Katar halkına ve yönetimine bir yıldır çektirdiği azap da bir o kadar önemli değil mi?

Haberin Devamı

Stalin ile Yalta’da, ki bir konferansın yan tarafında değil, yalvara yakara düzenlediği bir özel toplantıda, görüşmeye gittiğinde, ABD lideri Franklin Roosevelt, muhatabının elinde 7 milyon Rus’un kanı olduğunu ve onun ABD’de dünyanın gelmiş geçmiş ön büyük casus şebekesini işlettiğini, bu şebekeye yardımcı olmayan subayların, dışişleri memurlarının, hatta Hollywood yapımcılarının Rus ajanları tarafından acımasızca öldürüldüğünü bilmiyor muydu?

Uluslararası ilişkilerin duygusallığa yer vermediğini söylemek zordur. Bireyler gibi, devletler de devletler adına hareket eden heyetler de özellikle temsil ettikleri halkın çoğunluğunun kendilerini aidiyet hissi içinde gördükleri gruplara karşı başka ülke veya grupların baskı, zulüm ve şiddetlerinin arttığı dönemlerde “gözlerini karartabilirler.” Örnek vererek, tartışmayı örnekle sınırlamak doğru olmaz; ancak herkes ülkesinin “ne olursa olsun” harekete geçmesini istediği anlar olduğunu hatırlar. Ünlü tarihçi İbn Haldun, aidiyet hissettiğimiz unsurlara karşı şiddetin arttığı ölçüde bizim aidiyet hissimizin de arttığını söylüyor. Alman sosyolog Georg Simmel de birey-grup ilişkilerinin en çok, savaş ve aşk dönemlerinde yoğunlaştığını söylüyor.

Haberin Devamı

Bu tespitlerin bize hatırlatması gereken şey, düz anlamları kadar, ifade ettiklerinin tersidir de! Neden savaş ve aşk dışında ilişkilerimiz o denli yoğun olmuyor? Neden aidiyet hissettiğimiz kişilere yapılan baskı ve zulmün dayanılmaz hale gelmemiş olduğu aşamada, gözümüzü karartmıyoruz?

Çünkü devlet adamının gözetmesi gereken en ahlaki ilke en büyük çoğunluğun çıkarını en uzun süre gözetmesi ilkesidir. Buna ister strateji ister reel politik ister taktik diyelim; ama maç tribünündeki duygusallığı bir devlet-hükümet başkanından beklemenin mümkün olmadığını da hatırdan çıkartmayalım.

Zaten Başkan Erdoğan da “Hele bakalım!” dememiş mi?